Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, zamanın birinde, mutlu mu mutlu, huzurlu mu huzurlu bireylerden, ailelerden oluşan bir toplum varmış. İnsanlar birbirine selam verir, hal hatır sorar, cömert, ikram etmeyi bir zevk sayan, bol muhabbetli, hatır gönül soran insanlar yaşarmış… Sonra yıllar geçmiş ve ‘beyaz cam’ denilse de artık, bizim için nerde ise ‘kara kutu’ ! olan ‘televizyon’ adında bir alet çıkmış. İnsanlar artık, birbirlerine selam vermek, hal hatır sormak bir tarafa, birbirlerini adeta görür görmez, duyar duymaz hale gelmişler.

Peki bu nasıl olmuş, huzurlu, mutlu, neşeli, o evlerin yaşadığı aileler şimdi, ne halde olabilir acaba?

Akşam olup da evlerin ışıkları bir bir yandığında, içerideki hayatları bir gözden geçirelim. Hemen her evde açık olan, televizyon ekranını görürüz, öyle değil mi? Okuldan gelen çocuk her faaliyetini  onun karşısında yapar. Yemek eğer mutfakta yeniyorsa ve şans eseri ortamda televizyon yoksa, işte bu çok güzel; yüzeysel de olsa, aile bireyleri arasında günlük yaşanan olaylar hakkında, bir sohbet imkanı olur. Yemek bitiminde herkes ya salonda, televizyon karşısına kurulur ya da imkan ölçüsünde, her bireyin odasında ona eşlik eden bir ekran bulunur.

Toplum olarak, dizilere endeksli bir yaşam modundayızdır artık. Öyle ki arkadaş-dost buluşmalarını bile dizilerimize göre planlayıp, reklam arasında çabucak yapılması gereken şeyleri yapıp, hemen ekran başına geri dönmekteyiz.

Baba bir oda da başka bir ekranda, anne bir oda da başka bir ekranda, çocuklar bir başka oda da başka bir ekranda ya da bilgisayar ve ya cep telefonuna saatlerini hapsetmiş durumda. Bu şekilde, ekranların karşısına geçip, hatta pek çok evde artık, aynı evde fakat ayrı odalarda farklı ekranlarda, evlilik, kadın ya da spor programlarına hapsedilmiş akşamlarımızda, hayatın bizim için önemli sorumluluklarını birkaç saat bir kenara atıp, sözüm ona, rahatlamaya çalışıyoruz. Ama ne mümkün(!). Dizilerdeki karakterlerle bütünleşip, onların yaşam tarzı ile özdeşleşme telaşına giriyoruz. Eğer bu şekilde mutluysak, geçmişe sade yaşantılı günlere özlemimiz neden, o halde? Sobada kestane yapılan sıcacık aile sohbetlerinin olduğu, uzun kış gecelerine ne diye methiyeler diziyoruz? Ve çok garip bir çelişki ile bu özlemimizi de sosyal medyada arkadaşlarımızla paylaşıyoruz. Göz göze bakmadan, ‘’surat ifadeleri ‘’ eşliğinde !

Herşeye o kadar alıştırıldık ki, toplumsal değer yargılarımızı bile yitirmek üzereyiz. Ekranda görmeye alıştığımız çarpık ilişkiler, bizi ya o çarpık ilişkiler gibi zaman içinde farkında olmadan yaşamaya sevk ediyor ya da, etrafımızda yaşanan hayatlara duyarsız kalma eğilimine itiyor. Farkında mıyız, biz nereye gidiyoruz ?

Aileyi bir arada tutan samimi bağlar ve ortak değer yargılarımız, maalesef erozyona uğratılıyor. Bu konuda birilerini, günah keçisi ilan etmek çözüm değil.

Geleneksel Türk ailesi kavramı, çağlar boyunca bugüne kadar süregelmiş. Bunu devam ettirmeye çabalamak, önce yine en küçük birimde; ailemizde başlar. Her akşam ve her hafta sonu dış etkenlerden sıyrılarak, birbirimizle sohbet edebilmeli, özel vakitler geçirebilmeliyiz. Bunu eğlenceli hale getirip, keyif almalıyız. Teknolojinin bize sunduğu nimetlere, seçici olabilsek, insanlığın ve hayatımızın faydasına kullanabilmemiz için, ara sıra elimizin tersiyle, biraz olsun iterek; sadeleşmeye, yeniden sıcak, samimi insani ilişkiler kurmaya, en azından selam vermeye selam almaya, evimizde akşamları yeniden dertleşmeye, karşılıklı sohbet etmeye, huzurlu bir toplum olma adına, daha fazla kayıplar yaşamadan, daha çok değerlerimizi yitirmeden, yeniden karşılıksız muhabete, yeniden sevgiye başlamaya ne dersiniz?
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.