Melâhat KIYAK ÜRKMEZ

Tasavvuf, Allah ile kul arasındaki o ilâhi iletişimin, Allah'a olan o sonsuz aşkın, sınırsız sevginin ifadesi ve izahı olması yanısıra bir yaşam biçimi ve disiplinidir. Allah'a öyle bir adanmışlık vardır ki, bu müthiş duygu seli bir başka bağlamda asla vâkî olamayacak ruh hâlidir. İnsanı kendini kendinden alan, o müthiş heyecan dalgasıyla Allah'ta yok eden bir yok oluşun ('Bir'de birleşmenin, bütünleşmenin) adıdır. Hiçbir beşerî, hiçbir dünyevî sevgi ile karşılaştırılamaz, kıyaslanamaz bir yaşanmışlıktır. Bu yaşanmışlık; birçok disiplini, yolu, dergâhı aşmakla ve en önemlisi de en büyük mücadeleyi kendi nefsine karşı savaşıp, gâlip gelmekle elde edilmektedir. Nefsine karşı nefsini yok ederek Allah'a ulaşmaktır. Bu amaçla çıkılan yolculuğun bitip tükenmeyen adıdır. Olması gereken hâl böyleyken insan kendi kendisine sormadan edemiyor, "Tasavvuf ile aldatanlara ne demeli?"

Şiblî, "Sûfî, halktan ayrılmış, Hakk'a muttasıl olmuştur" der. Cüneyd-i Bağdâdi, "Tasavvuf, mâsivâ ile alâkayı keserek, Cenâb-ı Hakk'a vuslata yol bulmaya çalışmak, Hakk'tan gayrı olan herşeyi terketmek demektir" der.

Bu kadar yüce, ulvî, otantik, hâlis ve tertemiz bir yapıya bazı sefih hislerin, ihtirasların, kaprislerin sızması gerçekten hazindir. Tasavvufi değerleri indi çıkar ve menfaatler adına kullanmak, insanları kandırdım sanarak alçaklığa kılıf hazırlamak olsa olsa bir rezalet olur. Çünkü gerçek bir tasavvuf disiplini ve terbiyesinden geçmiş olan kimse, dünyanın bütün nimetlerini elinin tersiyle itmiş, büyük Hakîkat'in peşine düşmüştür. Bütün muhasebesini, iç dünyasını bu aşk üzerine kurup inşâ etmiştir.

Allah yolunda olmak, en gerçek anlamıyla Allah yolunda ölmek... Yâni nefsini kendinde öldürmek, kendi içinde en büyük devrimi gerçekleştirmektir. İşte bunun adı asıl olan cihaddır ki en büyüğü insanın kendi nefsine karşı yaptığı cihaddır. Bütün kötülüklerden arınmadır, Hak ve Hakîkat'in yoludur.

Öyleyse bu çekişmeler niye? Bir bakıyorsunuz birisi ortaya çıkmış, "Ben" diyor. "En büyük benim. Diğerlerinin hepsi şarlatan. Bir tek bana inanın" Öbürü atılıyor, "Hayır! O sahtekara inanmayın bana inanın" Birbirlerini kötülemeler, iftiralar o raddeye geliyor ki, rant kokuları hissetmemek mümkün değil. Yani tasavvufla hiç bağdaşmayan dünyalık çıkar hesapları...

Geriye... Çok gerilere dönüp de baktığımızda... Birbirinin çağdaşı olan bir Yûnus'ta, Bir Mevlâna'da... günümüz şarlatanlarının kavgalarını görüyor muyuz? Görseydik asırlardır yaşayabilirler miydi acaba? Asırlardır insanlığın gönül tahtgâhlarında saltanatlarını sürdürebilirler miydi? Zira onlar gerçek birer mutasavvıftı, düşüncede de yaşantıda da dünya malını ellerinin tersiyle itmişler, büyük Hakîkat'in peşine düşmüşler, iç dünyalarını gerçek aşk ile inşâ etmişlerdi.

Millet olarak öğrenmeden öğreten konumuna sıçramaya, sıçrayamasak da birilerini uçurmaya kaçırmaya o kadar yatkınız ki, goygoycuların keramet aldatmacalarına şeksiz şüphesiz bütün kalbimizle, saflığımızla inanıveriyoruz. Oysa geçmişte yaşamış, iz bırakmış, gerçek gönül erleri ile günümüz sahtekârlarını bir kıyaslasak amacın Hakîkat mı yoksa cebe at mı olduğunu hemen anlarız. Böylesine "ene"lerini ilân eden hazretlerin(!) ömürleri de bir 738 yıl sürer mi dersiniz?..

Sözlerim samimi mutasavvıflara değildir elbette. Onları tenzih ederim.

AŞKINIZ CEMÂL OLSUN!

GÖNLÜNÜZ O AŞKLA DOLSUN!

EYVALLAH YÂ! HÛ!


      
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.