Eylül geldi, çatlamış topraklara, susuz kalmış çiçeklere, otlara, yanan kavrulan bağırlara gönderiyor Rabbim Rahmetini… Rahmet boşalıyor ve durmaksızın yağıyor kavrulan caddelere, geçit vermez tellere, tüm tabiata. Ve insanlığın üzerine gönderiyor Rabbim Rahmetini, bağışlamasını, serinliğini, sürur ve esenlik dualarıyla harmanlanmış… Gözyaşı serinliğinde toprağa düşerken yağmur bizler de nedensiz yere ağlamak istiyoruz boğazımız düğüm düğüm…

            Yeniden dirilişe taşır gibi yağan yağmurla bizler de umuda, ümide, şekvaya, kutlu yolculuklara çıkmak istiyoruz. Yaşadığımız şehrin kalabalık caddelerinden, sıkışık devasa binalarından, yürünmez kaldırımlarından sığınıp geldiğimiz sitenin tam ortasındayız. Gökyüzü alabildiğine mavi. Ağaçlar, otlar, tüm yeşillikler nizami… Kusursuz çevre düzenlemesi, dikenli tellerin gerisinden uzanan devasa binalar, uzayıp giden bir yanıp sonen ışıl ışıl kaldırımlar, rengârenk çiçeklerle bezeli geniş yollar… Her şey tamam, steril, alabildiğine arınmış bir ortam sitelerin bulunduğu yerleşim alanları…

                Şehrin kirli kalabalığından kaçarak sığınılan ortamların havasını derin derin ciğerlerimize çekerken gelir haberler. Kara, kırgın, hüznü kuşanmış haberler… Uzaktan uzağa duyarız sitelerin merkezlerindeki okulların kapılarına yığılan, körpe ayakları kaygan zeminlere ayarlayan, gençliğin taze damarlarına zehir zerkedenleri… Sonra bir trafik kazası haberinde gencecik bir delikanlının ölüm haberleri gelir; hız yapma sonucu yapılan kaza, kaybolan umutlar,  matem havasına bürünen haneler ve gözyaşı döken analar… Puslu kafelerde içilen nargile ve sigara dumanlarının rehavetlere sürükleyen havasında sönen gençlik… Steril ortamlar, güvenli alanlar diye geldiğimiz mekanlarda gördüklerimiz… Şahit olduklarımız yüreklerimizi yakan görüntüler. Evlatlarımızın gittiği, kendilerini ifade etmek için yarıştığı, gençlik ve ergen sancılarıyla kaybolduğu otoparklar ve geniş güvenli sokaklar…

            
 
İmtihan her yerde. Kaçmak, uzaklaşmak, kaybolmak, görünmez olmak olası değil. Şeytan her yeri kuşatmış. Yıllar önce okuduğum Sevgili Mustafa Kutlunun;  ‘Yoksulluk İçimizde’ adlı öykü kitabı geliyor aklıma. Kahraman kaçıyor, kendinden, günahlarından, kirlerinden, günaha batmamış bir beldeye hicret etmek istiyor. Ama anlıyor ki; Engin, günaha bulanmamış bir belde yok. İfrat ve tefrit noktasında çıkmazlardayız. İmtihanlar durak durak. Mal, evlat, makam, şöhret, servet imtihanları her durakta bizi bekliyor. En çok da evlatla imtihan olduğumuz demlerdeyiz. Gemileri yakarak geldiğimiz diyarlar gibi gördüğümüz mekânlar bizi kurtuluşa taşımadı neden sonra anladık. Bu kadar kolay olmadığını, çetin, geçilmez imtihanlardan sonra anladık. Yüce Kitabımız Kur’an’da Peygamberlerin mücadelesini okuruz. Kutlu Nebiler zorlu imtihan duraklarından geçerken hepsi de evlatla, malla, sağlıkla imtihan olmuşlardır. Bunlar bize örnek ve yol göstericidir.

