Bir gönül sevdası ki, İstanbul’dan gönderilen bir mektuba yoldaş olmuş. İçindeki satırlar, dünyada kendi canından bir parçayı hiç kucaklamamış bir kadının öyküsünü anlatıyor. Yazar Ayşe Pehlivan’ın… Yüreğinin bir tarafı evlat hasretiyle ağlarken, diğer tarafı başkalarının çocuklarına annelik etmenin sevinciyle gülmüş biri Ayşe Hanım. Onunla kader ortaklığı ettiğimiz için mi bilemiyorum, şu an bu emsalsiz sevdaya gözyaşlarımla sahip çıkabiliyorum.

         Her daim, böyle samimi mektuplar elimize ulaşmıyor.  Bizler kalem dostlarıyız. Okuyucularımıza güzellikleri yansıtmak için varız. Bu yazıyla, Mihrimah’ın annesinin sırrını ifşa edeceğim için, Ayşe Hanımefendinin affına sığınıyorum.

******

         Meğer anneliğin ne çok rengi varmış da haberim yokmuş. Bir kadın düşününüz şimdi. Düşüncelerini, duygularını, yaşam boyunca kendi varlığının esas sebebinin, zürriyetinden bir küçük insanı yetiştirip, ona emek vermesi olduğuna odaklamış. İleride evladına aktarmak için bilgiler edinmiş, resimler çekmiş, kütüphaneler oluşturmuş. Kumbarada paralar biriktirmiş. Hatta bazen ona mektup bile yazmış. Yetinmemiş. Sevdasında daha da ileri giderek birgün bir kız çocuğuna sahip olabileceğini hayal ederek, ona “Mihrimah” diye seslenmiş. “Ay ve güneş gibiyiz.  Gece ve gündüz seninleyim!“ demiş.

         Zamanı gelmiş. Çocuk sahibi olmak için kendini ve şartları hazır hissettiğinde bir ufacık sızı için doktora gitmiş. O sızının büyük sonuçlar doğuracağını, adının kanser olacağını hiç düşünememiş. Şu satırlar mektuptan; “Kanser zorlar insanı… Mecburiyetleri çoktur. Hastanın merkezine oturur, ıstırabı da beraberinde getirir. Kanserin getirdiklerinden Mihrimah’ın Annesini asıl yaralayan şey, Mihrimah’sızlıktır. Kanserle yaşamak zor, zor da… Mihrimah’sız yaşamak sanki yolun bittiği, yolculuğun devam etmek zorunda olduğu yerdir.

         Ayşe Pehlivan duygularını şiirlere, yazılara dökmüş. Herkes onu “Mihrimah’ın Annesi” olarak tanımış. “Bu bir sevda canım, seviyorum ben seni / Kötü bir hastalık sensiz bıraktı beni / Yokluğun derinden yaktı sinemi / Akşam oldu yine yoksun Mihrimah / Çiçekler açıyor şenlik var yine / Kuşlar seviniyor yaz gelişine. / Akıl erdiremedim ben bir çok işe / İlkbahar geldi yoksun Mihrimah / Mektuplar geliyor teselli diye. / Bazıları diyor bu sevda niye /  Sevemem mi seni doğmadın diye? / Özlemim var ama yoksun Mihrimah.“

Ayşe Hanımın mahzun geçirdiği bir bayram sabahı aklına harika bir fikir gelmiş. Kimsesizler yurdundaki çocuklara yardım etmek. Kendi diliyle; “Beklemenin zorluğunda yanan yüreklere sevgisiyle su serpmek… Sınavda bazı zorda kalanlara biraz kopya vermek.“

Sonra bir dernekle çalışmalarına güç kazandırmak istemiş. Hemcinsi birçok ıstıraplı gönüle, merhem olmak için. Yetmemiş dergi çıkarmış çocuklara. “Ebe- Sobe” . Mektubunda bu dergiyi çıkarış amacını da özetliyor. “Yedi – onüç yaş grubundaki çocuklara okumayı geliştirme, yazma kabiliyetlerini ortaya çıkması için onları cesaretlendirme. İdealler zaman vermenizi, emek vermenizi, para vermenizi, hatta bazen anlaşılmak için yalvarmanızı beraberinde getirirler.

******

Allah insana sadece akıl vermemiş. Aynı zamanda derin duygular, lahuti bir lisan hediye etmiş. Birçok kişinin kalbine kudretiyle terennüm ettiği sır değil. Kutlu söz  ahenginde emretmiş. “Oku! Ne okursan oku! Fakat yaratılışının yegane sebebini asla unutmadan. Ve hep Rabb’inin kudretini anarak oku! İlahi manadan uzaklaşarak okumaya çalışırsan, fağfur kasen kırılır çünkü.

