Derbiler eskiden bayram havasında geçerdi...

Socrates dergisin'de yayınlanan Bülent Eken'in yazdığı yazıda Fenerbahçe-Galatasaray derbi maçlarının bayram havasında geçtiğini bugünkü gibi hiç kimsenin bir birine düşman olmadığı günleri yazısınıa taşıdı.

26 Ekim 2015 Pazartesi 08:31
Derbiler eskiden bayram havasında geçerdi...






Derbiler eskiden bayram havasında geçerdi...

Socrates dergisin'de yayınlanan Bülent Eken'in yazdığı yazıda Fenerbahçe-Galatasaray derbi maçlarının bayram havasında geçtiğini bugünkü gibi hiç kimsenin bir birine düşman olmadığı günleri yazısınıa taşıdı.

derbi, Galatasaray, Fenerbahçe, Şükrüsaraçoğlu, stad, taraftar

Fenerbahçe – Galatasaray rekabetinde yeni perde pazar günü açılıyor, Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı maça ev sahipliği yapacak. İki takım arasındaki maçlar son yıllarda olaylarla anılsa da durum her zaman böyle değildi. Galatasaray’ın eski kaptanı Bülent Eken, ‘Fenerbahçe – Galatasaray Bayramı’nı Socrates’in Ekim sayısına yazdı:
Eski bir futbol adamı olarak ülke futbolunda bugün gelinen durum beni üzüyor. Gerek saha içindeki yetersizlik gerek saha dışında ve tribünlerdeki gerginlik bedbinliğimin baş sebebi. Hele Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynanan maçlardan önceki hırçınlıklar ve sezona yayılan kavgalar yok mu! Bizim dönemimizdeki rekabeti düşününce karamsar olmamak elde değil…

Galatasaraylı bir ailede büyüdüm. Babam Galatasaray Lisesi mezunu, ağabeyim ise Galatasaray futbol takımının sol açığı ‘Kör’ Danyal’dı. Buna karşın Kadıköy’de ikamet etmemiz vesilesiyle Fenerbahçe takımını yakından takip ettim. Evimizin Fenerbahçe Stadı’na çok yakın olması nedeniyle Zeki Rıza Sporel ve Fikret Arıcan gibi büyük futbolcuları izleyerek büyüdüm. Sonra sporculuk kariyerim başladı ve Galatasaray formasıyla, bu kıymetli rekabete bizzat tanıklık ettim. O derbileri yaşamış biri olarak, sahadaki mücadele ve saygının bugün ne kadar değerli olduğunu anlayabiliyorum. Düşünün ki o dönemde Fenerbahçe ile Galatasaray müşterek bayram yapardık. ‘Fenerbahçe-Galatasaray Bayramı’ adı altında oynanan maçlardan birine ben de kaptan olarak çıkmıştım, ömrümün sonuna kadar unutamam.

Fenerbahçe Stadı’nda oynanan maçtan evvel faal futbolcular ile tekaütler, bando eşliğinde bir geçit töreni yaparak seyirciyi selamlamıştık. Daha sonra tekaütler sahaya çıktı. Emekli futbolcuların kaptanları, derbinin şanına yakışan iki isim; Nihat Bekdik, nam-ı diğer ‘Aslan’ Nihat ve Zeki Rıza Sporel’di. Galatasaray’ın o dönemdeki kaptanı olan bendeniz, efsane isim Nihat Bekdik’i layıkıyla ağırlayabilmek için epey uğraş göstermiştim. Giyeceği formayı özenle hazır edip, evde ütületerek soyunma odasına kadar adeta nadide bir mücevher gibi titizlikle getirdim. Nihat Ağabey’in bu tavrım karşılığında Zeki Rıza’ya dönerek, “Zeki, bak benim kaptanımın yaptığına!” demesini bugün bile hatırlarım. Bu ikili, saha içinde de bayramı izlemeye gelenlere unutulmaz anlar yaşatmıştı. Futbolu bırakmalarına rağmen sahadaki mücadeleleri, büyüklerimiz tarafından bizlere örnek gösterilmekteydi. Bir yanda savaşçılığını feyz aldığım Nihat Bekdik, diğer yanda asaletine öykündüğüm Zeki Rıza Sporel…

Dediğim gibi Kadıköylü olmam vesilesiyle Fenerbahçeli futbolcular ile aynı muhitlerde yer aldım. Henüz çocukken Zeki Rıza’yı stadyumda izlemiş ve büyülenmiştim. Bir de saha dışındaki zarafeti vardı tabii… Ne zaman sokakta görsem, ileride onun gibi klas giyineceğime dair ant içerdim. 1949 senesinde şampiyonluk yolunda ilerlerken, sondan bir önceki maçımız Fenerbahçe ileydi. Mano Palas’taki kampımıza bir anda Zeki Rıza Sporel çıkageldi. Bu önemli karşılaşma öncesinde bize başarı dilemek çin oradaydı. Düşünün, şampiyonluğa giden rakibine başarı dileyen bir Fenerbahçe efsanesi! Bugün, çok çok uzak bir ihtimal…

Bu isimlerden aldığımız terbiyeden olacak ki bizim dönemimizdeki rekabet de dostluk çerçevesinde sürdü. Bir gün Fenerbahçeli Erol Keskin, Kemal ve Hilmi Atakul kardeşler ile Kadıköy’de oturuyoruz. Galatasaray’da da müthiş bir sağ haf sıkıntısı var. Hilmi’ye, “Yahu Hilmi, bizde sağ haf eksikliği var. Gelip, oynar mısın?” diye sordum. İzin alınması halinde severek oynayacağını belirtti. O izin alındı ve Hilmi, bir sene Galatasaray’da oynadıktan sonra Fenerbahçe’ye döndü. Aynı şekilde ben ve kardeşim Reha da Fenerbahçe’nin isteği üzerine Avrupa turnesi kadrosuna dahil olup, ezeli rakibimizle bir hafta kamp yaptık.

Tabii ki kazanma azmi de söz konusuydu maçlarda fakat bu genelde asabiyetle değil şakayla dışa vurulurdu. 1947’de oynanan bir maçta, Fenerbahçe’den Galatasaray’a transfer olan kalecimiz Necdet Erdem, henüz ikinci dakikada sakatlanmıştı. O zamanlar oyuncu değişikliği hakkı olmadığı için kaleye geçtim ve maç berabere sonuçlandı. Maçtan sonra unutulmaz kaleci Cihat Arman yanıma gelerek, “Ulan, yerime göz mü diktin!” diyerek şakayla karışık fırçasını atmıştı. Derbilerde alınan galibiyetlerin de zevki başka olurdu. Antrenörlük dönemimde Galatasaray’ın başında, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ karşı oynadığımız TSYD Kupası’ndaki şampiyonluğu, ömrüm boyunca kıvançla yâd etmemin nedeni de budur kuşkusuz.

Evet, bütün anlattıklarım sizlere masalmış gibi gelebilir. Bugünkü ortamda yaşanmaları çok güç. Futbola ‘para’ mefhumu girdiğinden itibaren yükselen tansiyon had safhada bugünlerde… Fakat şöyle bir düşündüğümde, bunun çok da zor olmadığına inanıyorum. Sadece futbolun bir oyun olduğunu ve Fenerbahçe olmadan Galatasaray’ın, Galatasaray olmadan da Fenerbahçe’nin olmayacağını anlamak kâfi.
Son Güncelleme: 26.10.2015 08:40
Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.