DİNOZOR HAYALLERİ


Prof. Dr. Ali Osman Özcan


    Dinozor gözlerini kapatmış hayal aynasında kendini seyrediyordu. Dalga dalga gelen hayaller sinema şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu. Her şey geçmişte ne kadar güzeldi! Zevkler bataklığında düşe kalka ömrünü geçirmiş, uğradığı ihanetler artık zevke dönüşmüştü. Geçmiş ne kadar güzeldi! Herkes onun için çalışıyor, o kimse için çalışmıyordu. Her şey onun düşündüğü gibiydi. Başkaları hep zamansız ateşleme ve atışlar yaparken dinozor hep en uygun zamanı ve mekânı gözlemişti. Kaderine kahramanca direnmeyi başarmış, lakin acıklı ecel olgusunu düşünmek hoşuna gitmiyordu.

    Kendi dinozorluğunun ustabaşısıydı. Kimse ona karışamazdı. Hayat ne kadar güzeldi! Savaşlarda hep galip gelmiş bir milletin ferdi olarak geçmişe özlemle bakıyordu. Böyle mi olacaktı? Büyük bir milletin alkış tutulan kahramanı kader denilen felakete mi uğrayacaktı? Ama yine de her şey güzeldi. Özgürdü. Ancak bu özgürlük yalnızlığa dönüşmüştü. Yalnız gezen kişinin hayallerinin peşinden gidiyordu. Kaderini anlatmak için üfürükçü ve cincilere mi gidecekti? Onlar, onun hâlinden anlamazdı. Hoş olanla üzücü olan arasındaki bataklıkta emeklemek zorundaydı.
Yine de her şey güzeldi.
Hiç olmazsa düşüncelerinin pır pır etme özgünlüğü vardı. Artık davranışlarının sonuçlarını ölçüp biçmekten vazgeçmişti. Böyle faydacılık zihniyeti hoşuna gitmemişti.
Türkçedeki istek kipini kullanmak, ona yasaklanmıştı. İsteklerini başkaları belirliyordu. Şans, kader, kısmet, talih ve iyi niyet kavramları onun için hayatın sefalet, felaket ve afet mühendisleriydi.

Dinozor, bir hiçlik göstergesi olarak heykel gibi dimdik durmaya çalışıyordu. Gençliğindeki arka sokak dedikoduları onun için birer gerçeklik olgusu olmuşlardı. Hayatın olağan nedensellikleri konusunda bilgelik yapmak, geleceği ilgilendirdiğinden ona zor geliyordu.
Hayatın matematiği karmakarışık olmuştu. Kaderin dar boğazından talihindeki değişmeleri bekleyecek vakti de yoktu. Hayat matematiğindeki sorunları çözecek gücü de yoktu.
Dinozor bir hayat mahkûmuydu. Hayatını hayal ederken kendisini söz edilmeye değer bir kişi olarak göremiyordu. Ama gençliğinde herkes ondan söz ediyordu.
Yalnızlığın sefilliğine vakur ve ağırbaşlı bir şekilde baş eğmenin daha iyi olacağını hayal etmişti. Fakat bu hayal bile acı, ıstırap ve sıkıntıları çağrıştırıyordu. Sosyal değerlere kızmıştı. Sevinç, neşe, ihtişam ve benzeri sözcükler içinde çığlıklar koparan karaktere sesleniyordu.

Düşündü ki, kendi sermayesi sadece sessizlik ve acı bir çığlıktı. Zamanı zamansız olarak yaşamanın kendisini bu hâle getirip hayallerle baş başa kaldığını, bu hayallerden kurtulamayacağı aklına geldi. Güçsüzlüğünün gücü bile artık işe yaramıyordu. Hayaller, hep geçmişe dönüktü. Bayramlar, düğünler, ziyafetler, eğlenceler hep geçmişte kalmıştı. Ölüm gecesi ise yavaş yavaş yaklaşmakta, umutlar gitgide tükenmekteydi. Gerçekle yıkıcı bir şekilde karşılaştığını fark etti. Hayatın trajik gerçekliğini kavrama deneyimini hissediyordu. Günahsız bir kul muydu? Günahsız olmak bile acı ve ıstırapla doluydu. Birden hayatın en kötü yüzüyle karşılaşıp yüzleştiğini gördü ve hayattan korkulmaması gerektiğini sezinleyip içinde bir cesaret tohumunun filizlendiğini gördü. Ölümü gördükten sonra korkulacak bir şey kalmadığını söyleyerek kendi kendini inandırmaya çalıştı. Fakat nefes alıp vermenin bile bir define olduğunu sezince nefes alıp verdiğinin farkına vardı.

Ülkülerinin nasırlaştığını fark edince gençlerle arasında deneyim ve söylem farkı bulunduğunu düşünerek çöküş denilen uçuruma yaklaştığını gördü. Oysa o, ıssız, tehlikeli zaman tünellerini aşarak milletiyle bugünlere gelmişti. Kan, ölüm ve yıkım denilen güçlerin açgözlülüğü ve yağmacılığına direnecek gücü yoktu. Kendisiyle beraber kötü talihinin mutsuzluğuna yanıyordu. Tek kurtuluş yolu vardı: Tekrar bir ülkü sahibi olmak. Birden kavrayış derinliğine ulaşıp uzun ömürlü, evrensel ve olağanüstü hayallerin önemini kavradı. Kendisi “Anı yaşa” felsefesinin kurbanı olduğunu anlayınca benliğinin can evindeki esrarlı kıpırtıların yokluğunu gördü.

Dinozor, hayallerini kuram zannetmişti. Hayallerle aklı birbirine karıştırmıştı. Hep arzularının peşinden koşmuş, kişisel çıkarlarını düşünmüştü. Yetiştiği kültürün anlam ağlarını parçalamak en büyük zevkiydi. Gelecekle ilgili hep tavla oynamaya çalışmıştı. Hayallerini verimli toprakları aklını çorak topraklara adamıştı. İnatçı ve uyduruk varsayımların peşinden koşmuş, hep güçlü kalacağını düşünmüştü. Şimdi kimliğini soruşturup sorgulama zamanıydı. Gençliğin verdiği güvenliğe cenaze töreni düzenliyordu. Hayatın giderilemez yoksulluğunu kader olarak görmek işine gelmiyordu. Azrail’in bir tahsildar olarak ondan hayatının vergisini alacağı günü düşününce fırtınalı şafaklarda dolaştığını anladı. Kendi kimliğini oluşturucu her şeyi yıkmıştı. Elinde sadece dinozor kimliği vardı. Çaresizlikleri bütün umutlarını silip süpürmüştü. Artık feryat, figan, acılı çığlık, inleme, sızlama, acılı haykırışların ne olduğunu gayet iyi kavramıştı. Hayat bardağından akıllıca beslenmediğini aklına getirdi. Fakat artık çok geçti. Savruk, sevimsiz, alıngan bir dinozor olup olmadığını sorgulama hayali henüz başlamamıştı.


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.