Melâhat ÜRKMEZ

İşte tam karşımızda konuşan, gençliğimizin ideali Mim Kemal Öke'ydi. Televizyonun Ankara dışında yayın hayatına başladığı ilk yıllardı sanıyorum. Ayakta, kollarını çapraz bağlamış, soruları, konuşmaları kafasında tahlil ederek dinleyişi... Türkiye'nin en genç profesörü olarak onurlu akademisyen duruşuyla,  panelistlere ve seyircilere soru soruşu, söz hakkı verişi... Böylesi tablolardı belleğimde iz bırakan.

Yıllar yıllar çok uzun yıllar geçti. Geçtiğimiz hafta Aydınlar Ocağı Başkanı Dr. Mustafa Güçlü'nün Hoca'yı Konya'ya davet ettiğini arkadaşım Perihan Akçay'dan öğrendim. Ve Öncü Düğün Salonu'nda alkışlar arasında yılların yaşlandıramadığı Mim Kemal Öke sahneye çıkarak dinleyicileri selamladı. Birdenbire salona bir yıldırım düştüğünü hissettim sanki.

Daha konuşmaya başladığı ilk dakikalarda dinleyenleri o sırlı ruh atmosferinde yaşatmaya başladı. Öyle ki, insanlara birer çift kanat armağan etti, içinde bulundukları maddi âlemin dışına kanatlandırdı, "feyz havuzundan sulanan mânâ mesirelerinde" seyran ettirmeye başladı. Sözleri âdeta mânâ mesiresinin mihmandarlığını yapıyordu.

Evet! Karşımızda Mim Kemal Öke... Büyük bilim adamı... Ünlü bir akademisyen... Ve öbür çehresiyle, bir başka çehresiyle tam da karşımızda... Sanatçı, sanat ve kültür adamı... O müthiş psikolojik tahlilleri, tıp ve psikolojiye yaklaşımları, uzman doktorları ve psikiyatrları gölgede bırakacak bir formasyona sahip oluşu... Psikolojide ve psikiyatride hangi ekolü temsil ediyordu?.. Uzmanlara taş çıkartacak bir derinliğe sahip olmasının yanısıra ekollere geçiş tarzı... Birdenbire bütün ekollerin üzerine çıkan harikulade yaklaşımı, uzmanlık alanı dışında girdiği yeni sahalarda da ufuk açıcı görüş ve düşünceleriyle bilim ve kültür dünyamıza büyük katkıları olacağından hiç kuşku yok.

Gerçek entelektüel, kendi sahasının dışında da en az uzmanlık sahası kadar çığır açan ruh ve zihin zenginliğine haiz olan demektir. Ayrıca ve buna ilaveten seçkin bilim insanı... Bütün bunların üzerine çıkarak felsefi sentezlere ulaşmış insandır. Bilim ve teknolojinin baş döndürücü gelişmelerle bugün geldiği noktada belli uzmanlıklar, dar ve sığ alanlara sıkışıp kalmıştır. Bugün gerçek aydınlara düşen görev; "ah"larla, "vah"larla ninni söylemek gibi, "Nerede kaldı o eski günler?" demek değil; "Nerede kaldı o eski filozoflar?" demektir bence.

Bize bilimsel, kültürel, ruhsal bir ziyafet veren değerli bilim adamımızın mümtaz kişiliğinin yanı sıra bilge zarafetini de selamlamak bahtiyarlığına ulaştık.

Geniş kültür hayatıyla birlikte, yeni uğraşı alanı olan müzikle terapiyi anlattı bize. Benim hatırladığıma göre; eşsiz, bilimsel kimliğiyle, kültür ve edebiyatımıza vakıf bir değerimiz vardı. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Kürsüsü'nün ünlü başkanı, (Allah rahmet eylesin) tıp dünyasının en büyük doktorlarından birisi olan rahmetli Prof. Dr. Ayhan Songar, ilk defa müzikle ruhsal tedavide bir ilk olarak çığır açmıştı. Psikiyatrinin aşılamayacak böyle bir dehasının fikir ve kültür adamı olarak da tarihimizde mümtaz ve müstesna bir yeri vardır. Mim Kemal Öke'yi dinlerken bunları düşündüm, hatırladım bir anda. Bir diğer hatırladığım isim ise, Prof. Dr. Ayhan Songar'ın yanında müzikle tedavi konusunda klinik psikoloji doktorası yapan ve 1975 yılında TÜMATA (Türk Musikisini araştırma ve tanıtma) grubunu kuran Rahmi Oruç Güvenç oldu.
Yanlış hatırlamıyorsam 2008'in Mayıs ayındaydı eşi Azize Andrea Güvenç ve grubuyla birlikte Konya'ya gelmişlerdi. Rixos Otel'de Altaylar'dan, Belh'den, Horasan'dan, Azerbaycan'dan, Urallar'dan, Mevlâna'dan, Yunus'tan esintiler sunmuşlardı. Ruhumuzda, kanlarımızda, genlerimizdeki şifrelerden midir, nedir bilinmez, millet olarak Anayurt Orta Asya'dan esintiler, tınılar duyunca bir başka kıpırdanmıştı içimiz... Hasret işte... Tıpkı Hz.Mevlâna'nın Mesnevî'deki ilk 18 beytinde kamışlıktan kesilen neyin anavatanı olan kamışlığa duyduğu hasret gibi... TÜMATA grubundan çok etkilenmiştim ve Konya Postası gazetesindeki bu köşemde,  "TÜMATA Türklük Duygularını Şahlandırdı" başlığıyla bir yazı kaleme almıştım.

O toplantıda Mim Kemal Öke'ye bunu bir soru olarak sorma cesaretini bulamayışım, kendi adıma bir eksiklik olsa da o güzel konuşmanın üzerine herhangi olursa olsun bir sorunun yavan geleceğini düşünmemdendi...

Belki de keşfi aşkın metodolojisiydi başat öge olan, musikinin ilâhî kaynağına yönelişti... Kim bilir... Asıl fenomen ise o râbıtayı kurabilmekti belki de...

Rebap, kopuz, ney, dombra, çeng, kanun, koçkarca, demir gobız, mazhar kudüm, asatayak, gubuz... hepsi bizim enstrümanlarımız. Ergenekon Destanı, Manas Destanı, Altay Türkleri'nin Azat Kızı, Kazak Türklerinin Karagay'ı; Yunus Emre'nin Segah İlahileri, Kürdilihicazkar, Rast, Uşak, Nihavend, Acemaşiran, Muhayyelkürdi ilahileri... hepsi hepsi bizim kimliğimiz, kişiliğimiz. Mim Kemal Öke'ye, Eşi Nevval Öke'ye, tatlı kızı melek Nazlı Öke'ye, Rahmi Oruç Güvenç'e, eşi Uygur Türkü Azize Andrea Güvenç'e, TÜMATA'ya... yürek dolusu selam olsun.

 
 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.