Kel Ayşe’nin torunuyum. Lakabı aynen öyle. Adı Ayşe tabii. Kantocu, orta oyuncu, tiyatrocu. İp Canbazı Boncuk da babam. Adanalı. Babamın hocası dedem. Orta oyunu ve akrobasilerde dönemin en ustaları. Nur içinde yatsın, Çok değerli Erol Günaydın hasta yatağında ‘’ çok sevgiler demişti dedeme…biz ondan öğrendik çok şeyi ‘’ diyerek dedemi onura etmişti.

Halalarım, amcalarım da canbaz ve orta oyuncu olunca bize de biraz bulaşıyor tabi. Annem Selanik göçmenlerinden Ege li varsıl  bir ailenin kızı. Babamı Akhisar da tel üstünde görüyor aşık oluyor ve Türk filmi sırayı alıyooor.  Anneme aşık olan babam da onu  bohçasız kaçırıyor. On altı yaşından beri hiç birbirlerinden  ayrılmadan serüven yaşanıyor.

İkinci çocukları Lale’yim.

Babamın mesleği gereği on sekiz yaşıma kadar çadır hayatında yaşadım. Duvarlarımız yoktu yani. Kızılay çadırı gibi minicik bir yatakhane ve canbaz hanelerin kurulduğu büyük panayır alanları oldu oyun alanım. Bir ay Konya, bir hafta Adana, üç hafta Mersin diye karış karış harita turu. Yeri geldi büyük iller yeri geldi minicik köyler. Yeri geldiğinde babasının  tel üstünde bir ayağına bağlı kalan ben, yeri geldiğinde elimde metal bir tabak gösteri sonrası parseye çıkardım ( seyredenlerden para toplama). Babamı uzun sırıklar üstünde  yürürken gördüğümde,   halkı peşinden sürükleyerek getiren bu adam benim babam mı derdim. Akşamları yıldızları gören çadır yatağımda  neden bizim de herkes gibi  içine girdiğimiz duvarlarımız yok der anlamaya çalışırdım. İlk okul yaşımız gelip de annem ısrar edince okul ve yerleşik hayata… ehh!  tanıştım duvarlarla. Küçücük iki göz oda, onun bunun yatağı,  masası, kabı kacağı ve bir de istenmeyen misafirleriyle ( fareler) merhaba dedik duvarları olan yaşama. O zaman öğrendim kapıyı bacayı kilitlemeyi. Yatarken yıldızları görememeyi. Duvarların aslında sadece dışarıda değil asıl en kötüsü içeriye de örüldüğünü işte o zaman öğrendim. Oysa bizim çadırımız da hiiiç korkularımız yoktu. Sevgimiz o kadar güçlüydü ki eşyanın da önemi yoktu. Kardan yağmurdan ıslanan yataklarımızda yatsak da hasta olmuyor, ısınamasak da babamın nefesi yetişiyordu imdadımıza. İki avucunun arasına aldı mı minik ayaklarımızı, hohlaması sobamız oluyordu. Her kurduğumuz memlekette onlarca dostluk oluyor her biri her zaman kapılarını açık bırakıyordu bize. Biz kışın okula gitsek de yazın yine panayırların çiçekleri oluyorduk.

Artık Boncuk canbazlığı bırakıp lunaparka başlamıştı. İki kız kardeş olarak biz büyük olsak da sonra gelen iki erkek kardeş ailenin göz bebeği olmuşlardı çoktan. Biz nedense erkek gibi büyümüştük mecburduk çünkü. Bazen koskocaaaa panayır meydanında annem, ben ve ablamdan  başka kadın olmazdı. Kolay değildi bir müşterinin yanlışlıkla bile olsa el tacizi. Ama göz tacizinden belki ben milyon çocuk yapmıştım bile o yaşlarda. Kısa aralıklarla neredeyse Türkiye yi gezmiş, her gittiğimiz yöre ve yöre insanını tanımıştık. O zaman ne mümkün seyyar tuvalet, öyle bir lüksü hayal bile etmemiştik hiç. Kurduğumuz yerlere yakın cami tuvaleti, garaj tuvaleti, çoğu yerlerde erkek tuvaletleri, çalı çırpı arası ya da acil durumlarda yatağın altında saklı küçük teneke kutularımız tuvaletlerimiz olurdu. Küçücük ellerimizle kovalarla su taşır, kocaman leğenlerin içinde yıkanır, ama yıkanmadan önce rüzgardan uçuşup açılmasın diye çadırımızı taşlarla garantiye alırdık. (Yaşamım da küçük ve komik takıntılara sebep olan anlarım. ) Çamaşır suları ile gezer olmuştuk,  hatta birkaç yerde soğuk suyla küçücük tuvaletin içinde yıkandığım zamanlar bile olmuştu. Asıl bunlar değildi sıkıntılarımız, en çok küçük haşerelerdi bizi korkutan. Kıyafetlerimizin arasından çıkan akrepler, uçup üzerimize yapışan danaburnular, yatağımızda bizle bir sabahlayan böcekler….belki şaşkın okuyorsunuz ama minicik katkı yok abartmadan…hatta çooook dahaları ve hiç paylaşılmamış olanları var.  ama çok şey borçluyum bu ayrıcalıklarıma.

