Eğlendirme veya eğitme kisvesi altına gizlenmiş kötülük mümkün mü?   


Eğlendirme veya eğitme kisvesi altına gizlenmiş kötülük mümkün mü?   


Toplumda, Türkiye’nin merhametle bağrına bastığı mültecilere nefret almış başını gidiyor. Bu nefreti körükleyenler çok. Ana muhalefet lideri bile, seçim öncesi bir vaadinde iktidara gelir gelmez ülkemize sığınmış bu çaresiz insanları sınır dışı edeceğini söylüyordu. Halbuki onlar da insan. Hatta aynı iman, aynı inançtanız. Daima hür yaşamış bizler, düşünelim! Bir vatan toprağı üzerinde hür yaşamak, yavrularını geleceğe ümitle bakarak yetiştirmek onların da hakkı değil midir? Bir parça rızk, bir parça huzur adına ülke ülke dolaşıp, mülteci olarak yersiz yurtsuz yaşamak bir insan için ne korkunç zillettir.

Doğrusu akşamları iftar ederken içim rahat değil. İnancımın Sultanı Aziz Rabb kuluna; “Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme! Yeryüzünde böbürlenerek yürüme!” diye emrederken, bizlerin aykırı davranışlar içinde tuttuğu oruçlar bana samimi gelmiyor. Günün yarısını susamış dudaklarla geçirmemiz açların, susuzların halini anlamak için değil midir? Aynı duyguları geçen sene Hacc vazifemi eda ederken de hissetmiştim. Bayram günü binlerce Müslüman Harem’de toplanmış, namaz öncesi imamı dinliyorduk. Hocaefendi Suriye’de, Arakan’da, Filistin’de ve dahi dünyanın her köşesinde açlık, sefalet, zulüm altında inleyen dindaşlarımıza kurtuluş duası ediyor, hacılar gözyaşları içinde amin diyorlardı. Bir gün önce Kabe’nin yeni değiştirilen siyah örtüsünde kullanılan altın ipliklerin milyarlarca dolara mal edildiğini öğrendiğim için kalbim buruktu. Bu parayla nice halklara yardım yapabilecek güçteki Müslümanların, israf örneği örtüye büründürülmüş Kabe’nin yanıbaşında yaptıkları aminler, dualar bana son derece sahte gelmişti.
Gerçeklere gözlerini kapatmış, çevresinde dönen oyunları, zulümleri görmezden gelen, kötülüğü zerre engellemeye çalışmayan kimseden başka kör bir insan var mıdır? Maalesef, bugüne dek dünyanın tükenişini ciddiye almadan, çevremizi saran yangınlara duyarsız kalmışız. Şimdi de kör bir nesil yetiştirmeye devam ediyoruz. Medya kıymetli zamanlarımızı, gençlerimizi elimizden çalmada en mahir araç.

* * * * *

Aslında kutlu Ramazan günleri halka eğitici, imani yayınlar sunmak için bulunmaz fırsat. Bu fırsatı bile hakkıyla değerlendiremiyoruz. Esasında hoca kimliğiyle toplumda hizmet yarışına girmek büyük mes’uliyet. Öncelikle bu kişiler hal ve hareketlerine, hatta giyimlerine büyük özen göstermeliler. Yazar Mehmet Şevki Eygi’nin yıllar önceki bir tespitini değerli bulurum hep. Şöyle konuşmuştu muhterem. “Televizyonda Kur’an okuyan bir hoca gördüm. Yaka bir tarafta, kravat öbür tarafta. Cüppe namına bakkal önlüğü gibi bir şey giymiş. Okurken de nahoş meyve yemiş, yahut ham Trabzon hurması ısırmış gibi suratını ekşitiyor, ağzını ezip büzüyordu. Haydi biz sofular saygıyla dinliyoruz. Ama İslam’dan uzak kalmış bir diskotek çocuğu, bu din temsilcisini görünce ne yapar? Güler ve dinden daha çok soğur. Ekşi suratlı, rikkatten uzak konuşmalı, yappiri kravatlı kişiler! Lütfen Hakk aşkı adına ekranda görünmeyiniz. ‘Ama biz Allah için televizyonlara çıkıyoruz.’ mu diyorsunuz? Öyleyse Allah için çıkmayınız!

