NEVİN


Kısa sayılacak ama çok verimli geçen bir ömrü, benlik taslayarak değil, ‘sen’ diyerek tüketti o …
       "-Sen!.. Sen!.. Sen varsın! Teksin, birsin ve ben sana tabiyim."
       Nevin için yeryüzünde şahit olduğu her güzellik, sonsuz rahmet merkezinden kendisine uzatılan bir mektuptu. Son nefesini vereceği günü de, son mektubun eline teslim edileceği muhteşem saniyeler olarak algılıyordu.
* * *
      Hümanist bir kalp, yüce bir sevdayla buluşturulursa ne olur? Bence ikisi de birbirinde yok olup, tek bir enerjiye dönüşürler. Yaratıcı’nın, dünya hayatındaki son adımlarını attığının şuurunda olan bir insana, o enerjiyle neler yaptırabileceğine, bizzat kendi gözlerimle şahit oldum ben.
      Gerçek şu ki, Nevin’de kendini yeryüzüne gönderene vefa duygusu olağanüstüydü. Nimete şükür şekli… İrfanı… Önce Rabb’ini sevdi. Kalbinde diğer bütün sevgiler, bu aşka tabi oldu. Madem kalan ömrü, değerli bir emanet olarak eline verilmişti. O zaman onu en faziletli şekilde değerlendirmeliydi. Acınmak ona göre değildi. Kansere yakalandığını öğrendikten sonra, bir köşeye çekilip, hayatıyla ilgili olacakları sessizce seyretmek de. Hiçbir şey düşünmemeyi tercih edip, kalan yıllarında gününü gün edecek biri olmak ise, onun ahlâkı için hiç uygun değil. O ne yaptı? Kanatlandı. "Yerçekimiyle arza hapsolmuş duygusundan kurtardı beni bu hastalık." diyordu. Dünyadan kabre uzanan yolda özgürdü artık. Kendini bir denizden kopmuş ırmak gibi hissediyordu. Mecrası uzaklara yönelen; farklı okyanuslara doğru yatağını doğrulturken, denize sırtını dönen. Ailesinden hiç kimse, hasta bedenini yormaması için ona engel olmaya kalkışmadı. Bazen ülkesinde, bazen Avrupa‘da veya başka bir kıtada insanlık yararına koşturdu hep. Müslüman gerektiğinde "İlahi takdir" diyerek kaderine razı olandı. O da öyle yaptı. Ebediliğe açılan ışıklı bir koridorda yürüyen her mesut kişi gibi.
* * *
        Nevin, hep kendi mesut ruh ikliminden nazar etti insanlara. Ben de onun hikayesini size anlatırken, aynı şekilde anlatmak arzusundayım. Hatta istiyorum ki, acılar ve sevinçlerin sarmaş dolaş olduğu bir hikaye olsun bu. Tıpkı saadet devrinden bir insanı tarif eder gibi, size onu tarif edebileyim.
Tanıştığımız günü hiç unutamadım. Sanıyorum, gençliğin sorunlarıyla ilgili bir konferanstı. Yüzlerce kişi büyük salonu tıklım tıklım doldurmuştu. Zar zor kendime bir yer bulduğumda, mikrofondan yükselen sesin sahibini görebilmek için kürsüye baktım. Alışılanın tersine boştu. Nevin dinleyicilerin arasına dalmış, elinde mikrofon, çevresine gülücükler dağıtıyordu. İlk bakışta hayat dolu, sevecen, cıvıl cıvıl. Kalabalıktan dolayı, salona hakim olan ağır kokunun rahatsızlık verici halini çoktan unutmuş, kendimi onu dinlemeye kaptırmıştım. Bir ara arka taraflara doğru yaklaştığında bakışları bu sefer beni esir aldı. Anlaşılan dinleyicilerine birebir hitap etmeyi seviyordu. Annem;
        " – Dostun gözleri ayna gibi olmalı! Ona baktığında kendini görmeli insan." derdi. Birden kararımı verdim. Onu, kendime dost olarak seçecektim. Çünkü hiç tanımadığım bu sarışın kadının gözlerinin aydınlığında, kusurlarımı da, meziyetlerimi de idrak edivermiştim. Üstelik karşımdaki insan, çevresindeki külleri yeniden alevlendirmek için önce kendini tutuşturmaya çalışan biri gibi gelmişti bana. Elleriyle bir avuç koru avuçlamış, kalbi aşk ateşiyle çırpınan samimi bir Müslüman.
