Dallarından vazgeçen, rüzgâr yemiş sarı yapraklar, birer birer düşerken yerlere; ömür defterinden de birer birer eksilir sararmış yapraklar. Bir de bakmışsın, ömür defterinin sarı yaprakları tükenmiş… Düşüvermişsin kara toprağa. Hey ömür! Var mıydın, yâr mıydın bu fâni bedende? Yaprak dört mevsim bekler, biriktirir toprağa özlemini. Ya sen, ya sen ey beden yâr!.. Sen de biriktirdin mi bir ömür Yaratan’a özlemini?

Hiç istemezsin toprağa dönmeyi değil mi? Bir yaprak kadar özlemezsin toprağa düşmeyi. Ne kadar da sımsıkı yapışırsın dünya denen ağacın vefasız dallarına. Heyhat!.. Ne kadar sıkı sarılırsan sarıl; sayılı nefesin sararıp tükeniverince, dal senin kollarını sıyırıp atıverince kendinden; süzülüverirsin haberin bile olamadan o sonsuz âleme.

Ey eylül! Ne de masumsun, ne de hüzün yüklüsün. Şairler şiirler yazmış, adına, “Eylül’de gel”, “Eylül Akşamı”, “Ben Eylül Sen Haziran” demiş; yazarlar romanlar, denemeler, hikâyeler yazmış, adına, “Eylül” demiş; ressamlar, resimler çizmiş sarı sıcak, adına, “Eylül” demiş; anne, babalar çocuklarına, “Eylül” adını koymuşlar; heykeltıraşlar yapamamış hüznün heykelini, adına tükeniş diyememiş.

Masum musun sen yani? Oysa hiç de masum değil, mağrur… Mağrur ki ne mağrursun. “Mağrur” demek pâyedir belki de sana… Kopmamacasına kollarını annesinin boynuna düğümleyen bir yavruyu, söküp atan bir anne kadar zalimsin de aynı zamanda. Boşuna yazılmış senin için onca şiir, roman; boşuna bestelenmiş onca güfte. Hakketmedin mi ne? Onun için mi tükenmişliği yaşıyorsun? İstersen değiştirelim, şu adını, “Tükeniş” olsun. Daha uygun. Dirilişe gebe tükeniş…

İstersen, gel seninle anlaşalım. Ne ben senin bir gün beni dallarından kollarımı koparıp atacağını bileyim. Bilmiyormuş gibi yapayım; Ne de sen bana Ekim’i, Kasım’ı, karların, fırtınaların nefesini fısılda.

Sen bana hep gülümse; ben de sana hep gülümseyeyim. Dalından koparıp atacağını, bilmiyormuş gibi yapayım. Gülümseyelim dost muşuz gibi birbirimize… Aslında sana bir şey itiraf edeyim mi? Sen mağrur, zalim, acımasız, vicdansız değilsin aslında. Gerçek olan ardında bıraktığın yıllar, bir yığın sarı yaprak.

Ey yaz bozumundan kalma, yıkık dökük Eylül! Bakma öyle! Saçlarının güneşi de öldü ölecek. Bak! Bir dolunay doğuyor eylül akşamlarından. Sabaha kalmadan o da ölecek.

Gözler asılı kaldı, vazgeçilemeyen ama kopmak zorunda kalınan dallarda, darağaçlarında…  Geçmiş bir zamandı, “miş”lerde.. “dı”larda… anlatılacak… Görünen, öğrenilen geçmiş zaman kipleri.

Sizce de “Eylül biraz eğri değil mi?..”

Aşkınız Cemâl olsun

Gönlünüz O aşkla dolsun

Eyvallah Yâ! Hû!



 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.