Öncelikle bu Arapça kelimelerin anlamını bilmeyenler için söyleyelim: mağrip; batı, maşrık (meşrık); doğu demektir. Garp ve Şark gibi... Doğu da uzak ve yakın doğu diye ikiye ayrılır. Birde sonradan gündeme getirilen Ortadoğu vardır.
"Ortadoğu" 20. yüzyılın başında Avrupalıların icat ettiği bir kavramdır. İlk olarak Eylül 1902'de Londra'da yayınlanmakta olan National Review'da görülmüştür. Kelimenin 'mucidi' Amerikalı bir deniz subayıdır. Uluslararası Ortadoğu Uzmanı Sedat Laçiner "Ortadoğu diye bir bölge yoktur. Ortadoğu ne 'Doğu'nun ortasıdır, ne de homojen özellikleri olan bir bölgenin adıdır. Ortadoğu 'çıkar bölgesine verilen bir addır ve doymak bilmeyen bir iştahı anlatmaktadır. İştahlar arttıkça bölge de genişletilmektedir " der.

Ortadoğu kavramının içinde özel anlamda Arap dünyası vardır. Arap dünyası da günümüzde yaklaşık 22 devleti, 350 milyonluk bir nüfusu ve 14 milyon metrekarelik bir alanı ifade eder. En büyük ülkesi Mısırdır ve yaklaşık 80 milyon nüfusu vardır. İkinci büyük ülkesi Sudan; 41 milyon, üçüncü Fas; 33 milyon, sonra 32 milyon nüfusla Cezayir, arkasından 28 milyon nüfusla S. Arabistan, 27 milyon nüfusla Irak, sonra Yemen ve arkasından da 19 milyon nüfusla Suriye gelir. Bu dünyanın 1945 yılında kurduğu bir de Arap Birliği vardır. Arap dünyasının en kalabalık ülkesi Mısır olmasından dolayı birliğin merkezi Kahire'dedir. Arap Birliği bugün nasıl batının emrettiği şekilde davranıyor ve kararlar alıyorsa, geçmişte de İngilizlerin dediğinden çıkmamıştır.

Ortadoğu, batı dünyasının bir sömürge alanı olmuştur. Yüz yıl önce başta İngiltere ve Fransa Osmanlı'nın bu vilayetlerini ülkeler yapmış ve başlarına birer kral tayin ederek kendi nüfuz alanlarına dâhil etmişlerdir. Batıya hizmet eden bu kralların bir kısmı zaman içinde Firavunlaşmış, bir kısmı da Karunlaşmıştır. Hizmet etmeyenler ise teker, teker devrilmiştir. Mesela, Suudi ailesi, krallığın kurulduğu yıldan beri iktidardadır. Ülkenin en zengin ailesidir; 8,7 milyar dolar serveti vardır. Ürdün kralı bundan farklı değildir. Haşimiler ailesinden olan bugünkü Kral Abdullah'ın dedeleri 1923'de yönetime yine İngilizler tarafından getirilmiştir. Osmanlı'ya ihanetiyle bilinen meşhur Hicaz Emiri Şerif Hüseyin'in de torunudur. Ayrıca Kuveyt de El Sabah ailesi, Libya'da 42 sene iktidar süren Kaddafi ailesi, Mısır'ı 30 sene yöneten Mübarek ailesi bunlardan bazılarıdır. 

Özellikle Arap dünyasında yönetim, devleti idare etmenin ötesinde bir kavramı ifade etmektedir. Yani devletin başındaki kişi, kendini sadece o ülkeyi belli bir süre yönetecek bir kişi olarak görmez; ölünceye kadar kendisinin yöneteceği, öldükten sonra da aileden birinin yönetmesi gerektiğine inanır. Devleti kendisinin mülkü olarak görür. Onun için Ortadoğu'daki yöneticilerin hemen, hemen büyük bir kısmı ya ihtilallarla gitmişler, ya da ihtilallarla gelmişlerdir.

Bir başka özellik ise Arap nüfusunun büyük çoğunluğunun fakir ve kölelik düzeni içinde yaşıyor olmasıdır. Sosyal devletin adının bile anılmadığı, olağanüstü bozuk bir bölüşüm yapısı vardır. Toplumsal örgütlenmelerin yasak olduğu, bazen üç beş kişinin sokakta bir araya gelmesinin bile yasaklandığı Arap ülkeleri vardır. Hatta bu yüzyılda kadınların bile oy kullanamadığı ülkelerin olduğu gibi...

