İmam-ı Gazali’nin, İslâm’ın büyük mütefekkiri, moda deyimi ile düşünürü! olduğu malûmdur. Bu büyük mütefekkir “İhya-i Ulûmuddin adlı meşhur eserinde bir gerçeği dile getirerek “Mümin siyâset, münâfık riyâset dâvâsındadır”demiştir. Bu ne demektir? Mümin yâni gerçek Müslüman temeli adâlet olan dürüst bir siyâsetin peşindedir. Münâfık ise reis olmak uğruna yalanı, ihâneti, her türlü adâletsizliği bolca kullanmaktan çekinmediği bir riyâset dâvâsındadır. Siyâset adâlete dayandığı müddetçe riyâsetten üstündür. Kısaca ifâde edersek müminin yaptığı siyâset adâletle kardeştir yâni adâletle beraber olmalıdır.

Geçmişe doğru yola çıktığımız veya hâfızamızı tazelediğimiz zaman riyâsete, reis olmaya istekli olmayan hatta hasbel kader bu makama getirilmiş olsalar bile o makamı terketmek isteyenlerin olduğunu görürüz. Fâtih’in babası II. Sultan Murad Han tahtını oğlu Şehzâde Mehmed’e bırakıp bir köşeye çekilip yaşamak istemedi mi? Âdeta zorla, Padişah oğlunun iradesine uyarak tahta tekrar mecburen oturmadı mı? Ya oğlu , daha sonra İstanbul fâtihi olan Sultan Mehmed… İstanbul’u fethettikten sonra mürşidi Akşeyhin çadırına gidip ona tahtı da saltanatı da bırakmak istediğini söylemedi mi? Akşeyhin ikazı ile küskün ve isteksiz o ateşten tahta dönmedi mi? Koca Belh Sultanı İbrahim Ethem de tacı da tahtı da terkedenlerden değil miydi? 

Tahtını on iki yaşındaki oğlu, ilerdeki yılların İstanbul Fâtihi Şehzâdesi Mehmed’e bırakan II. Sultan Murad’ın şahsiyetini, karakterini incelediğimiz zaman, onda var olan vasıfların, riyâset makâmını bir türlü bırakamayanlarda bulunmadığını görürüz. O, 11 sene süren bir fetret ve yokoluş devrini nihayete erdirip kılıç yaralarıyla dolu bedeninin ruhûnu erken denilecek bir yaşta gerçek sâhibine teslim eden Çelebi Mehmed’in oğluydu. Babasının nice canlara mâlolan mirasını 18 yaşında devralmış, yorucu ve çok koşturucu, düşmanlarının bile itiraf ettiği gibi dürüst bir siyâset yapmıştı. Peki riyâseti yâni reisliği, sultanlığı başkanlığı hiç düşünmeden oğluna nasıl bırakabilmişti?

Evet, nasıl bırakabilmişti? Çünkü riyâset zevkini ikinci plana atabilecek hiçe indirecek bir iç âleminin sâhibiydi de ondan… Şâirdi, âlimdi ve dervişti… Tahtını bırakmasını istemeyenlere söylediği bu sözler onun iç âleminin zenginliğini anlatır: “Bunca demdir ibâdullah için çalışıp İslâm’I fitneden pâk ve düşmanın hayâtın çâk edip din ü devlet uğruna gayret eyledik. Bir müddet dahi hükümetten el çeküp Kûşe-i inzivâda pürhuzur ve âsude hâl olmak hâtırdan geçer.” 

Kısaca ifâde edersek II.Murad sınıfına giren şahsiyetlerin siyâset’i ve riyâseti hiç özletmeyecek mânânın ağır bastığı bir iç âlemleri vardı. Dönecekleri böylesine zengin, mânevî değerlerle dolu bir iç âleminden mahrum olanlar riyâseti kolay kolay bırakamazlar. 

Büyük sahabi Hz. Ebubekir’i de hatırlayalım. Halife seçildiği zaman Hz Ali’ye müşterek dostları vasıtasıyla haber yollamış, riyâset için böyle demişti: “Ben bu işin keyfiyetini Fahri kâinattan sordum, bana bu tâlip(istekli) olmayanındır demişti. Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a kasem ederim ki, riyâsette gözüm yoktur. İstersen seçimi iâde edeyim.” İlk hutbesinde ise cemaate gene aynı anlayışla seslenmiş, sözlerine böyle başlamıştı: “İçinizde en iyi ve en lâyık ben olmadığım halde size emir oldum.” 

Yarım asrı çoktan geçmiş ömrümde ben aciz, hep adâletle süslü, ona dayanmış bir siyâsetin değil, nefis kuşunun çok azmanlaştığı çirkin riyâset kavgalarının şâhidi oldum. Kurtuluş Savaşı kahramanı bir İnönü’nün dalkavuklarınn üzerine yapıştırdığı “Ebedi şef”, “Millî şef” vasıflarının daha ilkokul sıralarında beynimize beynimize çakıldığı değişmez başkanlığında, değişmemek o makamdan inmemek uğruna yıllarca bizlere neler yaşattığını ibret alarak, bir gün mutlaka gideceğini ümit ederek, dua ederek yaşadık. Daha sonra bir türlü bırakamadığı riyâset makâmından nasıl uzaklaştırıldığını görerek üzüldük de.

Dışlanmış değerlerimizin, başta İslâm’ın cihanşümûl prensiplerinin iktidâra geldiğini sandığımız zamanlarda ise kısa bir zaman sonra kırılan ümitlerimizle perişan olduk. Müslümanlık bu mu diyerek kahrolduk. İsmet Paşa’dan beri devam eden “Benden başkası reis olamaz,içinizde en iyisi benim,en lâyık olanı benim” iddiasını giyinenlerin, yalakalığı âdet hâline getirenler, yolsuzlukların ayyuka çıktığı demlerde bile dilsiz şeytan gibi susanlar çoğaldıkça daha çok uzun yıllar, İnönü Paşamız gibi o makamdan zorla indirilene kadar siyâset sahnesinde kalacaklarını artık iyice anlamış bulunuyoruz. 

Sivas valisi Büyük Reşit Paşa’nın bu iki mısraı riyâset aşkıyla delirmiş, zıvanadan çıkmış kimselerin bu hırsının nelere mâlolduğunu anlatır: 

Mülki tahrip eyledik zevki riyâset nâmına
Adli yıktık halkı mahvettik siyâset nâmına

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.