Geçmişte tanımaktan onur duyduğum en kıymetli şahsiyetlerden biri Yunanıştan’ın Türk asıllı milletvekili rahmetli Sadık Ahmet’ti. Türkiye’ye geldikçe sıkca uğradığı şehirlerden biri Konya olunca, Aydınlar Ocağı çalışanları olarak onunla dostluğumuzu ilerletmiştik. O elim kazayı geçirip, hayatını kaybetmeden  birkaç hafta önce yine Konya’daydı. Son görüşmemiz bütün detaylarıyla zihnimde.

Sadık Rahmetliyi Yunanistan’a uğurluyorduk. Zamanın Aydınlar Ocağı Başkanı kalem üstadım Mehmet Ali Uz’la birlikte ona ve ailesine arabasının önüne kadar eşlik ettik. Mehmet Ali bey, Sadık Ahmet tam arabaya binmek üzereyken, ayrılık  hüznü yüklü sesiyle ona sordu. “Yunanistan’daki dostlar için bizlerden bir eksiğiniz olursa lütfen söyleyiniz, gönderelim.”

Duygulandı hazret.  

“Sadece Türkiye olarak birlik içinde olunuz, yeter!” dedi.  “Bu ülke güçlü olup, kuvvetini dışarıya hissettirdiği zaman, kimse gurbetteki soydaşlarınıza, dindaşlarınıza eziyet etmeye cesaret edemiyor. Bizler de Yunanistan’da rahat ediyoruz. Ama ne zaman birbirinize düşüp, iktisaden veya idareten zayıflığa düşerseniz, bizlere bulunduğumuz ülkelerde çok eziyet etmekten çekinmiyorlar.”

Türkleri Yunan Meclisinde yıllarca şerefle temsil etmiş olan cesur soydaşımızın bu sözlerini, onun adı konmamış bir trafik kazasında şehit edilişinden sonra aramızda vasiyet telakki ettik. Hep birlikte toplumun birlik ve beraberliğini koruma amaçlı çalışmalar yapmaya çalıştık. Sadık dostumuza Allah rahmet eylesin.

* * * * *

Ülkemizin gücünün yabancı topraklarda kendini hissettirmesinin, Türkiye  vatandaşları için ne büyük bir ödül olduğunu ben geçen sene Arabistan topraklarında, başımıza gelen kötü bir hadise sonucu  keşfettim. Kısaca bahsedeyim.

Arafat’tan ayrılışımızdan sonra Müzdelife’den Mina’ya doğru yürürken, o sel gibi akan kalabalıklar içinde eşim ve kafileden bazı dostlar aniden rahatsızlandılar.  Onları yakınlarda bir Arap çadırına taşımak zorunda kaldık. İçeride yolda dökülmüş kalmış, yüzden fazla Türk hacı adayı perişan vaziyetteydi. Birkaç idealist doktor, kendi hac vazifelerini aksatmalarına sebeb olmasına rağmen, var güçleriyle hasta ve yaşlı vatandaşlarımıza hizmet etmek için çırpınıyorlardı. Bir ara eşim şekeri düşüp, bayılınca ağzından şekerli sıvı dökerek tedaviye çalıştıklarını gördüm. Aklım başımdan gitti. Hastaları acele tam teşekküllü bir hastaneye ulaştırmak isteyen doktor gençlerin telefonla Diyanet yetkililerine ulaşmak istemeleri sonuç vermedi. Ben kafile başkanını, görevli hocaları aradım. Nafile çaba. Bulunduğumuz mahal çok kalabalıktı. Arap askerlerin en az bir gün süreyle ambulans ve vasıtaların geçişine izin vermediklerini söylediler. Tavsiye; ‘Herkes başının çaresine bakacak.’ oldu.  

Mahsur kalan hacı adaylarının inleme sesleri arasında çok çaresiz bir gece geçirdik. Hele sığınılan çadır ve çevresi o kadar kirli ve çöp yığınları içindeydi ki..  Diyanetin yolculuk başlangıcında hastalıktan korunmamız için dağıttığı maskeler bizlere gerçekten anlamsız ve ironik geldi.                                                                                                      Saatler sonra hala bizlerle ilgilenecek bir yetkili bulamayınca, ben can havliyle Türkiye’de bir sivil toplum lideri hanımefendiyi aradım. Televizyonlarda devlet görevlileriyle katıldığı proğramlarda kendisini birlikte gördüğüm için bana başbakan veya cumhurbaşkanına ait bir telefon vermesini istedim. Önce olumsuz cevap veren hanım, gözyaşlarıma ve feryadıma yenilmiş olacak ki, bana Sayın Davutoğlu’na ait bir telefon verdi. Normalde bir başbakanı yabancı bir ülkeden aramayı akıl edebilir misiniz? Ama eşime baktım. Baygın, mikroplu sergiler üzerinde, yerde ateşler içinde yatıyor. Son bir ümitle, telefonun tuşlarına dokundum. Hatta Türkiye ile Mekke arasındaki saat farkını bile unutmuşum. Sevdiğim insanı kaybetme korkusuyla karşıma çıkan kişiye kim olduğunu sormadan; “Mina çöllerinde yüzü aşkın kişi yolda kaldık. Çoğumuz ihtiyar ve hasta. Devletimiz nerede? Hani Büyük Türkiye’niz? Diyanetiniz  nerede?”  Ve abuk sabuk bir sürü cümle. Kulağım duyuyor, lakin dilime engel olamıyorum. “Sakin olarak anlatın bayan. Sinirlerinize hakim olunuz. Ben Sare Davutoğlu. Şimdi isteklerinizi Beyefendiye ileteceğim. Müsterih olunuz.” dedi telefonun ucundaki ses.  Zarif cümlelerle sorular sordu. Ağlayarak cevaplamaya çalıştım. O ses öylesine nezih bir tonda teselli ediyordu ki beni, kaba hitaplarımdan dolayı inanılmaz utandım. Yarım saat geçmedi. “Diyanet İşleri Başkanının özel kalem müdürüyüm.”  diye kendini tanıtan bir görevli beni aradı. Mahsur kaldığımız yeri sordular. Doktor gençler şaşkın bir halde bulunduğumuz yeri tarif ettiler. Birkaç saat içinde üç ambulans ve üç büyük otobüsle sağlık çalışanları da dahil hepimizi hastanelere naklettiler. Daha sonra da otellerimize… Devletin gücünün ne demek olduğunu, işte ben o hazin olay esnasında öğrendim.

* * * * *

Eğer sıradan bir vatandaş, seher vakti Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın evine saygı sınırlarını dahi alt üst edip, ulaşabiliyor ise… Onun sevgili eşi aracılığıyla halkı ve kendi adına yardım talep edebiliyor ise… Ülkesinin insanlarına kilometrelerce ötelerden uzanan devlet eli ne muhterem, ne yücedir.

Yarın seçim var aziz dostlarım. Vatandaşlık görevimi yerine getirmek için oy pusulası elimde  kararımı verirken, Sare yürekli yaratılmış bir özel hanımefendiyi hatırlayacağım. Nedense bugüne kadar o müşfik sesin sahibine hiç teşekkür etmedim, edemedim. Belki kurtarılışımızı devletin tabii vazifesi gördüğüm için. Belki de kendilerine karşı saygısız konuşmalarımdan dolayı gönlümde saklı duran mahçubiyet için. Mührü basarken oy verdiğim insanın şu an bile Türkiye’nin Başbakanı olmasından duyduğum onurla, yüreğimin ihtiram içinde olacağından emin olabilirsiniz.   


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.