Ruhen Ahir’e süzülmeye çalışmak. Kuş misali, özgür yürekle… Ramazanayına özgü bir ibadet şekli olan itikaf, kula has bir çabayla bunu başarabilmenin adresi sanki. Yaratan’ına yakınlığının ve asli beşeri kimliğinin idrakinde bir kişi, ömrünün sonundaki mukadder yolculuğun stajını yapmak istiyorsa yeryüzünde… Bu mübarek ayın son günlerini gece gündüz camide geçiriyor.

*******

      Yaşlı insan vardır. Öğüt verir, güzel sözlerle. İnsan vardır, nice saklı kentlerin, manevi iklimlerin gizemli anahtarını verir size lisanı halle… İşte Yaşar Efendi, bizim için böylesi bir muhterem öğretmendi. Her fırsatta o sırlı anahtarları ellerimize teslim etmekten yorulmayan biriydi. Ramazan günlerinde bile isteye bir arzuyla, Allah’ın evine gider, orada secdelerde yaşardı. Önceleri itikaf denilince, bu efendinin Ramazana has sessiz inzivasından başka bir düşünce aklıma gelmezdi. Ta ki, onun Kabe’deki itikaf günlerine, bir gün kendi gözlerimle şahit olana kadar. Eski Ramazanlardan birinde, onunla Mekke seyahatimizde, ilahi bir tevafuk sonucu karşılaşmıştık. Yaşar Bey yakın arkadaşımın babasıydı. Kutsal toprakları dolduran binlerce kişi içinde onunla karşılaşmak, bizim için olağanüstü bir ikram olmuştu. Çünkü İstanbul’dan kızına sıklıkla  misafir gelen bu kişiyi, biz dahil, Konya’da sevip saymayan yoktu.

*******

      O gün Kabe’de teravih namazı kılınırken, gökyüzünden öyle bir yağmur inmişti ki… Biz yağmurun şiddetinden kaçan insanlar içinde zorlukla yürümeye çalışırken, bu güzide büyüğümüze rastladık. Uzaklardan dahi uzun boyu, narin fiziği ve beline kadar inen beyaz sakallarıyla hemen fark ediliyordu. Misafirimizi otelimize götürdük. Sütlü çaylarımızı keyifle yudumladık.

     Ertesi gün, Ramazan’ın son onbeş gününü itikafta geçirmek için Yaşar Efendi, bizlerle vedalaşıp Harem’in altındaki bölüme  yerleşti. Yaşı artık doksanlara yaklaşmış bu nezih İstanbul efendisinin ilerlemiş şeker hastalığına rağmen Kabe’de yatıp kalkmakta ısrar edişine üzülmüştük. Onu niyetinden vazgeçiremeyince hiç olmazsa ihtiyaçlarını giderdiği sıralarda kendisine yardımcı olmaya karar verdik.

 İftar saatlerinde Kabe içerisine hurmadan başka yiyecek sokmak kesinlikle yasaktı. Fakat orada kaldığı günler boyunca, tıpkı nurdan bir heykele dönüşen Yaşar Beyi,  kapıdaki güvenlik görevlerine uzaktan gösterdiğimizde konulan yasakta müsamaha ediyorlardı.

Kendini toplumdan soyutlayarak günlerce bir camide inzivaya çekilmek… Artık ben bunun ne zorlu bir ibadet olduğuna şahitlik edebilirim. Ama insana lütfettiği hayırlara da… İtikaf, aşırı bir durgunluk ya da insanlardan kaçarak kendi kabuğuna çekilme hali değilmiş meğer. Tam tersine, sessiz bir çığlık. Bir olanı haykırmak; daha dünyadayken ebediyetin kapılarını zorlamakmış. Kısacası, müthiş bir “ben” arama yolu. Ruhu, kısa bir müddetle bile olsa, dünya çirkinliklerinden uzakta dinlendirme, onu temizleme hareketi.  Çünkü Yaşar Amcamızın ibadet halinde bambaşka bir ışıktan esinlenen kalbi, mecburi beşeri ihtiyaçlarını görürken dahi aynı heyecanını sürdürür gibiydi. Hem de perdelerini delip geçen bir nur eşliğinde hareket ettiğini, artık saklama gereğini bile duymadan.

*******

Bir “ben” arayışı ki bu değişken ve karmakarışık değil. Tam tersine bir tekamülün tescili. İnsanı kendi özüne davet eden İlahi Sanat Sahibi, bir kulu fiziken ve ruhen en güzel yaratıp da, onu dünyaya gönderiyor işte. Bizler;

“-İlla… İlla… İlla’da sen!” diyelim diye.

  “Gece değmemiş sema / Dalga bitmeyen deniz / En güzel,en bahtiyar, en temiz/ Ümitler içindeyim,çok şükür öleceğiz.” diyen şair,Allah’ın böyle bir kuluna rastgelip de mi ümitlenmişti acaba? Dualarla yüklenmiş bu masum yüzlü ihtiyar, o Ramazan bizim kendi kendimizi sorgulamamıza neden olmuştu.

  Hakikaten hayata yeniden gelmeye çalışan bir bebek kadar masumdu Yaşar Amca. Ama o anda sorulsa, bir meleğe koca bir ömrün hesabını kolaylıkla verebilecek kadar da rahat tavırlı bir yetişkin. O uzun bembeyaz sakalına gelince… Hani baharda bir bahçe önünden geçersiniz de… Üzerinde yeni açmış çiçeklerle ağaçların ne kadar güzel canlılar olduğunu fark edersiniz ya… Ben de ölümün bir son olmadığını, bambaşka dirilişlerle insanların yepyeni boyutlarda hayat bulacakları müjdesini sanki ilk kez bir insanın yüzünde keşfettim.

       Yaşar Efendi  gibi birini görünce… Yaşayan herkesin başına gelmesi mukadder yaşlılık aktini, ebedi gençliğin başlangıcına dönüştürebilecek bir hal lisanıyla Rabb’in Beka sıfatını bütün varlığınızla tasdik ediyorsunuz. Hem de ikram edilen akıl üstü bir akılla. Doğrusu, birgün toprağa “merhaba” derken, isterim ki yanımda böyle kutlu bir insan olsun. Varlığıyla gönlüme bir parça yıldız kırpıntısı sunsun. Bir tutam da güneş pırıltısı. Sonra dirilmeye yolculuğun heyecanıyla sarhoş, ebedi yurduma göçüvereyim.

*******

Ne güzel! Kutlu dostlar, nihai hedefi sonsuzluk olanlar için tıpkı bir işaret gibi. Ben  Yaşar Efendinin itikaf günlerinde, kendimi bildim. Onun ilahi sevdasını, Kabe’nin kuytu bir köşesinde inşa ettiği engin dünyasından seyrederken de… Bir nurdan heykelin hatırasının hazzını, başka bir alemde yeniden doğacağım güne dek kalbimde saklayacağıma söz verdim. Yüce Allah ona sonsuz rahmetini ikram etsin.

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.