Dil okulu benim için çok renkli bir ortam. Farklı diller, farklı inançlar, farklı etnisitede insanlar. Dünyanın her coğrafyasından kişiler bir aradayız. Çoğunluğumuz kadın. Öğretmenlerimiz de öyle. Genelde herkes kendi ırkına, milliyetine mensup elbiseler, takılar, papuçlar içinde. Ama bu giysilerin birbirine aykırılıklarını görmüyorsunuz bile. Demek ki, kendimiz olamadığımızda üzerimizdeki aksesuvarlar önemde ilk sırayı alıyor. Ya da markalar yarışıyor. İçimizi dünyalık hırslar, masivalık düşünceler kaplıyor. Sizlere daha önce anlatmıştım. Gittiğim dil okulu bir kiliseye bağlı gönüllü bir kuruluş diye. Düşündüm, bütün bu farklılıkları mozayik haline getiren sebeb ve ortam velev ki kilisede olsa insanlık açısından ne fark eder ki?

* * * *

Tarihe bakınca dikkatimi çeken bir hakikati bu yazıda paylaşmak isterim. İslam şehirleri hep mescit merkezli olarak kurulmuş. Peygamberimiz AS Medine’ye hicret ettiği zaman, ilk olarak mescidin temelini atmış. Sonrasında bu ibadet yerinin etrafına sahabelerinin ilim tahsil edeceği okul yaptırmış. Ardından mescit, bu mübarek şehri medeniyetin beşiği haline getirmiş. Medine Cumhuriyeti adı altında, bugün Batı Üniversitelerinde nesillere öğretiliyor. Bu güzel gelenek tarih boyunca devam etmiş. Peygamberden aldıkları ilhamla gönül sultanları insanlığa hizmet sevdasıyla seferber olmuşlar. Yapılan camilerin çevresine aş evleri, hamamlar, çeşmeler, ilim yuvaları vb imaret haneler yapmakta yarışmışlar. Ne yazık ki, ileriki zamanlarda mescitler sadece ibadethane hüviyetlerinden öteye bir anlam ifade edemez hale gelmişler.

Gittiğim dil kursunda bu gerçekler aklıma geldi. Kilise bünyesinde verilen gönüllü hizmetlerin, yaşadığım dostlukları inanılmayacak zenginliğe yükselttiğine şahit oldum çünkü. Memleketime bir gün kavuştuğumda, bir camiye ait bölümde gönüllü dersler vermek ne harika olurdu? Orada dünyanın dört tarafından gelen insanları aydınlatmak. Türk dilini, Türk örf ve adetlerini tanıtmak, leziz yemek kültürünün nadide güzelliklerini dahi onlarla paylaşmak.

Uzaklarda huzur ve güven ruhumuzun en çok ihtiyaç duyduğu cevherlerden.  O nedenle manevi dünyanızda size kuvvet aşılayan her birlikteliğe hasretle kucak açıyorsunuz. Mesela bir gün duyduğumuz haberle biz Müslümanlar öyle sarsılmışdık ki. Suriye’de liderleri tarafından kendi halkına kimyasal silah kullanıldığı gündü.  Medyada  minicik yavruların masum cesetlerini görünce insanlığımızdan utandık. Arkadaşlarımla burada yetişmiş genç bir imamın namaz kıldırdığı mescide gittik. Hepimiz çok üzgünüz, çaresisiz. İmam efendi; “Haklısınız, bu kötü haber biz Müslümanları derinden yaraladı.” dedi. “Çok uzaklardayız elbette yurdumuzdan. Ama yine de, burada da yapabileceğimiz çok şey var. Dünya coğrafyasında vuku bulan bu tür hadiselerin, acıların, sıkıntıların sizleri çaresizliğe düşürmesine müsaade etmeyin. Burası Amerika! Ama bu topraklarda da öksüz çocuklar için bakım evleri, kadın sığınma evleri, evsiz insanların sığınma evleri var. O yardım teşekküllerinde gönüllü çalışabiliriz. Kimsesiz bir çocuğun başını okşayabiliriz, şiddete maruz kalmış bir kadının derdini paylaşabiliriz. İnsanlık görevimizi hiç aksatmadan yerine getirmeliyiz. Yaşadığımız kötü olayların, bizleri kıpırdayamaz hale getirmesine asla izin vermeyiniz.

         Yeri gelmişken özellikle Türkler olarak hayırlı bir icraatımızdan bahsetmeliyim. Burada hükümetimizin desteğiyle Diyanet tarafından çok yönlü bir kültür merkezi yapılıyor. Cami geniş ve ferah. Binası ve çevresi sayısız sanat faaliyetleri, kültür hizmetlerine elverişli inşa ediliyor. İyi hizmetleri göremeyecek kadar nankör, kötü giden şeyleri göremeyecek kadar da kör olmamalıyız diye düşünüyorum. Gerçekten de biz burada kendi toplumumuzdan hayli uzaklardayız. Ama ülkemizde olup, bitenlere bigane kalamıyorsunuz. Bir uzvunuz kangren olmuş gibi yüreğiniz yanıyor. Her daim, her yerde birlik beraberliğe ihtiyacımız varken, Türkiye’deki bu ayrılıklar, kutuplaşmalar neden? Bizler farklı fikirlere, farklı partilere ya da cemaatlere dahil olabiliriz. Fakat hiçbirisi ülkemiz sözkonusu olduğunda ayrışmaya sebeb olmamalı.

******

Burada Noel zamanı. Komşum Jane sabah erkenden kapımın önüne bir küçük sepet içinde Paskalya çörekleri bırakmış. Bir de içine küçük bir kart iliştirmiş. Kartta diyor ki; “Sevgili Feyzan. Senin samimi dostluğun ve arkadaşlığın için çok teşekkür ederim.” Gerçekten duygulandım. Biraz sonra ben de bu gönlü güzel Amerikalı hanımefendiye teşekküre gideceğim. Size bu satırları yazarken, dışarıda yağmur yağıyor. Sanırsınız gökkubbe yarılmış gibi. O kadar şiddetli. Adeta toprak suya kanıyor. Bu muhteşem rahmeti seyrederken, yine bir dua gönlüme düşüyor. “Allah’ım, bizlere birlik, dirlik ve düzenlik ver! Senden korkmayan, bizlere acımayan insanları başımıza musallat etme! Zalim milletlerin fitnesine ülkemi düşürme! Yağmurlarınla yeryüzünü tüm kötülüklerden arındır”

Gelecek haftaya kadar sevgiyle kalınız sizler de! Huzur ve güven eşliğinde, nice yeni yıllara.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.