Bütün bu bilgileri vermemim sebebi Arap dünyasını kötülemek için değildir. Aksine bir asırdır batı emperyalizminin emrine doğal zenginliklerini sunan Arap krallarının, emirlerinin, şeyhlerinin veya despotlarının, kendi geleceklerini başkalarının ellerine teslim etmelerinin saltanatlarını korumadığını belirtmek içindir. Yıllarca besledikleri emperyalistlerin ellerinde şimdi teker, teker boğulmaktadırlar.
Sıranın en uzun sınır komşumuz olan Suriye'ye geldiğini görmekteyiz. Suriye daha yüzyıl öncesine kadar Türklerin bir vilayeti idi. Hem de öyle kısa bir süreliğine filan değil.
712-713 yıllarında yapılan Göktürk- Emevi savaşından beri Türkler buradadır. Şöyle ki; savaşı Göktürkler kaybetmiş ve çoğu esir alınıp köle olarak Şam'a getirilmişlerdir. Fakat Göktürk askerlerinin savaş yetenekleri fark edilince Arap ordularında önce askerlik sonra da kumandanlık görevlerine kadar yükselmişlerdir. Abbasiler zamanında Türkler artık bugünkü Irak ve Suriye topraklarına yaygın bir şekilde yerleşmişlerdir.
Sonra Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, 1076 yılında Şam'ı eline geçirmiş, sonra kardeşi Tutuş, Şam'ı kendine başkent yaparak Suriye Selçuklu Devleti'ni kurmuştur. 1095'te Tutuş ölünce oğullarından Rıdvan Halep'te, Dukak ise Şam'da hüküm sürmüşlerdir. Dukak 1104'te ölünce Töktekin adında bir Türk kumandan Şam'ı ele geçirerek Böriler hanedanını kurmuştur. Böriler'in Şam'daki egemenliği 1154 yılında bir başka Türk hanedanı olan Zengiler'e geçmiştir. 1174 yılında ise Suriye Selahaddin Eyyubi'nin eline, 1260 yılında Moğolların, 1400 yılında da Timur'un eline geçmiştir. Suriye sonra gene bir Türk hanedanı olan Memlukların yönetimindedir. 1517 yılında ise artık Osmanlı'nındır ve I. Dünya Savaşı'nın sonuna kadar, tam 403 sene boyunca Osmanlı tarafından yönetilmiştir.

Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı yönetiminden çıkmış, emperyalistlerin eline geçmiş ve 1920'den 1946'ya kadar Fransa yönetiminde kalmıştır. 1946'daki bağımsızlık ilânından sonra, 1958 Şubat'ında, Mısır ile Birleşik Arap Cumhuriyeti'ni kurmuşlar, fakat bu birliktelik ancak 3 yıl sürmüş ve iki ülke 1961 yılında ayrılmıştır.
Bir asker olan ve daha sonraki yıllarda Hava Kuvvetleri Komutanı olan Hafız Esat, 17 Kasım 1970'de askeri bir müdahale ile iktidara gelmiş ve o günden beri Suriye'yi Esad ailesi yönetmektedir.
Batılılar yüz yıl önce bu bölgeyi nasıl tanzim etmişlerse, şimdi yeniden aynı amaçlar için bir daha tanzim etme peşindedirler. Bu top yekun mağrip'in maşrık'ı yeniden dizayn projesidir. İşin enteresan yanı bir asır önce Türklerle Araplarla nasıl düşman etmişlerse şimdi de yine batılılar, Türklerle Arapları yeniden düşman etmenin, hatta bir sıcak savaşa sürüklemenin peşindedirler. Ayrıca İran ile de...

Anlaşılıyor ki, hem Amerika ve Avrupa hem de Türkiye Esad ailesini defterden silmiştir. Er geç, bu aile Suriye yönetiminden uzaklaştırılacaktır. Fakat esas önemli olan Esad sonrasıdır. Yani Suriye'de çıkması muhtemel bir iç savaştır. Tıpkı Irak, Libya, Mısır gibi... Yine yüz binlerce Müslüman öldürülecektir. Irak'ta ölen Müslüman sayısı bir milyonun üstündedir ve her günde ölümler devam etmektedir.

Dikkat çekilmesi gereken bir başka nokta Suriye veya İran ile Türkiye'nin sıcak bir savaşa sokulması meselesidir. Bu hem Türkiye, hem İran, hem de Suriye'nin perişan duruma düşmesi ve bu ülkelerin sınırları içinde yeni bir devletin kurulması demektir. 
Olmaz demeyin. Bizi birinci dünya savaşına iten Osmanlı bayrağı taşıyan iki Alman gemisinin Rusya'yı bombalaması değil midir?

Aman dikkat, hem de çok dikkat... Üs'lerimiz Amerika ve İsrail uçaklarıyla dolu...
Komşularımızın düşmanları, bizi komşularımıza düşman yapmasın...






Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.