Beyhude uyarı. Hala değişen bir durum yok. Yine bu Ramazan ayında teleyizyon köşelerini  deneyimsiz hocalar, sunucular kaptı. Vasat proğramlarla, uyku getiren sohbetleriyle halkı oyaladılar. Sadece ceplerini doldurdular. Nice yobazlıkların, cahilliklerin sergilenmesi de cabası. Mesela genç kadın tam iftar vakti açmış telefonu televizyon kanalına, soruyordu. “Hocam, kocam beni çok döverdi. Ben de ona beddua ederdim. Ölürse kurban keseceğimi söylerdim. Şimdi öldü. Kesmeli miyim?” Buna benzer garabet hallerimizi yayınlayanlara güler misiniz, ağlar mısınız? Keşke akıl, feraset denilen hasletler şöyle kolayca alabileceğımız bir dipsiz küpün içinde olsaydı. Ve ihtiyacı olana anında elimizi daldırıp, ikram edebilsiydik. Bence gereksiz laf ve sözlerin, eğlencelerin istilasına uğramış bütün programlar, düşünmeyi de, araştırmayı da köreltiyor.

* * * * * 

Genelde bizim gençler arasında Survivor tipi proğramlar, giyim kuşam, yemek yarışmaları revaçta. Bu toprakların en iyi tarz giyinen genç kızları olabilmek adına yavrularımız çıplak palyoçalara dönderiliyor. Batı’da ise gençleri eğlendirirken eğiten, öğreten,  onlara taze ruh aşılayan proğramlar yayınlanıyor. Örneğin Berlin’de yaşayan bir gencimizden öğrendiğimize göre, Alman televizyonlarında isyankar gençlerin ailelerinin evlatlarını eğitmek için başvurdukları bir program yayınlanıyor. Ondört- yirmi yaş arasındaki bu gençler genelde asi, dengesiz, psikopat; aile ve devlete karşı nankör kişiler. Formata göre ikişer dağıtılıp, dünyanın yokluk içindeki geri kalmış ülkelerine gönderiliyorlar. Kimisi Moğolistan bozkirlarına, çadır da yaşayıp çiftçilik yapanların yanına; kimisi Afrika’ da bir ailenin yanına; kimisi  Güney Amerika'da Brezilya Amazon ormanlarına vs. yolcu ediliyorlar. Oralarda aralarında yaşadıkları yerli aileye uymak mecburiyetleri var. Onların gerçek çocukları gibi önceden hiç yapmadıkları işleri de yapmak zorunda bırakılıyorlar. Bağda bahçede, ahırda vs yaşamaya alışıp, birlikte oldukları aileye yardım etme yükümüne katlanıyorlar. Sigara dahil pek çok şey yasak. Durumları iyi olmadığı için beslenmeleri de düzgün olmuyor. Modern dünyada hayatı kolaylaştıran çamaşır makinesi benzeri aletler de yok. Sonuçta bu kadar kötü şartlarda yaşayan gençler, kendi evlerinde, memleketlerinde maddi durumları çok iyi olmasa da oralardan bin kat daha iyi yaşadıklarını fark ediyorlar. Ağlayıp, sızlıyorlar. O her gün küfür ettikleri, kötü davrandıkları öz ailelerini, akrabalarını, öğretmenlerini özlüyorlar. Sonra geri dönünce dünya onların oluyor, ailelerine sarılıp ağlıyorlar. “Artık okuluma devam edeceğim; tahsilimi bitirip çok iyi bir meslek sahibi olacağım!” diyerek,  geçmiş hayatlarından çok pişmanlık duyduklarını dile getiriyorlar. Geri döndükten sonra o hor gördükleri evleri onlara artık cennet geliyor. 
Suriye’li misafirlere karşı hor davranan halkımıza dengeli yayınlarla bu tür bir gerçeği hatırlatmalıyız. Kendimizi onların yerine koyalım. Cennet vatanımızdaki şu an ki rahatımıza hiç kıymet biçilebilir mi?

* * * * * 

Ülkemizdeki televizyon yapımcısı arkadaşların, senaristlerin insanlarımızı salt eğlendirme yerine, hoş vakit geçirtirken eğitme amaçlı yayınlar yapmaları ne kadar önemli.  Böylelikle eğlendirme ya da eğitme kisvesi altında çocuklarımızın zamanlarına tasallut eden, hayatlarından çalanların kötülüklerinden onları koruyabiliriz.  


   



Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
BurakAli AAyyildiz 2015-07-10 01:13:23

Perihan hanim kaleminize sağlık, cok güzel olmuş. Yanliz bir yeri düzeltmem gerekirse bu bir yarışma değil, her hafta düzenli yayınlanan ve bir kanal için hazırlanmış Program yayını. Belgesel diyelim. Hayirli Ramazanlar diliyorum.

Avatar
Filiz Çırpıcı 2015-07-12 04:53:09

Perihan Akçay Hanım'ın kalemi var olsun.Şu sefil gidişata bir dur diyebilmek için bu yazılar,konuşmalar çok isabetli.İnşaallah daha çok insan istifade eder ve düşünür.