* * *
         O sıralar, gençliğimin sefasını sürdüğüm bir zaman. Tanıştırıldığımız gün, bu denli enerjik ve neşeli bir insanın kansere yakalandığını, sohbet sırasında basit bir dille ifade edişi, beni tam anlamıyla şoka sokmuştu. Nevin yüzümün bulutlanmasına üzülerek;
"– Boşverin!" demişti. "Yılların tükeniyorum dediğini duydunuz mu hiç? Ama birbiri ardına gelip geçiverirler. Yolculuk bir veya yirmi yıl sonra olsa ne farkeder ki? Her dem bizi yaratana ihtiyaç duyduğumuzu söyleyip de, sıra ona kavuşmaya geldiğinde çekinmek olur mu? Hem hepimizin önünde, sonsuz vaadlerle dolu bir gelecek var. Kim korkar hain kurttan? Pardon kanserden."
Kahkahalar, kahkahalar… Şimdi düşünüyorum da o hiçbir şairin hayal dahi edemiyeceği muhteşem bir sahnede, ilham dolu rol üstlenmiş bir oyuncu gibi görüyordu kendini. Kaderini yönetenin harikulade nezaretinde.
       Normal bir hasta için kurtuluş şifa bulmaktı belki. Ama Nevin için esas kurtuluş, Rabb’e ulaşılan yolda sona doğru yaklaşmaktı. Son adıma, kulun tüm varlığıyla hazır olması. Aksini yaşamak elbette hüsran. O yüzden sabır ve şefkatini son nefesine kadar Hakk yararına sarfetmeliydi insan.
* * *
       Aşktan da öte bir his.  Gönül, bütün canlıları rahmetiyle kucaklayan faili, tüm içtenliğiyle bilmek ister. Mana çiçekleri, onun kalbinde de, öyle güzel bir dekorla sergilendiler ki, bazen hastalığı nedeniyle acı çektiğine şahit olduğumuzda dahi, onun gözlerindeki ışık içimizi ürpertiyordu.
      Aslında mutluluk, onun mayasında vardı. En bahtsız insanlarla bile yapmak istediği, onları hemen kucaklayıp, içinde çağlayan saadet ırmağından ikramda bulunmak... Onlara dünyanın asla bir zindan olmadığını hatırlatmak. Fakat kadersizliklerden dem vurup duran yüzleri güldürmek hiç de kolay değil. Nevin’den bir sosyolog olarak yardım bekleyenler, tavsiyelerini bazen kabul edilemez buluyorlardı. Ama gözyaşı bile dünyalık kaygılardan uzak, sadece Allah için dökülürse, bir mutluluk sebebiydi arkadaşım için…
      "–Ben üzüntülerinizi pembe gelecek rüyasıyla tüllendirip de örtüverin demiyorum. Kendinizi en kötü konumda hissettiğinizde dahi direnerek, kalbi çoşkunuzla en ferah bulutlara yükselmenizi tavsiye ediyorum. Sadece Allah'a halife olma şerefi bile insana yetmez mi? Bu temelsiz bir avuntu da değil. Darlıktan kurtulma yolunun en güzeli.  Üstelik zorlu imtihan karşısında  ‘Her yer karanlık!’ diyerek ağlayıp dövünen insan gibi, soğuk yokluklarda kaybolmaktan bin kat daha kolay."
       Bir keresinde, çevresindekiler fena sıkıştırdılar onu.
     "–Haydi kendi sıkıntılarımızla baş etmenin bir çaresini bulduk. Ya yeryüzünde zalim çizmesi altında inleyen, her gün evleri bombalanan, yavruları açlığa, sefilliğe mahkum edilmiş insanlar? Dindaşlarımızın acısı bile, bizlerin yüzünün kararması için yeterli sebep değil mi?"
       O tatlı gülümsemesiyle cevap vermişti Nevin.
       "-Mutlu olmak için illa ki kahkahayla gülmek gerekmez. Bu insani bir felsefe. Saadet Asrındakiler Allah’ın ismini andıkları müddet, mutluluktan çektikleri acıları dahi fark etmeden, son nefeslerini veren üstün insanlardı. Bugünün çile çekenlerine gelince… Onların da mutlu olmak için öyle kuvvetli sebepleri var ki… Şükür, mazlum konumdalar. Ya zalim olan onlar olsalardı? Bence kimsenin dünyalık kaygılarla kendisine verilmiş kısa bir hayatı heder etmeye hakkı yok. Sonsuz Rahmet Sahibinin, koruyup gözettiği bir kul olmak… Rabbi unutmaktan gayrısı, asla mutsuzluk sebebi olmamalı bizler için."
