Urfalıyam Ezelden Dizisi Üzerine (5)

USTALARA SAYGI LÜTFEN!..

 

Urfa musikisini ve musiki geleneğini anlatmadan önce;

Öykü Gürman hanımın “Urfalıyam Ezelden” dizisinde seslendirdiği “Hüsnün senin ey dilber-I nadide kamer mi? / Huri mesin ey afet-I can yoksa beşer mi?” dizeleriyle başlayan ve Araban makamında bestelenmiş ilk ve tek gazel olarak musiki tarihine geçen bu abide eseri yorumuyla katlettiğini… Gazele can veren iki büyük üstadın; bir yıl arayla Hakk’ın rahmetine kavuşan Şair Hacı Abdi Efendi ile Mıkım Tahir Oturan’ın kemiklerini sızlattığını belirtmek isteriz.

Yolculuğumuza; kaldığımız yerden çarşı-pazar gezmeye devam edelim.

Çarşı-pazar nereden çıktı, ne ola ki diyerek burun bükmemeliyiz. Musiki okuma merakı, el sanatları ile uğraşan zanaatkarlar arasında da çok yaygındır. Culhacı, debbağ, keçeci, tenekeci, kazancı, kazzaz, kürkçü, çulcu ve benzeri zanaatlarla uğraşanların bir yandan işlerini yaparken bir yandan da türküler, hoyratlar söylerler.

Simitçilerimiz bile kafalarındaki tabla  ile dolaşırken türküsünü söyleyerek simidini satar. Bahçeci, bahçesini çapalarken bir yanık hoyrat söylemeden çalışamaz. Dolayısıyla; alış-veriş yaptığımız esnaf ve sanatkarların; nacarın, demircinin, bıçakçının, saracın, nalbantın, çulcunun, keçecinin, cülhacının, attarın, bakalın, kasabın, yoğurtçunun, sütçünün, şerbetçinin, helvacının, kebapçının, tatlıcının, kuyumcunun, gümüşçünün hancının ve yolcunun makam ehli ve güzel sesli, musikişinaslar olabileceklerini bir an bile aklımızdan çıkarmamalıyız.

Urfa Halk Musikisine sesleri ve eserleri ile katkı sağlayan Hamza Şenses’in keçeci, Bedirhan Kırmızı’nın kunduracı, Mahmut Güzelgöz’ün de tenekeci olduğunu unutmamalıyız. Sonra; bazı esnaf ve zanaatkarların kendilerine özgü türküleri; Bahçeci, Taşçı ve Kalaycı gibi adlarla anılan hoyrat söyleyiş tarz ve tavırları vardır.  Yedisinden yetmişine; hemen hemen her Urfalı müziğe aşinadır.

İhtiyaç listemiz elimizde, İsotçu Pazarı’ndan başlamalıyız sepetimizi doldurmaya. Oradan Attar Pazarı’na geçmeliyiz doğruca.  Uzaklardan ve derinlerden bir ses yükselmeli;

“Aşkın ne derin yaralar açtı ciğerimde / Bir makbere döndü koca dünya nazarımda diyerek saplanmalı yüreğimize paslı bir hançer gibi. Boğuk bir ses “yaşa Hamzacığım yaşa!.”diye haykırmalı sazların sesini bastırmak istercesine. Hayata 35 yaşlarında veda eden Kel Hamza’yı hatırlamalı, müşfik yüreği Hamza gibi evlat acısıyla yanan Şaire Yaşar Nezihe Hanım’ın serencamını düşünmeli ve rahmetle yad etmeliyiz her iki sanatkarımızı da.

Attar Pazarı’na Gümrük Hanı tarafından girmeli ve adımımızı atar atmazda; “göğsüne vura vura, genç ömrünü çürüten” Mıkım Tahir’in sazı ve sesi  “Hüsnün senin ey dilber-i nadide kamer mi / Huri misin ey afet-i can yoksa beşer mi?“ demeli bütün hüznüyle. Yalnızlığının acısı zehirli bir yılan gibi çöreklenmeli göğsümüzün orta yerine. Hemşehrimiz, şairimiz ve yüz akımız Hacı Abdi Efendi’nin bağrını yakan acılar, çileler ve şiirler yüreğimizi yakmalı köz gibi. Dar-ı dünyada bir mezar taşı dahi bulunmayan Tahir Oturan için gözlerimizden yaşlar dökülmeli güz yağmurları gibi.  

Oyalanmadan yolumuza devam etmeliyiz; Attar İsa Emmi’nin dükanının önüne geldiğimizde;  Bekçi Bakır  “Dön beri dön beri de yüzün göreyim  / Yüzün görenlere kurban olayım” diye seslenmeli. Dönmeli ve fazla kalabalık değilse dükkanının önü; eskileri sormalıyız Ettar ıse Emmi’ye. Eski zamanları, mekanları, insanları, olayları ve Bekçi Bakır namıyla maruf Bakır Yurtsever’i bir de onun dilinden dinlemeliyiz...

Kasap Pazarı’na gideceksek; Tenekeci Mahmut Güzelgöz ustaya uğramadan geçmek olmaz, Tasavvuf ve türkü deryasından bir katre de olsa, nasiplenmeliyiz. Kendisini kendisinden dinlemeliyiz uzun uzun. Göçüp giden ustalardan, eserlerinden ve hayat hikayelerinden söz etmeli, hatta fırsatını bulursak, Şair Fehim’in “Yanıp bir nar-ı ruhsare çerağan olduğun var mı” gazelini Nevruz makamında dinlemeliyiz. 

Oradan Haşimiye Çarşısı’na geçmeliyiz; gitmek istemesek de ayaklarımız götürecektir bizi, çarşının doğu cephesine yaslanan sinema tahtalarının önüne. Bu akşama sinemaya gitmek gibi bir niyetimiz olmasa da, ınci Sineması’nın tahtasının önünde durmalı; “Mezarımı Taştan Oyun” filminin afiş ve fotograflarını dikkatle incelemeli, dalıp gitmeliyiz yıllar yıllar öncesine. Hüseyin Peyda olmalıyız belki. Belki de “Abdo Bey” kıyafetine bürünerek Mihrican’ın penceresinin önünde durmalı; “Gitti canımın cananı / Beni bıraktı yaralı” dizeleri yaralar açmalı ciğerimizde.

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.