Her geçen gün parkımız büyüyor biz büyüyorduk, parkımız büyüyor memelerimiz büyüyordu, parkımız büyüyor göz tacizlerimiz büyüyordu. İçimde kadınsı duygularımın kelepçeliri, dışımda kahveden Ahmet ağa büyüyordu. Hiç bilmeden gerekirse dalıyor kavganın ortasına, erkek adam gibi patlatıyordum yumrukları. Hiçbir erkeğe hesap ödetmiyor, kendimden çok iki bacak aramı kolluyordum. Öyle öğreniyorduk çünkü. Erkeklerin içinde erkek gibi olmak zorunda sını, hiçbir erkeğin hesabını ödememe sini, aslında senin değil iki bacak aranın senden daha  değerli olduğunu öğreniyorduk. Ve bu eğitim on sekiz yaşına kadar sürecekti benim yaşamımda.

Benim çocukluğumdan kalan her şeyim çok değerli, çok önemli, çok özel. Bunları yaşamış olmak ( ki daha neleeer neleri) yaradanımın bana verdiği en güzel hediye.

Dişi olduğumu hatırladığım tek yer okul dönemlerinde ev de olduğumuz zamanlar. Herkesin gece yattığı ve benim de sessizce ayna karşısına geçip sabahlara kadar dans ettiğim anlardı. Üzüldüğümde , sevindiğimde, aşık olduğumda, sevgilimden ayrıldığımda, babama kızıp, anneme darıldığım anlarda, zayıf derslerime üzüldüğümde  tek dilim olan dans.

Kim derdi ki…bir gün bu kız,  canbaz Boncuk’un kızı, lunaparkçının kızı, çocukluğu çadırlarda geçen sigaralara halka attıran bu kız  hayallerini gerçekleştirecek…Türkiye sınırlarından çıkıp Paris e gidecek, dokuz yaşında aşık olduğu çocukluk aşkını bulacak, Paris Belediyelerinde ve St. Denis üniversitesinde dansla dişilik eğitimi verecek, sonra Monaco kraliyetine girecek, Prens Albert’e özel dans edip ‘’ hiçbir dans eden kadının sadece dans boyunca yüzüne bakmamıştım’ı dedirtecek’’  Monaco geleneksel dans okulunda Bale-Oryantal eğitmenliği yapacak, Fransa ve Monaco gazetelerinde yer alacak, dünyaca ünlü Paco Rabanne nın düzenlediği defilede koreografi hazırlayacak, yine dünyaca  ünlü Dr. Mehmet Mehmet Öz ile Türkiye de Sağlık Dansı sunumu yapacak…Hillside, Collesium gibi önemli merkezlerde Gym-Orient’in yaratıcısı olup kadınlara eğitim verecek, Norveçli Fizyoterapistlerle çalışıp Sağlık Dansları yaratacak. Türkiye de bir çok Tv, gazete ve dergilerde yer alacak. Bakanlıklarla ortak çalışmalar yapacak. Görme engellilerden oluşan dans gurubu kuracak. Bedensel engelli ve huzur evlerinde danslı egzersizler yaptıracak. Dünya Çocuk Hakları Organizasyonu düzenleyecek.  Hsbc ve Opet gibi kurumlara beden dilini anlatıp ofis dansları sunacak. Kadınlara yönelik bir çok dans ve terapiler yaratacak. Bir çok gönüllü çalışmanın içinde olacak. Sanırım bu kadarını bende hayal etmemiştim o zaman.

 
Küçükken …o ıslak çadır yataklarımızda yatarken, iğrenç kokan erkekler tuvaletini kullanırken, cami tuvaletlerinde çaktırmadan yıkanırken ve milyoooon erkeğin göz tacizine maruz kalırken bir dileğim oldu. Dansı dünya çapında sağlık platformuna getirmek.

