Her birimizin ölümle tanıştığı, kişisel bir tarihimiz vardır. Kimimizin babasını, annesini, kardeşini veya güzide bir yakınını ebed diyarına yolcu ettiği tarih. Öyle ki, o ilk gönderdiğiniz yolcunun kaybının acısını bir türlü yüreğinizden söküp atamazsınız. Vefat eden sevdiğinize karşı yapılan son vazifelere bakarsınız. Sadece yakınınızın vücudunu değil, sizin hayatınızın değerli bir parçasını da sarıp, sarmalayıp; o bembeyaz kefen içinde toprağa koyuyorlar gibi gelir insana. Ardından ne acılar yaşar, ne üzüntüler çekersiniz. Yaşam yine de galiptir sonunda. “Ölenle ölünmez!” diyenlere kulak verip, Hakk emir önünde boyun eğersiniz. İnanç, sevdiğini toprak altına uğurlayan herkes için yeniden hayata tutunma tarzıdır. Bir yeniden var olma tarzı. Acıları küllendirmek için.

******

Dünya ahiret arası bir nefes. / Herbiri diğerinden mukaddes!” diyor ya şair. Bu iki cihan arası köprü nefes, öylesine dengeli inşa edilmiş ki, kimin ne zaman, nerede ve ne şekilde öleceği kullardan meçhul tutulmuş. Besbelli beşeriyete her dakika yaşama ve ölme ihtimalleri sunularak, onların hemen ölecek gibi manen diri kalmaları, hiç ölmeyecekmiş gibi de çalışmaları arzulanmış. Ebediliği, gizliliği seven En Yüce biliyor sadece, yeryüzündeki son alacağımız nefesin vaktini. Böylelikle kendimizin veya yakınlarımızın ölüm tarihlerini bilmekten doğabilecek ızdıraplarımızı engellemiş oluyor. Merhamet okyanusundan mükemmel bir yaradılış tecellisi işte. Ne muhteşem bir İlahi nezihlik. Diğer canlılara nazaran onur ve üstünlükle yaratılmış insan, ilimde ne çok yol katederse etsin, ne zaman öleceğini idrak edebiliyor mu?

* * * * *

Bir diğer hakikat de şu! Ölüm, bazı şanslı yolcular için güzel bir anda, güzel atlara binilip gidilen mutlu yolculuk. Kul farkına varsın, ya da varmasın. Çevresinde şahit olduğu her muhterem ölüm, onun Ahire ait sırlardan birini daha keşfetmesini sağlıyor. Bir gün bakıyorsunuz. Ömrünü Yaratıcı’ya itaatla geçirmiş bir sevdiğiniz kul, bedeni yaşlansa da dinç bir ruhla bu dünyayı terk ediveriyor. Yüzünde belirgin bir gülümsemeyle. Böylesine kutlu bir ayrılık, güneşin ufukta kaybolup gidişini seyretmeye eşdeğer gibi. Ölen insanın müstesna nurluktaki yüzü, ruhunun zaferini geride bıraktığı kişilere ispat ediyor çünkü. Yakınınızın kaybının acısını, onun zaferini paylaşmanın sevinciyle hafifletiyorsunuz. O naif yüzdeki gülümseyen dudaklar, sanki haykırıyor ardından kendisi için ağlayanlara. “Haydi, peşimden gelin! “ diye. Çehresindeki ışık yüklü ifade, imanın mükafatıyla alakası olsa gerek. Celalettin Rumi misali, dünyadan göç eden ruha  bakarak, buyuruyorsunuz nefsinize. “Doğmayı gördün ya / Batmayı da seyret! / Güneşle aya batmadan ne zarar gelir ki?” diye.

*******

Denize açılmak isteyen balıkçıya arkadaşları sormuşlar:

”-Baban, büyükbaban hep deniz kazalarında öldüğü halde, sen hala denize açılmaktan korkmuyor musun?

-Sizinkiler nasıl öldü?” diye sormuş adam.

- Tabii ki rahat yataklarında.” demişler.

Adam gülmüş. “-Sizler her akşam yatmaya korkmuyor musunuz?

Hasılı, ölüm hepimizin yaşam literatüründe yer alan, değişmez, değiştirilemez yegane gerçek. Hepimizin başına gelmesi mukadder en özel an. Denizde, karada, havada nerede olursak olalım, vakti gelince gelip bizi buluyor. ”Yarına hoş geldin diyemiyorum. Çünkü yarın belki de dostların yolculuğu var.” derken, olması muhtemel ayrılık hallerini dile getirmiş bu sözü söyleyen. Çevremizde sevdiklerimizin ahire uygun adım seyahatleri, gönüllerimizde iz bırakıyor. Kalbimiz burkuluyor. En kötüsü de, birbirimizi kucaklayıp, belki de son kez vedalaşacağımız bir anı sonralara ertelemek olurdu herhalde.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.