Hira'dakiler

 

O gün ilâhi ahenkten paylarına düşen sevgi öylesine büyüktü ki, Kâbe’de tavaflarını erkenden tamamlayan iki dost, Hira’yı görmek istediler.

Hira Mağarası… Bütün güzellikler bir karanlık mağaradan yayılmıştı yeryüzüne…  Onun köşesine çekilip de, Rabbini Arayan’a nazil olan âyetler, dünyanın en ücra köşelerine nüfuz etmişti. Okumuştu ilk âyeti Resul… Melekleri bile hayran bırakarak…İşte bu mucîze hadisenin canlı şahidini ziyaret etmek, herkes gibi, onların da hayaliydi…

Bunu gerçekleştirmek için bindikleri otobüs, gideceği son merhaleye gelince, bazıları gibi onlar da yürüyerek tepeye tırmanmaya karar verdiler. Dünyalık arzu ve çileleri arkalarında bırakan bu iki dost gönül, hayretlerin ibretle sunulduğu bir âleme;

“-Allahüekber!” diye niyet ederek daldılar.

* * *

Kullarına insan olduklarını bu dağda hatırlatmıştı Allah… Ve o yarattığı bütün insanları seviyordu. Öyle olmasa; en kötü bir devirde, mübarek bir kul yaratılıp da onun aşk uğruna bu tepelere çıkmasını sağlar mıydı? O’nun vasıtasıyla bütün insanlığa mesaj yollar mıydı?

İki genç, hâlâ yüzyıllardır hiç değişmeyen patika yoldan yukarıya doğru yürürlerken, önlerine çıkan kayaları, elleriyle okşuyorlardı. “Efendimiz  dokunmuştur” diye. Resule vahiy geldikten sonra bu taşlar selâm vermemiş miydi O’na?

Henüz yolu yarılamışlardı ki, bir ara gönüllerindeki tufandan yorgun düştüler. Sonra o vadide gördüklerine bedel bir sevdanın zenginliğinde titrediler.

-Siz aşkı hiç tattınız mı?” diye soruyordu kalpleri, ayaklarına…

-Hiç sevdanın yollarını adımlarken, yalınayak kaldınız mı?” Ah, Edep, Edep, edep!...

Ani bir hareketle ayakkabılarını, çoraplarını çıkardılar. Allah elçisini selâmlayan o taşların, o toprakların üzerine nasıl basabilirlerdi ayakkabılarıyla?...

Çevrelerindeki insanlar, bir kişinin ayağının dokunabileceği en güzide beldeyi yalınayak yürümeye çalışan bu iki güzel insanı hayretle seyrediyor;

-Olmaz böyle çıplak ayakla!” diye onları ikaz ediyorlardı.

Ama onlar farkında değillerdi ki, sivri taşların verdiği acının… Sanki bir kendileri kalmıştı yeryüzünde, bir de Nur Dağı… Yükseklere çıktıkça dünya ve ukbanın ellerinden hızla kayıp gittiğine şahit oldular.

Ağlıyorlardı. Nasıl bulmuştu Resul burayı? Ya Hatice  Ana? Eşlerin en muhteremi, o en kıymetlisi… Nasıl çıkmıştı hergün bu tepelere? Nasıl yürümüştü binbir zahmetle vadilerde? Bu taşların üstünde hangi yürekle, hangi zorluklara dayanıp da, Efendisine yiyeceğini götürmüştü ?

Kalplerinde ne hüzün vardı, ne sevinç…Sadece Allah sözü dillerinde, tırmandılar yükseklere…

* * *

Sosyal adaletin ve demokrasinin temellerinin atıldığı yegane yer olan mağaraya adım attıkları o an, cihanı tutuşuverdi sandılar. Burada acı çeken, âyetler indikçe yüreğine feryat eden; o acıları ümmeti adına çekmişti. Mübarek bir kulun hatırı için onlara da özel ateş yakmak yoktu. Yalnız kendilerini düşünmek yoktu. Kâh insanlığın niyaz eden kalbi, kah yalvaran sesi oldular. Aşksız geçirdikleri nice yılların pişmanlığında, sadece o günü yaşadılar ki; onlar Saadet Asrına, bugünse onlara gıpta etti.

-İkra!.. İkra!..” diye çırpınıyorlardı. Kur’an bu pencereden uzatılıp, kullara sunulmuştu. Kimbilir ne destanlar okunmuştu, şu dağları örten bulutların gölgesinde? Ya kilometrelerce yukarı tırmanıp da, küçücük mağaranın kara taşlarına başını koyan Resul? İki dostun iniltileri Mekke göklerini sardı. Hıçkırıyorlardı.

-Ona yaptığın gibi vahyin güzelliğini bizim içimize de sun Rabbim

  Saniyeler geçtikce güneş ışıklarını daha da gizledi. Çaresiz, vadiyi gerisin geriye adımlarken, gönüllerini ebedi dalgalanacak iki bayrak gibi Hira’da bıraktılar.. Ötelerde hâlâ “Ümmetim!..” diye acı çeken o ses;

“-Allah’ın âyetlerine sımsıkı sarılın ve asla ayrılığa düşmeyin!” diye öğütlüyordu.

*    *  *

          Alın teriyle kazandığını, harman savuramaz ki insan! Artık onlar da bu tepede kazandıkları hiçbir güzelliği, kalan ömürlerinde kolay kolay harcayamayacaklardı. Doğru ya!... İman ve muhabbet için yaratılan kalpler… Üstelik kulluğun zirvesine çıkmış o muhterem kalpler, tek bir dünyalık arzu tarafından bir daha esir alınabilirler miydi? Aralarındaki yüce dostluğu bir kalemde silip atabilirler miydi?

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.