Padişah, rüyasında dişlerinin döküldüğünü görür. Sabah kalkar ve rüyayı yorumlaması için tabircileri davet eder. Dişlerin dökülmesinin ölüme dalalet olduğunu belirten tabirciler bir bir idam edilir. 9 arkadaşının bu yorumlarından ötürü ölüme mahkûm olduğunu bilen 10’uncu tabirci kaygı ve korku ile padişahın huzuruna gelir. Padişahın “De bakalım gece gördüğüm rüya neye işaret eder?” sorusunun ardından bir müddet duraksayan tabircinin cevabı “Hünkârım, rüyanız hayra delalet eder, sevdiklerinizin sizden uzun ömürlü olacağına delalet eder” olur. Bu cevaptan memnun olan padişah, tabirciye hediyelere boğar ve evine yollar.

Bu hikâye ile bir durumu, bir olayı hangi yöntem veya sözler ile dile getirmemiz gerektiği yani üslubun önemi anlatılır. Üslup öteden beri gerek sosyal yaşantımızda gerek aile hayatımızda duyarlı olmadığımız bir husus. Sözlerimizi tartmadan kullanmamızın, karşımızda bulunanı dilimiz ile kırmamızın, rencide etmemizin örnekleri çoktur.  Bu örneklere siyasi hayatta da rastlamamız mümkündür. 

Şöyle bir arşivleri yokladığımızda Süleyman Demirel’in Turgut Özal’ı hedef alan  ‘siyasetin kısa pantolonu, ikiyüzlü, yüreksiz, orta malı, ebleh’ gibi kelimeler kullandığını görürüz.
Yine Tansu Çiller’in siyasi rakibi Mesut Yılmaz’a yönelik ‘şerefsiz onbaşı’ sözü de halen akıllardadır.  Bu örnekleri vermemizin nedeni sert üslubun ve hakaretin bu döneme mahsus olmadığını ortaya koymak; ağır ithamların, nitelemelerin  zaman zaman siyasilerce başvurulan bir enstrüman olduğundan söz etmektir, Malum geçenlerde tek aday olarak kurultaya giren, rakiplerini baskı ile yarıştan çektirdiği iddia edilen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için ağzına aldığı ‘diktatör bozuntusu’ nitelemesi hakaret siyasetinin bir kenara bırakılamadığının açık bir kanıtıdır. Böyle bir dil kullanılırken hedef alınan aktörün ve ona gönül verenlerin ruh halini de göz önünde bulundurmak gerekir. Hali ile bu ifadeler o aktörü ve gönül verenleri de aynı eğilime sürükleyebilir.

Artan ses tonu, kulakların sağırlaşması hem siyasilerin hem toplumun hem aile bağlarının aşınmasına, bireylerin sert tartışmalara hatta kavgalara girmesine neden olur. Böyle bir duruma sebebiyet vermemek adına sert, hakaretvari bir dilden kaçınmak bu ülkeyi yönetenlerin ve yönetmeye talip olanların sorumluluğudur.  Bu anlamda siyasilerin bir araya gelmesi ve bir birlerine 'hakarette bulunmama, küfretmeme, ailesini ve şerefi ile namusunu hedef almama'yı taahhüt eden bir protokol imzalaması zarurettir.

'Diktatör bozuntusu' nitelemesine ve hakaret siyasetinin boyutlarına temas ettikten sonra bu aralar hatta bayağıdır dillerde dolaşan ‘diktatör’ ifadesine de değinmekte yarar var.  Seçmenin yüzde 52’ye yakınının oyunu alarak Cumhurbaşkanı olan bir ismi hedef alan hakaretvari nitelemeleri kullananlara sormak gerekiyor, “Siz Rusya’da Putin’e,  Suriye’de Esed’e diktatör diyebilir misiniz?
Siz iktidarları döneminde Irak’ta Saddam’ı, Libya’da Kaddafi’ye diktatör diyebilir miydiniz? Siz Ruhhani için gazetenizden “İnsan olduğunu iddia etti…” diye manşet atabilir misiniz?  Bırakalım totaliter ve otoriter ülkeleri siz Almanya’da Angela Merkel için, Fransa’da Hollande için derginizin kapağından “Asılacak adamsın ulan…” cümlesine yer verebilir misiniz?

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.