41 yaşındayım 21 yaşında Yarın isminde bir kızım var.  Ben bu yaşıma kadar hiç hastalanmadım. Bir tek ilaç kullanmadım. Trafik kazası geçirdim bir haftayı bulmadan tüm dikişlerim kendiliğinden attı. Her gün çarpık çurpuk dansımla fizik tedavi gerektiren bir durumum kalmadı. Sezaryen doğum yaptım 12 saat sonra hastaneden sorumluluğumu alıp çıktığımda hemencicik sokaklarda cirit attım. Çok büyük bir sitenin bir ev büyüklüğünde foseptik binasına düştüm ( bu ancak bizim ülkemizde olur tabii. ) boğulma tehlikesi atlatıp yuttum yuttum  yuttum ve bir saat kırkbeş dakika yaşam mücadelesi verdim ama hepatit a b c bile olmadım. Sakıp Sabancı beyin aile doktoru olan Hasan İnsel beycim bana yaşam sevincin o kadar yüksek ki….ümmin sistemin onun için bu kadar güçlü der. Evet onca yaşananlar çok,  ama yaşam sevincim hepsinden  çoook olmuştu.

Ben de babamdan ve ilk eşimden şiddete maruz kalan hatta gerçek anlamda kızım olmadan asla yı yaşayan  biriyim ama bu kadar çok şey yapabilmemi sanırım dansa borçluyum.


Dans başlı başına terapidir.

Dans kişinin iç dünyasını anlatan ruhunun dilidir.

Dans yaratıcılığı zenginleştiren bir kaynaktır.

Dans bedenin ve zihnin açılmasını sağlayan kapıdır.

Dans kişiye özgüven veren bir anahtardır.

Dans kişiyi bedeniyle barıştıran bir araçtır.

Bedeniyle barışan dünya ile barışır, dünyaya hakim olur. Çünkü ( kuran da da yazar ) ‘’ ne varsa alem de, o var adem de’’( Evren de ne varsa insanoğlunda da o vardır ) Allah evrenin işleyişinin aynısını bedenimize de vermiştir. Bedenini çözen evreni çözer. Yaşamı çözer, ilişkileri çözer…Yaşam da en değerli şeyin bedeni olduğunu ( sağlık ) anlar. Bedenine saygı duyması ve duyulması gerektiğini ve bunun kıyafetlerden çok davranışla yapıldığını bilir.  Mutluluğu ve zenginliği  dışarıda aramaz çünkü o zaten barışık olduğu bedenidir.

Dans bedene inanılmaz bir özgüven verir. Kadına da inanılmaz dişilik
Avrupa ülkelerine bakarsak neden çocukların aktivitelere yönlendirildiğini anlamak zor olmuyor. Özellikle dans ve spor. İkisi de yaratıcılığı, zihni ve  beden gelişimi arttırır.

Çocukluğumdan beri insan bedeni ve dans oldu alanım. Beden dili ile psikolojiyi birleştirdim. Çünkü ona da mecburdum. Dönersem yine Lunaparkımıza. bizim müşterilerle tek bir kelime bile konuşmamız yasaktı. Babam müşteriler için fiyat kartonu hazırlamıştı.  Bize atışların kaç para olduğunu sormasınlar diye. Yani 3 atış 50 kuruş bile diyemezdik. Soru sorsalar cevap veremezdik. Şakalar yapsalar gülemezdik. Ne komik di mi…etrafınızda milyon erkek var ne sırıtabiliyor, ne göz göze gelebiliyor, ne tek bir soruya cevap verebiliyorduk. İşte bu benim madenim oldu. Bilirsiniz lunaparklarda hep müzik çalar. Ben de o çalan müziklerle karşımda bekleyen müşterileri zihnimde dans figürleri ile çözmeye çalışırdım. Her bir hareketlerini beynime kazır onlara bir anlam verirdim. Bunu her kurduğumuz memlekette yapardım. Zamanla kişilik analizi gibi olmuştu. Bu kendine güveniyor, bu pısırık, bu biraz baba baskısı almış, bu utangaç gibi…

Nice Sophia Antropolis üniversitesinin psikoloji bölümüne gitmeye hak kazandığımda Fransa da Biyolojik çözümleme uzmanı bir eğitmen arkadaşım ‘’ Gitme Lale!  Sen zaten yaşamınla çözmüşsün ve yeni bir buluşa gidiyorsun. Bunu alacağın kitap bilgileriyle köreltme. At gözlüğü takma duru gözüne ‘’ deyince anladım ki ben hayalimi gerçekleştirmek üzereyim. Daha da aşkla sarıldım işime. Her bir öğrencim de bir şeyler denemeye başladım. Derslerime gelen her kadının neredeyse secelesi ( bilemedim buraya ne demeliyim. ) çıkıyordu. ( Bununla ilgili en son küçük bir yazı eklemek istiyorum. Gerçekten yaşadıklarımdan bir tanesi ama beni en çok etkileyeni. Eminim ki siz de şok olacak ve çok etkileneceksinizdir.) Gündüzleri ders veriyor, akşamlara kadar kendimi eğitiyor, çokça müzik araştırıyor, geceleri kulaklığımı takıp koreografiler üretiyordum. Yavaş yavaş oluyordu. Deneme-yanılma….deneme-yanılma…

