Zafer kelimesini kendim ve yakınlarım adına kullanmayı sevmem. Nedense bana sarhoşlukla, tembellikle ilintili imiş gibi gelir. O nedenle seçim sırasında desteğimi verdiğim bir parti kazanınca, zafer nidaları yüklü yazı yazmak da gönlüme terstir. Nitekim 30 Mart sonrası, desteklediğim aday kazandı diye yüksek sesle medyadan sevinç çığlığı atmadım.  Hani yenilgi hissiyle sessizliğe bürünenlere de nazire yapar gibi olmasın diye… Ama gelin görün ki, bu sefer mağlubiyet yaşayanlar, seçilmesine oyumu sunduğum adayım balkona çıkmış konuşurken, iki dakika olsun sevinerek onu izlememe izin vermediler. Sosyal medyadaki  muhalif arkadaşlardan öyle bir taş yağmuruna hedef oldum ki…  En çok etkilendiğim cümleler şunlardı. Demek yaram ağırmış ki, gocunmuşum. :)  “Tayyip’in şu anda kazanmış olması, onun mükemmel olduğunu göstermez. Bir zamanlar F.Gülen’e de laf söyletmiyordunuz. Ama şu anda yerlerde sürünüyor gözünüzde. Zamanı gelince Zat’ı Muhterem de nazarınızda aynı akıbete uğrayacak.”

Evet, bir zamanlar G’ye laf söyletmezdik gerçekten. Ama bir farkı Hakk ve kullar huzurunda tescillememiz lazım. F.G siyaset adamı olarak ortaya çıkmadı ki. Onu biz bir Allah dostu kabul ettik, hürmet ettik. Onun ismi üzerinde insanların aykırı zan telaffuzuna izin vermedik. Hatta bir defasında üyesi olduğum bir yardım derneğinin YK toplantısına katılmıştım. Orada dernek üyesi bir hanım: ”Bir hainin gazetesi Zaman’da yazı yazan kadının bu derneğe girmeye hakkı yoktur.” demişti. Ben de o günden sonra gönül bağıyla bağlı olduğum bu derneğe kendimi yabancı saymıştım.

Kısaca, Fethul bir manevi önderdi bizler için. Ama bugün gizli emelleri deşifre oldu. Bir vesileyle onunla ters düşmüş devletimiz bizi uyardı. Devlet tarafını seçtik. Yani tarafın biri güya STK bir örgütün manevi lideri. Diğer taraf devlet. Devletin başı yanlış yaparsa halk onu tez zamanda cezalandırır. Fakat gizli örgütlerle uğraşmak her zaman çok zordur. Ülkesinin menfaatini her şeyden önemli gören ben ve benim gibi kalem sahiplerinin Sayın Erdoğan’dan yana taraf olmamızın ilk sebebi budur.

* * * * *

Fethul hareketinin mensuplarının ve hizmetkarlarının pek çoğu bu hareketi bir samimiyet hareketi olarak algılamış insanlardan oluşuyordu. Bu güzel insanlar belki de yıllarca muhayyilelerinde aradıkları güzellikleri ve açılımları bu hareket vasıtasıyla gerçekleştireceklerine inanmış kimselerdi. Bu insanların hem imani hem de ibadi yönden meleklere eş değerde güzel bir ruha sahip oldukları konusunda en ufak bir şüphem yoktur. Bu insanlar hiçbir siyasi gaye ve ikbal düşünmeden, sahabe ruhuyla günümüz dünyasında mücadelelere katılıp ellerinden gelen her türlü çalışmayı yaparak hizmet eri olarak ön saflarda yer almışlardır. Çalışmalarında İslam'a hizmetin dışında herhangi bir düşünce ve tasarruf asla yoktur. Okullarda çalışan binlerce diyebileceğimiz sayıdaki öğretmenlerin de birer mana eri olarak yola koyuldukları (sonradan bu çizgiden uzaklaştırılıp Hıristiyanlık propagandası yapma gibi başka amaçlara yönlendirildiklerinden bahsedilmekle birlikte) bilinmektedir. Türk halkının bu hareketi algılama şekli ve biçimi de tam bu resme uygun biçimde olmuştur. Tüm Anadolu insanı bu hareketi ve bu harekete hayat veren insanları en ulvi amaç,  mefkure uğruna hareket eden mana erleri olarak görmüşlerdir.

Nice değerli çalışmaları bulunan Prof.Dr Suat Yıldırım, samiyetine çok inandığımız Vehbi Vakkasoğlu, Ahmet Turan Alkan vb. fikir ve kalem sahibi insanların da katkılarıyla çok yüksek burçlara taşındığını düşündüğümüz bir davanın siyasallaşan ve amacının dışında mecralara saptırılan bir politik hegamonyaya dönüştürülmesi bu hareketi Türk halkının gözünde küçültüp bitme noktasına getirmiştir. 
İşte tam da burada insan sormadan edemiyor: Bu harekete yıllarca hizmet etmiş pek çok aklı selim insan bu hareketin mecrasından saptırılması sürecinde neden seslerini hiç çıkarmıyorlar? Sadece biat kültürü mü geçerli bu harekette? Yanlışlıklara sapıldığında Hz. Ömer'in çağrısına benzer bir çağrı ile en azından yapılan yanlışların gerçekliğinden hiç mi bahsedilemez? 


O ne yapıyorsa doğrudur, onun yaptığında mutlaka bir hikmet vardır diyerek sade bir biat anlayışıyla yaklaşmak günümüz dünyasında çok açık hatalara bile bile katlanmak ve İslam düşmanlarının değirmenine su taşımak anlamına gelir. Bu hareketin ve mensuplarının daha çok zarar görmemesi için dışarıdan yapılan uyarılar ve eleştiriler önyargı ile karşılanıp hemen reddedilmektedir. Oysa bu hareketin Allah rızası çerçevesinde bir hareket olarak devam edip etmediğinin içerden bir akılla ve basiretle yeniden değerlendirilmesi ve bu hareketin başında olanların hatalarının doğru olarak gösterilmeye çalışılması yerine gerçek doğrunun ne olduğunun yeniden tespit edilip hareketin rotasındaki sapmanın düzeltilmesi gerekmektedir. En azından bu fikir üretebilme ve eli kalem tutma yeteneği olan insanların bu hareketin otokritiğini yapması, doğru ve yanlışlarını ortaya koyması gerekir.

 

 Mesela Zaman gazetesi yazarlarının tümüyle siyasileşmiş bir kirli gözlükle dünyaya bakıp insanlara da o kirli camdan bakmaları için gösterdikleri çaba, harekete daha çok zarar vermektedir. 

Bu sebeple samimiyetlerine inandığımız hizmet erlerinin bu harekete inanan ama şu anda yürekleri şüpheye düşmüş insanları ikna edecek şeyler söylemesi zamanı gelmiş ve geçmektedir. 

SEÇİLMİŞ CUMHURBAŞKANI SAYIN RECEP T. ERDOĞAN ve onu bu ulvi makama layık gören NECİP MİLLETİMİZE TEŞEKKÜRLE… VATAN SAĞOLSUN!

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.