 Akıl ve kalbini bu emir yönünde eğiten insan için, israfın en kötüsü, ömürden harcamaktır. Dağ olmaya heveslenmek kolay mıdır? Madenlerle nehirlerle zenginleşmek, ne büyük bir mesuliyet. Ayşe Hanım, yavrusunu öpüp koklayan, analık duygularını doya doya yaşayanlar üzerinde kıskanç bakışlar dolaştırmamış. Bir bilgenin ifadesiyle, "rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı olarak, çevresinde yetişebildiği her çiçekten bal süzmeye" çalışmış. Duygularını isyan menzillerinde de hapsetmemiş. Özgür bırakmış onları. Dünyada bir kul olarak şahsına bahşedilen mücadele hakkını, saygıdeğer cihette kullanmış. Sabrının adını “Mihrimah” koymuş. Hayallerinde edindiği bu yavruya dört elle sarılarak, kendisine Mihrimah’ın anneliğini layık görmüş. Ama gönlündeki analık hasreti, öylesine ulviymiş ki, yetmemiş tek çocuk… Gönlünün kapılarını, yüzlercesine, binlercesine daha açmaya çalışmış.

Söyleyiniz Allah aşkına! Bir kadının dünya zevk ve dertleriyle oyalanmadan, fıtratına ezelden hediye edilen annelik hasretini körletmemeye çalışması... Herkesin yavrusunu kucaklaması; onların saniyelik bir tebessümü için, sadece emeğini, malını mülkünü değil, ömrünü harcaması ibadetlerin en güzeli değil midir? Hele başkalarının dünyaya getirdiği küçüklere duyduğu bu muhabbeti, sonunda ötelere teveccüh ettirmiş ise. Sözün kısası, o bir yudum su olarak kalmak yerine, buharlaşıp ulaşmak istemiş göklere. Yağmur damlalarına karışıp, yeryüzüne rahmet olmak, belki de kuruması muhtemel nice çiçeklere  tekrar tekrar hayat sunmak için.

 Dünyaya bir çocuğun gözleriyle bakarak yaşamaya çalışmak da ayrı bir  meziyet! Azmi elden bırakmadan, bir kardelen gibi soğuklara direnerek… Binlerce çocuğa ebe olup, onları sobeleyerek bir nebze eğitimlerine yardımcı olmak. Kendi eline bizzat gül hediye edilmemiş bir insanın yemyeşil vadilere ormanlara dalarak, oralarda açan kır çiçeklerini koklamaya çalışması gibi bir şey bu… Hayatın zorluklarını hiçe sayıp da, hep çocuk kalmayı başarabilen, binlerce yavrunun neşesi, eğitimi uğruna onların arasına bir çocuk masumiyetiyle karışıverip de “sobe” diyerek, muzipçe gülümseyen kaç kişi olabilir şu dünyada?

******

İnsanların son nefeslerinde, dünyadaki çırpınışları nisbetinde, ellerine kendi kandillerinin verileceğine inananlardanım. Öyle ki, ahirimizi hizmetlerimizin ışığı ile aydınlatabiliriz ancak. O nedenle, son nefesi vermeden önce, dünyadan götürebileceğimiz kadar nur avuçlamalıyız. Her birimiz, denizlerde birleşecek ırmaklar olmayı hedeflesek diyorum. Kavgaları, gürültüleri bıraksak ardımızda. Ayrı mecralara doğru akıp giderken, bazen dere yataklarımız birleşse, sularımız kuvvetlense… Varlığımızı okyanusa dökülünceye kadar sürdürsek!

         Mektuptan son sözler.

         “Her hayat bilinmeye değer sırlar ve önemli tecrübeler biriktirir içinde. Bilinmeyi hak ediyoruz, bilmeyi hak ettiğimiz gibi. Böylece çekilen acılar da ziyan olmuyor. İşe yarıyor tecrübeler. Yine baştan başlamıyoruz keşfetmeye. Bilmek bir yanıyla önemli ve özel, bir yanıyla sorumluluk… Bilmemek cehalet. Bilmemekten oluşabilecek her şey yorarken, yok ederken, bilmek olgunlaştırıyor; iyilik yapmamıza fırsat veriyor. Bu benim hayat hikayemdi Perihn Hanım. Dualarınıza talibim. Çünkü, çocuksuz bir anne olarak yaratılmak ta dahil, sizinle aramızda, ortak pek çok yönümüz olduğuna inanıyorum.

         Hangi hayat hikayesi tam da yaşandığı gibi yansıtılabilmiş ki? Yaşananların dile gelirken değerleri kaybolmuyor. Ancak kelimeler, aracı olamıyor çoğu zaman duyguları yansıtmaya… Dilerim bu hazin hayat öyküsünün kahramanını size layıkıyla tanıtabilmeyi başarabilmişimdir. Hepinizin bir ebeveyn olarak gıpta damarları kabarsın istedim. Hani nasıl  tarif edeyim? Kimin yolunun üzerinden bir taş alıp da, kenarlara saklarsan… Kimin yolunun üzerine gönlünü serip de onun güzel adımlarının altında yeşil bir halı olmaya kalkışırsan. İşte bu!.. Gönlüm bu tür güzellikleri toplumumuzda sergileyen insanların kutsanmış adımları altına halı olmaktan yorulmuyor. 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.