Uzun zamandır görüşmediğim çocukluk arkadaşımdan ansızın gelen "merhaba" eski zamanlara götürdü beni. Nasıl da mutluyduk o yaşlarda, nasıl da sevinirdik minik bir tebessüme bile! Ne kadar az talebimiz vardı, ne zaman bu kadar memnuniyetsiz olduk ve ne zaman yalnızlaştık bu  kalabalıklar arasında?....

80'li yılların sonları. Bayrampaşa' da çoğunluğunu göçmen ve Karadenizli ailelerin oluşturduğu bir sokak. Aralarında bir ya da iki yaş farkı bulunan ortadirek ailelerin mutlu çocuklarıydık. Siyah önlüklerimiz ve kolalı beyaz dantel yakalarımızı giyinir, kızlı erkekli hep beraber okula giderdik. Okuldan eve döndüğümüzde de trafiğe kapalı, ev aşırı ağaçların bulunduğu, mahalle sakinleri ve esnafın sıcacık dost selamıyla ısınan sokağımızda akşam ezanına kadar körebe, yağ satarım bal satarım, vezirganbaşı, istop, sek sek, ip atlama, beş taş gibi o dönemin meşhur oyunlarını sıkılmadan oynardık. Erkekler futboldan vazgeçemezlerdi. Öyle iyi anlaşan çocuklardık ki kızlı erkekli de maç ettiğimiz olurdu.

Tek derdimiz o gün yapacağımız etkinliklerde kimi takım arkadaşı olarak seçeceğimizdi. Yoksa ne ekonominin durumu, ne devlet meseleleri, ne savaş gündemi çok da âlâkadar etmiyordu bizi. Onların yerine her gün su muhallebisi yapıp satan güler yüzlü muhallebici dedemizi ve 10 lira karşılığında döndürülen salıncağın geliş saatini beklemek heyecana gark ediyordu hemen hepimizi. Muhallebilerimizi yer, muhallebi kâselerimizi temizleyip evlerin duvarlarında kara sinek avlama telaşına düşerdik. Eee bir de Eti Puf paketlerini de unutmamak gerekir. Bu oyunları hep birlikte yapardık. Yalnızlığı sevmezdik hiç. Paylaşırdık, daha mutlu olurduk sanki ekip olunca...

Hava kararmaya başladığında ilk ben ayrılırdım arkadaşlarımın arasından. Çünkü babam gelmeden dersimi bitirip onu karşılamam gerekirdi. O da kendisini güleryüzle karşılayan çocuklarına, ceplerine doldurduğu çikolataları ikrâm ederek cevap verirdi. Kim kaçırmak isterdi ki böyle bir kavuşmayı.

Sonra yıllar geçti, büyümeye başladık farkında olmadan. Sokağımızdaki ağaçlar kesildi birer birer. Her gün heyecanla muhallebisini beklediğimiz ak sakallı, tonton dedemizin evinden ağlama sesleri yükseldi bir sabah. O zaman ondört yaşındaydım. O günden sonra su muhallebisi yemez olduk. İstesek de yapan yoktu zaten. Yapan olsa bile o dedemizin yaptıklarının yerini tutmadı hiçbiri.........

Gel zaman git zaman sokağımızdan arabalar geçer oldu. Bizden sonraki kardeşlerimiz bizim kadar şanslı değillerdi. Çünkü trafiğe açılan sokağa artık dönen salıncak getirilmiyor, velhasıl o çocukların heyecanlı çığlıkları sokağı şenlendirmiyordu...

Günümüz çocukları bizim gibi diz yaralarıyla değil, elektronik cihazların başında büyüyorlar. Birçoğu paylaşımcı değil. Üniformaları rengarenk, gardropları dolu ama tok evin aç kedileri misali şen kahkahalar atamıyorlar. Hiçbir şey yetmiyor onları memnun etmeye. Duyguları çarçabuk değişip hemen karamsar olabiliyorlar. Herşeyleri var ama yalnızlar. Dört duvar arasında hapsedilmiş, bir saatlik park turlarıyla avunan şanslı gibi görünen şanssız çocuklar...

                                                                                                                            


 

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
UĞUR 2014-11-12 10:53:37

emel hanım konuyu o kadar güzel ifade ettiniz ki, okurken beni çocukluğumz götürdünüz ve yüzümde bir gülümseme oluştu.bir an resmen yaşadım o günleri... bizim nesilin toprak ile iç içe yaşaması büyük bir şans. yeni nesil çok yalnız. "ıssız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız 3 şey nedir" diye sorsak, akıllı telefon, ıpad ve şarj aleti diyecekler :(