23 Nisan hoş geldi.  Bence Rahmetli Atatürk’ün icraatları içinde belki de en değerlisi, bu günü geleceğin büyüklerine hediye etmesi olmuştur. Bu sene benim şehrimdeki çocuklar için güzellikler aynı güne denk geldi.  Çünkü bugün aynı zamanda Konya’nın  Şivlilik Günü. Akşam da Regaip Kandili.  Anlamı; Çocuklarımız iki bayramlarını birlikte kutlayacaklar. Hem de sabahtan, akşama dek. Şivlilik sanıyorum sadece biz Konya’lılara ait bir gelenek, örf, adet… Yavrularımız Mübarek üç ayların başladığı haftanın ilk cuma günü sabahı, en hoş kıyafetlerini giyer, cadde ve sokakları doldururlar. Evlerden çok çeşitli şekerler, kurabiyeler, çerez, börek cinsi atıştırmalıklar ikram edilir. Aynı günün akşamında şehirde fener alayları düzenlenir. Belediyeler veya valilikçe organize edilen gece proğramına katılamayan çocuklar da, ellerinde fenerlerle ışıl ışıl mahalleleri aydınlatır; şarkılar söyler, oyunlar oynarlar.
Yüzlerce yıllık bu geleneğin nedenini büyüklerimiz şöyle anlatırlar. İslam büyüklerinden Bağdat’lı Ebu Bekir Şibli çocukları çok sever; onları her gördüğünde heybesinden kuru yemiş, şeker vs dağıtarak gönüllerini alırmış. Eski zamanlarda Konya’lı büyük atalarımızdan biri, Şibli veliye hayranlıkla, aynı usülle çocukların kalbini fethetmeye çalışırken, yolda gördüğü minikleri “şiblilik” diye bağırarak yanına davet eder, onları hediyelerle sevindirirmiş.
Cömert halk alimin bu adetini sevmiş, bunu Recep ayı başında yapmayı örf haline getirmiş. O vakitlerden bu yana hiç aksatılmadan yapılan bu ikramın adı, elbette yıllar içinde değişmiş. Şiblilik, halk dilinde olmuş şivlilik.

Bazı insanların gözünde şivlilik ve kandil günleri Anadolu’ya has bid’atlardan, hurafelerdendir. Onlara göre bu tür zamanlarda, sevinecek kişiler yalnızca şeker satan tüccarlardır. Ne kadar dar ve yobaz bir pencereden bakış. Nihayetinde Ramazan gibi bir kutlu ayın yaklaşmasını, ta iki ay öncesinden karşılayan miniklerin çoşkusuna katılıp, zengin fakir çocuğu ayırt etmeden onları sevindirmeye çalışacaksınız. Başlarını şefkatle okşayacaksınız. Bunun neresi bid’at? Müslümanları Ramazan gibi kutlu bir aya ulaştıracak günlerin başlangıcının, tüm toplumca coşkuyla kutlanması geleneğinin zararı ne ola ki?

* * *

Güzellikler vesile ya, dostlarla bizim evde birlikteyiz. Çocuklara Şivlilik hediyelerini dağıttıktan sonra, yaramazlar neşeyle orada burada koşturup, evimi alt üst ediyorlar. Anneleri mahçup. Bu hanımların aynı evlatlarla bütün gün beraber oldukları gerçeği aklıma gelince, bayramların en çok onları dünyaya getirip, yaşamlarına emek veren annelerinin hakkı olduğunu düşünüyorum. Onları dinlendirme amaçlı, çocukları ailelerinden ayırıp, çalışma odama hapsediyorum. Ellerine Türk bayrakları ve resimli mecmualar vererek, karşımdaki koltuklara oturtuyorum. Bir ara hep birlikte resimler yapıyoruz. Kitaplara olan ilgileri azalmasın diye, çizdikleri resimleri boyarlarken, bir taraftan da onlara yıllardır arşivimde sakladığım bir yazar dostumun yazısını okuyorum. Saygıdeğer Gürbüz Azak muhterem yıllar önce kaleme almış. Şu cümleler makaleden. Sizlere de hatırlatmış olayım.

Kusura bakmayınız. Bendeniz uslu çocuklara üzülürüm. Çocuk dediğin biraz yaramaz olmalı. Zeki olmalı. Enerjik ve meraklı olmalı. ‘otur!’ deyince oturan, ‘kalk!’ deyince kalkan, ‘vur ağzına, lokmasını al!’ cinsinden çocuklara kızar, annelerine de acırım. Keşkül tabiatlı çocuklar da çocuk mu? Bu türlü usluluk aslında sümsüklük ve pısırıklık!.. Onları dövmeyin, hırpalamayın, durup durup  ağlatmayın! Sevin ve sevindirin! Çünkü uslu olmayan çocukta cevher vardır. Sürat vardır. Hamlecilik, araştırıcılık vardır. O sıradan biri değildir.  Boş verin uslu çocukları. Ve yaramazlara öfkelenmeyin! Başkalarının çocuğu olsa bile o ele avuca sığmazlara fırsatlar tanıyın. Zaman ve sevgi verin. Dostluk verin. Onlar bize lazım. Onlar önümüzdeki asrın aradıklarıdır. Sakın kıskanmayın. Onlar sizden büyük olacaklardır.”
Küçük misafirlerimin en çok “keşkül tabiatlı çocuklar” benzetmesi hoşlarına gidiyor. Kıkırdaşıp duruyorlar. Yazıdaki “sahibi yokken komşu dedenin erik ağacına koşan çocuklar” kısmını bana tekrar tekrar okutuyorlar. Kitaplarla başlayan dostluğumuz mutfakta filiz veriyor. Kekleri tavşan şeklinde bir araya getirip, üzerilerini mumlar, çikolatalarla süslüyoruz. Anneler birlikte başardığımız barış havasından hayli mutlu, soruyorlar. “Kimin yaş günüydü bugün?” diye. “Bu küçük beylerin ve hanımların büyük adam oluşunu kutluyoruz.” diyorum. İçimden de Üstad Azak beyefendiye minnettarlık duyarak. Bence yazar dediğin çocuk ruhundan mutlaka anlamalı. Kalemiyle habire toplum gövdesine huzur aşısı yapmalı. Tıpkı Gürbüz bey gibi. Her yaşta kişiye yaklaşabilmenin bir yolunu bulmalı.

* * *

Şu bir hakikat ki, asla unutmayalım. Çocuklarımız fiziksel olarak ebeveynlerine benzeyebilirler. Ama onların ayrı bir ruhu var. Ayrı bir bedeni var. Tamamen ana babalarından farklı, bambaşka insanlar. Bizlerin kopyasi olmak zorunda değiller. Onlara örnek olamadığımız zaman, tersini yapıp da yavrularımızı örnek alsak mı acaba? Pırıl pırıl kalplerini, masum heyecanlarını kendi ruhumuza taşısak. Dünyamız o zama ne harika bir cennet diyar olurdu.

Allah selamı Halife Hz Ali’nin üzerine olsun. Hazret; “Cennete girmek hayret edilecek bir başarı değil. Marifet cennete dünyada da erebilmek.” uyarısında bulunuyordu. Yaşadığımız yorgun dünyayı cennet yapmanın ilk önemli yolu tek bu galiba. Yeryüzündeki tüm çocuklara sahip çıkmak, onları kucaklamak.

 


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.