 

 

Bir ara İstanbul da eğitim merkezi açtım ama kısa süre sonra anladım ki henüz değildi. Daha işim bitmemişti. Tekrar dönüp seyahatlerime  ve araştırmalarıma devam ettim. Norveçli fizyoterapistlerle  çalışıp daha da zenginleştim.

 

Hepimiz bir şatoyuzdur. Bu şatomuzun içinde de bir sürü odalarımız vardır. Güneş, ay, kar, fırtına gibi hoşgörü, sevgi, kıskançlık, öfke dir odalarda ki adı. Bu duyguların hepsi gereklidir. Boşuna verilmemiştir evrene ve bedene. Ama her birinin yeri, zamanı, dozu, kullanılan yeri önemlidir.

 

Şu son yıllarda bi şii çok ortada ki  o da  her geçen gün kadına şiddet artıyor. Toplumları belirleyen kadındır. Kadın erkek önce anne elinde büyürüz. Yani kadın.  İlk bilgileri ve en kalıcı bilgileri onlardan alırız. Yani Kadın. Büyüyünce yırtıcı ya da utangaç olmamızda en büyük katkı onlardandır. Yani Kadın. Hayata duruşumuzun şeklinde en büyük harç onlardan gelir. Yani Kadın.

Kadın bedeniyle nasıl barışık olur, çocukluğundan bastırdığı tüm duygularını nasıl çıkarıp hafifler ve öz güveni artar, içinde bulunduğu asit salgılayan duygulardan nasıl arınır, hayata karşı nasıl güçlü olura yardımcı olmak için hep bi şeyler yapmak istedim.

 

Bu güne kadar sadece işime adadım kendimi, kaç kadın özgüven sahibi oldu, Türkiye gibi Monaco da bile kaç kadın barsak haplarını bıraktı, kendini daha dişi hissetti, kaç kadın fiziksel olmayan zihinsel bel ağrılarından kurtuldu. Kaç yaşlı biraz daha doğru solunum yaparak oksijen aldı…ne evim olsun, ne yatım olsun, ne katım olsunda oldum. Allahım dedim Sağlık Dansları olsun ve insanlar yaşamla bir dans etsin. Ben doktor değilim insanlara hiçbir şey de vaad etmiyorum, etmedim. Sadece yaşamlarına dansla hareket, ve yaşam sevinci getiriyorum.  Her şeyin başı hareket etmek çünkü. Bütün hastalıkların ilk sebebi hareketsizlikken ve yaşam sevincinin yok olmasından. Kimse bunun üzerinde durmayıp hep hastalıklar sayılıyor. Özellikle Junior Dans ı isimlendirdim  ki….gelecek nesillerimiz  zihinsel ve bedensel daha sağlıklı başlasın yaşama. Daha bilinçli.

 

Bir programında dersime katılan kadınları konuk eden Sevgili Saba Tümer inanamıyorum bu kadar değişimi sadece bu yaptığınız danslara mı borçlusunuz dediğinde aldığı cevap ‘’Aslında Kadın’’ olmuştu. Her biri bedeniyle nasıl barıştığını, nasıl kendine daha fazla güven duyduğunu, eşiyle ilişkilerinin nasıl değiştiğini, neleri sorun edip nelere taktıklarını, gereksiz bir çok ağrıyı korunmak adına nasıl takı yaptıklarını ve daha bir çok sebepleri….

Monaco da dersime katılan bir ortopedi uzmanı bayan (60 yaşlarında) bana bu yaşımda, evimde ki mobilya kaldırtıp aynalar kaplatıp dansla yaşamıma mutluluk ve sevinç  verdin dediğinde kendimi milli piyangodan trilyonlar kazanmış gibi hissetmiştim.

Ben ilginiz, gönlünüz ve izniniz  olursa….. devamı sonra :)

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Latif Tiftikçi 2018-11-11 07:44:19

Çocukluğumda Ankara'daki mahallemize gelirdi Boncuk. "Boncuk geldiiii!" diye sokakta koşarak haber verirdik birbirimize.