HUZUR ÜCRETSİZ İZİNDE


Uzunca bir ayrılık yaşadık. Bir süre için inzivaya çekildim de diyebilirim. Herkes gibi bende kaygılarla uyuyor,  uyanıyorum. Oysa yaşadığım yer cennetten bir köşe. Huzur köşesi hem de. Ama huzur ücretsiz izinde. ‘’ Yoğum ‘’ yazmış masasına. ‘’Ben yoğum ‘’

Kocaaa penceremin önünde ki deniz, maviden karaya döndü. Dut ağacım korku filmlerinin dallarına büründü sanki. Alttan yeşil ışık yaksam, gece korkudan cama yaklaşamam. İnatla her koparıp atışımdan sonra çıkan yabani otlar bile kendi kökünü kuruttu. Bahçemde gezinen tavuklar vardı hani bahsetmiştim bir yazımda,   tuttuğunu beceren horoz bile sanki hadım etti kendini. Ne bir ciyaklama ne bir kur tavuklarda.

İstanbul’a neredeyse hiç gitmiyorum. Tüm sevdiklerime dokunmayı, sarılmayı, onlarla boğaza karşı bir sohbeti feysbuka aldım. Kalpten yapıyorum o işleri. Kanlıca yoğurdunu bile en son pudra şekeri ile yedim bitirdim. Eminönü’ nü masallara ekledim. Köprülerin bacaklarını kesip attım Asya’dan. Bit pazarlarımı dezenfekte edip kaldırdım sandıklara. Berlin duvarı gibi bedenimi ayırdım İstanbul’dan…Ülkemden. Bir tek yarimin tenine teslim oldum yurdum deyip.

Ortalık kara çarşafa büründü sanki. Asıl en kötüsü zihinlerimiz giydi kara çarşafları. Ben ki! tüm eğitimlerimde siyah giyen,  tüm danslarımda siyaha boyanan, öğrencilerimden siyah kıyafet isteyen ben, kara görmekten kusar oldum. Kara haber açmaktan, yolda karşılaşınca iki memleket havadisi konuşmaktan korkar oldum. Gün yok ki ölen olmasın. Gün yok ki! Kadın dövülmesin. Gün yok ki! Biri birini fiziki ya da sözlü taciz etmesin. Gün yok ki! Çocuklar….Gün yok ki! Hiçbir şey olmuyormuşçasına durulmasın.

Hepimiz de bir B planı telaşı. Hepimiz de bir kaygı. Sevişiyoruz,  koklaşıyoruz ama eminim milyon soruyla. Geziyoruz, tozuyoruz,   içiyoruz,  eminim milyon kaygıyla. Yiyoruz,  giyiniyoruz, eminim durmuş beyinlerle. Hiç bir şeyimizden de vazgeçmiyoruz ama. Hiçbir  sosyal aktivitelerimizden, eğlencelerimizden, seyahatlerimizden.  Aa! takılarımızı da unutmayalım. Dizilerimizden, dedikodularımızdan. den…dan…den…dannnn…

Onsekiz yaşımın sonlarıydı ülkemden vatanımdan ilk ayrıldığımda. Ve ‘’ Oğluma hikayeler’’i okumuştum evlenmeden bir gün önce. Gebe kaldığımda oğul’a niyetlenmiştim. Çünkü doğduğunda anlatacak hikayelerim vardı artık. Paris’e gelin olmuştum ve beş adamla yaşıyordum  minicik bir studıo da.  Dördü duvarda ki çerçevede asılıydı ve sakallıydılar. İlkinin adı Marks dı.
Kılı tüyü yünü sevmesem de ben onların sakallarından tiksinmemiştim hiç bir zaman. Ev de onlarındı zaten ben yabancıydım gelin olsam da o eve. Tüm kitaplık onların kitaplarıyla doluydu. Yeni gelindim. Yapayalnızdım koca gün ve bir tek onlar vardı evin içinde benimle bir. Yeni gelince işlerimi bitiriyor ve onları okuyordum sonrasında. Onları okuyor sanıyordum oysa dünyayı, yaşamı, felsefeyi okuyor olduğumu sonra anlamıştım.  
Dedim ya saçlı sakallı olmaları beni rahatsız etmemişti. Ak paktı zihinleri.

Şimdilerde feci tiksiniyorum bu saç sakal olaylarından. Her taraf saç sakal. Bu bir moda mıdır? Bir akım mıdır? Temiz gelmiyor bana. Daha kötüsü artık hiçbir şey temiz gelmiyor. Zihinlerimiz de giyimlerimiz de, niyetlerimiz de. Her şeyi kirlettik. Doğayı kirlettik, kaynakları yok ettik, okulları kirlettik, kadınları kirlettik, çocukları…çocukların çocuk olma haklarını kirlettik.
Öyle özlerdim ki Paris’e ilk gittiğim yıllarda ülkemi. Ülkemi özlerdim vatandaş gibi. Ülkemin temiz yüzlerini, temiz geleneklerini, yardımseverliğini, 19 Mayıs kutlamalarını, yirmi üç nisan çocuklarını, el öpmeyi. Büyüklere yer vermeyi. Her şeylerini özlerdim. Şimdi ülkemdeyim…onları özlemeyi özlüyorum.

Oslo’yo gidiyorum sıkça beyaz görmek için. Tertemiz yüzler ve zihinler için. Kirletilmemiş doğa ve o doğanın parçası olmak için. Bu zihin kirliliği, ölümleri, savaşları, katliamları, tecavüzleri, yok etmeleri besliyor, yok ediyor ve doymuyor.

Eminim herkes kendi yüreğinden bile kaçıyordur. Yüreklerimiz ağzımızda yaşıyoruz. Ne olduk böyle, hızlıca nasıl olduk bu halde? Güneş bile tedirgin batıyor yarın doğar mı diye. Kirlilik büğüsü yapılmış sanki. Ülkece okuyup üflesek mi kendimizi anlamadım. Her gün insan ölüyor haberi televizyonlarda. Sadece seyrediyoruz ya da kanal değiştiriyoruz. Dizileri tercih ediyoruz üzülmemek adına. Oysa farkında değiliz ki, ölü toprağı serpilmiş gibiyiz üzerimize.

Yine mi, off ya diyoruz o kadar. Hala barış demiyoruz. Kardeşlik demiyoruz. Hoşgörü, sevgi demiyoruz. Ver elini demiyoruz.

Temiz olmak için aşkıma sığınıyorum onu bile kirletiyorum bazen. Hoş,  artık aşklarda kirliiii…sevdalarda. Tutunduğumuz bir onlar vardı umut veren, heyecan veren onlar bile kaygıya döndü karardı. Zihnimi temiz tuttuğuna inandığım tek şey bolca okumak ve Sevgilim. Çünkü bolca okuyan bir sevgilim var. Sakalları yok. Yüzü de ak pak zihnide. Sevişmeleri de tenide.
Okuyunca ağ tutmuyor  bağlantı kabloları ☺ hatta yeniliyor, temizliyor kendini beyin. Pırıl pırıl gelecek kokusu alıyor insan. Yeter ki okunsun kitaplar, dergiler, gazeteler…
Bu kararmış zihinlerimizin temizliği ne çamaşır suyu ile gider ne de nazar duasının üfürüğü. İnsan bol bol okumalı ve okuyan sevgili bulmalı ☺   


.


 


 

 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.