* * *
      O bu dünyaya dirilmeye gönderilmişti. Ebedi ölümün kucağına atılmak için değil. Dünyada her kula az ya da çok tanınan imtiyazlarla, benim diyebileceği her şeyini başkalarıyla paylaşmadan da bu mekanı terk etmek istemiyordu. İnsanların görünüşlerini, dillerini, dinlerini umursamadan sadece kalplerine nazar etti. Yardım elini uzattığı kişiler, nefislerine mi esir olmuşlar, yoksa onunla mücadele halindeler mi? İşin bu tarafıyla hiç ilgilenmedi. Duygulu kelimeler kullanarak, en dertli insanın bile kalbini kazanmada ustaydı.
Nevin’in Kayseri’de kurduğu yardım derneklerinin yanı sıra, kendisinin özel olarak ilgilendiği sayısız insan oldu hayatında. Birgün kazayla kolu kırılmıştı. Ama kırık kolu dahi onu, hizmetten alıkoymamıştı. Yavrularına;
        "- Haydi çocuklar ! İnsanlar soğukta donarken, biz böyle sıcak evimizde rahat rahat oturamayız. Siz vitesi değiştirirsiniz, ben de arabayı kullanırım." demiş, yardım için ailecek yola koyulmuşlardı.
Marmara depremi sırasında, kanser tedavisinin en zorlu anlarını yaşamaktaydı. Yine de aldırmadı. Afet bölgesine ilk koşanlardan biriydi. Saatler boyu yardım paketleri dağıtıyor, geceleri de bir çadırda, uzun süre çalışıyordu. Bu dönemde kanser, tekrarlamıştı. Ama o, şiddetli ağrılarına rağmen dinlenmek için sadece yaptığı işi değiştiriyor, depremzedelere psikolojik terapilerde bulunuyordu.
         Bir defasında, hastahanede tanıştığı bir hanımdan söz etmişti bana. Kendisiyle aynı kaderi paylaşan, fabrika sahibi biri. Kansere yakalandığını çocuklarından bile sakladığını söyleyerek, Nevin’e içini dökmüş. İsyankar bir halde; "- Allah nasıl böyle bir hastalığı bana verir? Ne yaptım ben ona? Daima yüzlerce işçiye maaş veren, asla onlara haksızlık etmeyen, yardımsever biri olarak yaşadım." diyerek serzenişte bulunmuş. Nevin onu kucaklayarak, teselli etmeye çalışmış. "-Kardeşim, söylediğinize göre iyi yetişmiş çocuklarınız, mutlu bir yuvanız, sayısız mülkünüz, arabanız, fabrikalarınız varmış. Siz Allah’a başkalarından farklı ne yaptınız da Allah bir ömür boyu size bu nimetleri sundu? "
* * *
        Her birimiz, aslında aynı hayalin peşindeydik. Yeryüzünde Allah’a layik bir yardımcı olma adına, çabalamayı kendimize gaye edindik. Fakat Nevin, hakikaten bizlerden çok farklıydı. Onunla birlikteyken berzah aleminde birlikte atacağımız uygun adımların sesini dinleyebiliyordunuz. Asla oflanarak, sızlanarak kendine verilen son sayfaları kirletmedi o… Hep sevdi. Hep sabretti. Hep gülümsedi. Fakir insanlar... Öğrenciler, cezaevlerine düşmüş gençler, sokak çocukları, bataklığa yuvarlanmış zavallı kadınlar, ya da akıl hastaları… Öksüz bir yavru, ister Türkiye’li Mehmet olsun, ister Tanzanya’lı Davudi… Onlara herhangi bir yardım eli uzattığında çocuklar gibi sevinirdi. Sporda başarılı olacağına inandığı bir yetim genç kızı, ta Yunanistan’daki yarışmalara gönderdiğini hatırlarım ben…
       İşte, böyle çok yönlü bir kadındı Nevin. Bizler bir nefes zamana bazen yılları sığdırmayı, aşıklarla inlemeyi, dünyadayken bir adımımızı ahirete atıp da yaşamayı, süratli yaşamayı ondan öğrendi

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.