             Masmavi, tertemiz gökyüzünün bulunduğu siteril sitelerimizin sakinleri olarak, imtihandan beri olmadığımızı anladığımız günlerdeyiz. Elimizden kayıp giden gençlerimizi, varsıllarla, tüm maddi zenginliklerle şımarttığımız günlerde… Tevazu, muhabbet, şükür, sabır, istikamet, vefa, tasarruf, israf, haram, helal kavramları birbirine karışmış halde şaşkınız. Şaşkın bir gençlikle, varsıllarla şımaran babalarının son model arabaları ile geceler boyu hız yapan,  bir garibin maaşı veya ev kirasına denk şallarla örtünüp tesettüre bürünen bir gençlikle karşı karşıyayız siteril sitelerimizde… Bu çocuklar bizim, başka yerden gelmediler. Düşünme, akletme, nerede yanlış yaptığımızı bulma zamanlarındayız. Tüm bunlara rağmen gümbür gümbür gelen tertemiz Rabbime teslim olmuş bir nesilde aynı kaldırımları arşınlıyor. Karamsarlık bize yakışmaz. Ama gerçekleri de görerek maddi kazançlarla, kaybolmaya yüz tutmuş manevi yaşantımıza, gençliğimize sahip çıkma zamanlarındayız. Sitelerde yaşayan sakinler olarak, yollara düşmeli, yol olmalı, eğitimcisi, yazarı, akademisyeni ile güzel hayaller kurularak gelinen gerçekten nezih ve seviyeli insanların yaşadıkları mezkûr mekânlarda, çıkmazlara giren gençliğimize sahip çıkmanın yollarını bulmalıyız.  Yer demir, gök bakır” gibi  çıkmaz bölgeler halini yaşatan sitelerimizdeki ortamları, gençliğimize huzur ve sürur mekanları haline getirmenin yollarını arayalım. İmtihan her yerde ve artık Uhud, Bedir, Hendek savaşları bu çağda yaşanmıyor. Ama her bir evlat bir Uhud gibi dikeliyor karşımıza. Bizim cennetimiz evlatlarımız. “ Gençliği anladığımız an, dünyadaki işimiz bitmiş demektir.”  diyor, G.Mc Donald. Anlıyoruz ki işimiz daha bitmedi… Sorunların üstünü örterek, görmezden gelerek aydınlık yollara çıkamayız.

           Site hayatında farklı arayışlarla, farklı komplekslerle savrulan gençliğimizi anlamanın, onlara çıkış yolu göstermenin çarelerini düşünme zamanlarındayız. Bu yol da; Efendimizin yoludur. Onun sünnetini yaşamaya çalışmak, maneviyatımızla gençlere model olabilecek bireyler olarak onlara güzeli sunmak. Ve Efendimizin “ Gençlik delikten bir şubedir.” diye bahsettiği yavrularımızın yaşadıkları bu zor dönemleri atlatmaları için yürekten dua etmek. Onlara dua olmak. Yol olmak, yoldaş, sırdaş olmak zorundayız. Yine Peygamber Efendimiz: “ Size gençlere hayırla muamele etmenizi tavsiye ederim. Çünkü gençlerin kalpleri hassastır.” buyuruyor. Mahalle kültürünün sıcak sevecen ortamından uzakta, bakkalı, manavı, kasabı ile tüm esnaftan kendini soyutlamış halde yaşayan. Modern tapınaklar halini alan alışveriş merkezlerinin ışıltılı havasız dünyasında boğulan gençliğimizi kurtarma zamanlarındayız.  Yağmurlar yağsın artık yanan yüreklerimize. Rahmet boşalsın aksın dualarımıza. Yeşersin ümitler, Ortadoğu’nun yetim çocuklarının gözyaşını silmek için, akan kanı durdurmak için, yapılan tüm zulümlere engel olmak için, Efendimizin izinden, yaşadıkları coğrafyada önden gitmiş tüm büyüklerinin misyonunu omuzlamak için, Selahattin Eyyubi gibi, Fatih Sultan Mehmet Gibi, Tarık Bin Ziyat gibi. Gemileri yakan gençleri kucaklayalım. Onlar yürüsünler sevgisizliğin, umutsuzluğun, tükenişin bentlerini yıkmaya... Yürüsünler güller ülkesine yılmadan. Sevginin ve dostluğun yaşandığı, inanmanın erdem, umut, hasbi bir yaşantı olduğu günlere açsınlar gözlerini. Biliyor ve inanıyoruz ki; yarın elbet bizimdir. Şairi Şuara’nın, o kutlu şairin dediği gibi: “ Mehmed’ im, sevinin başlar yüksekte,

Ölsek de sevinin, eve dönsek de! / Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!

Yarın elbet bizim, elbet bizimdir! / Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir…”

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.