Son çeyrek yüz yılımız, ingilizce öğrenme telaşıyla geçti.

Nesil değişti, ama hala çuvalla para verip ingilizce öğrenmeye çalışan yüzbinlerce insan var. Her yaş grubu harıl harıl ingilizce öğrenmeye çalışıyor.

Büyük şehirlerde ingilizce lobileri bu işin piyasasından ortaya çıkan pastayı adil bir şekilde dağıtmış. Mantar gibi çoğalan ingilizce dil eğitim merkezleri ana okullarından, üniversitelere kadar değişik yaş ve eğitim grubundan insanlara "Yeeess anasını satayım yes" demeyi öğretiyor.

Hani başka bir dil kursu, dil eğitimi olsa içim yanmayacak, dert etmeyeceğim. Ya da, işi, gücü, mesleği, okulu icabı yabancı dil öğrenmesi gerekenler mutlaka vardır ve ben onları takdirle destekliyorum, onlar için daha fazlasının yapılması gerektiğine inanıyorum. Çünkü biliyorum ki, Türkiye'den sadece Londra'ya her yıl 30 bin ciavrında genç dil öğrenmek için gidiyor. Bilimsel araştırmalarda, ekonomik ilişkilerde ikinci bir dilin gerekliğini inkar etmek için ahmak olmak gerekir.

Ama derdim bunlar değil. Bakın Rusça, Fransızca, Almança, Arap, Çin ya da Japonca kursları görsem belki avunacak bir konu bulurum kendime.
Ama yer gör ingilizce..

Yine kendimi ikna etmek için "Bir lisan bir insan, iki lisan iki insan" atasözüne filan sığınmak istiyorum, fakat ingiliz bayraklarıyla donatılmış, Londra köprüleri, iki katlı ingiliz otobüsleri şu Pempe Panter filmlerinden fırlamış telefon kulübeleri itici geliyor artık.

Ara sıra duvar reklamlarında; dershanelerin Türkçeyi aşağılayan, kendilerine küfrettirmekten başka bir işe yaramayan reklam metinlerinden tutun da, ingilizce kelimelere sığınıp ekranlarda ahkam kesen bürokratlar, onlara yaltaklanan kamu görevlileri, şahsen her kulak verişimde bol bol kulaklarınızı çınlatan birileri var.

Dün Cihan Haber Ajansı'nın Kocaeli'den geçtiği haberi okuyunca gençlerin sıkça kullandığı Oha nidasına sığındım.

Kocaeli belediyesi "Eğitim şart" şiarından hareket ederek yeni açılan ingilizce konuşulan kafeteryaya yer vermiş. Kafeteryada ise Türkçe konuşmak yasakmış. Türkçe konuşanlara kafeteryada servis yapılmadığını ballandıra ballandıra anlatan muhabir arkadaş, Türkçe konuşmakta ısrar edenlerin kışkışlandığını ima eden cümlelerle haberine noktayı koymuş.

Hayranlık duyulan bir marka, bir eşya ya da bir kültür değil arkadaşlar. Hayranlık duyulan bir ulusun ana dili lisanı.

Bu dil küresel soygunda çocuklarımıza gençlerimize bebek bakıcılığı, kendi ülkemizde lüks otellerde garsonluk görevi veren bir dil.

Bir kaç istisnası dışında Türkiye'ye gelen çoğu yabancı, domuz gibi bildiği halde Türkçe konuşmaya tenezzül bile etmezken, sırf memuriyette ayda 3 lira fark almak için sınavlara girmek, şimdiden ana dili geliştirmek yerine ingilizcenin gölgesine sığınmak artık itici oluyor.

Öykündüğümüz, yalakalık derecesinde benzeşmek uğruna yasalarımızı değiştirdiğimiz birliğin en önemli özelliği kendi dillerine sahip çıkmalarıdır.
Fransa, Almanya, İngiltere, İspanya gençlerini, çocuklarını ikinci dile kurban ederek kendi medeniyetlerini yüceltmedi, tam tersine dillerini yücelterek bunun üstünde medeniyetlerini inşa ettiler.

Türkçeyi bugün eğitim adına kafeteryarlarda yasaklayanlara, Şehriyar ile Anası arasında geçen hikayeye kulak vermelerini tavsiye ediyorum.

Adam olmak için çıktığın kabuğa tükürmek gerekmiyor, illa tüküreceksen bile ana dilinle tükür.




Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.