RUHUMUN SAHİBİNİN “GİT!” DEDİĞİ YERDEYİM!

Masumiyet, ta Asya’nın doğusundan, beni yanına türküyle çağıran, Uygur Türkü genç kızın sesinde. “Etrafında güller var. / Bir gül mene vermisen. / Ben yalnız ve yaralı Türkmenem / Bin gül bize vermisen.”  İnternetten tanıdım onu. Üzerinde lacivet tişort vardı. Sayısız Çinli askerin karşısına çıkmış, onlara cesurca hesap soruyordu. Urumiçi katliamının hesabını. Bu olaydan kısa bir zaman sonra idam etmişler onu. Sebeb bulmak, putperest Çinliler için zor değil. Ailesinden geçmişte kurtuluş hareketlerine katılanlar olduğu gerekçesiyle, potansiyel terörist ilan edip, asıvermişler. Sessiz dünyanın gözü önünde...

Masumiyet Hocalı katliamı zamanı, katil Ermenilerden yavrusunu kaçırmaya çalışan Azeri ananın ellerinde. Kahpe kurşunlara karşı, bebeğine  siper ettiği cansız bedeninde… Dokuzbine yakın Müslümanı öldürdüler Srebrenitsa’da.. Seyirci aynı. Medeni Avrupa. Küçük Bosnalı çocuk, soykırım mezaliminden payını almış. Kanlar içinde, annesinin kucağında. Masumiyet o mazlumun, son nefesini vermeden az önce, annesine sorduğu soruda… “-Çocukları küçük kurşunlarla öldürürler, değil mi?

Onlar biziz, biz onlar!  Zalimlere inat; yasımız, acılarımız, yakarışlarımız ortak. Ama içimizde masumiyet kaldı mı ki? Nefesimizi tutmuş bekliyoruz. Malum düşmanlarımızın empozesi, sun’i fikir akıntılarına karşı direnmeye çalışan balıklar gibiyiz. Ve darmadağınık. Mısır’a ağlayanlar; "Çin’deki Türkten sana ne?” diyorlar. Zulüm altındaki Türk’ler için ağıt yakanlar, diyor; Irak’ta, Suriye’de, Mısır’daki ölen Araptan sana ne? Afrika’daki açtan sana ne?”  Bazıları, Müslümanlar adına acı duymayı vazife edinen idarecilerimizin merakının, nedense hiç Altay Dağlarının zirvelerine yükselemediğinden şikayetçi.

      Usta şeytanın çırakları, cehenneme çevirmiş yeryüzünü. Biz gözyaşlarımızı hangi mazlum için akıtacağımızı dahi tartışıyoruz. İnanılmaz bir acınası hal... Allah’ın yarattıklarının hepsine merhamet etmenin, en asil ibadet olduğunu unutmuş gibiyiz. Kime ne ki? Yüreğimde zerre iman varsa, ıslatırım yanaklarımı gözyaşımla. Ta Afrika ormanlarının kıyısında, Vudu inancındaki bir zenciyi köle yapsalar, aç bıraksalar ağlarım. “Bir gün kafir Çinlileri, yine çöllerin öbür tarafına atacağız. Sayıları Taklamakan Çölündeki kum taneleri kadar olsa bile..” diye haykıran Doğu Türkistan'lılara da… Bir küçük Şintoist Japon kıza, Okinawa Adasında tecavüz ettiklerinde, Tokyo’dakilerden  fazla kahrolmazsam, Müslüman mıyım? Ona da ağlarım. Hakkını ararım. Mısır’lıya da… Suriyeliye de… Irak'ta işgalciler tarafından kirletilen binlerce kadına da... Kime ne?

*****

         Rahmetli Cemil Meriç, zulmün olduğu yerde tarafsız seyri de, namusa aykırı durum kabul ediyor. Dünyanın bizim diyebileceğimiz heryeri, kötülüklerin seyir alanı gibi. Bu uyarıya rağmen bencil tesellilerle avutuyorum kalbimi. “Ne yapabilirsin? Gücün neye yeter ki? Kendini kurtar bu kargaşada. Aileni, ülkeni kurtar, kafi !..” Ben de bu asrın yalancısı mıyım yoksa? Ne acı… Ben! Hep ben, her şeyin merkezinde ben! Dilerim biz olma üstünlüğünü, ruhumuza sunacağı tüm imani ortak duygularla birlikte kaybetmemişizdir. Başımıza gelen felaketlerin başdöndürücü hızında, biz demeyi unutmamışızdır. Çünkü biz diye düşünmeye başladığımız zaman ancak; hasretini çektiğimiz aydınlıkların ışığını hissedebiliriz gönlümüzde. Özümüz acısa da, sızlasa da.

         Kimliğimiz  Müslüman. Gün doğumu, gün batımı gerçekte en çok bizim  için var. Ama mazlum isek, bize her yer karanlık. Çünkü dileyen zalim, dilediğini yok etme hürriyetine sahip artık. Şimdi bencillikten arınmış kalbim; “Sen bir gün aydınlıkları göreceksin!..” diyor.  Yeter ki sadece kendini düşünme, gözyaşının dahi bencil duygularla akmasına izin verme. Yeter ki sadece kendini kurtarmak olmasın maksadın!”

******

Hiç unutamadım. Mısır'daki katliamın ilk günlerinde, henüz yirmiiki yaşında iken öldürülen gazete muhabiri çocuğu. Adı Ahmet Assem’di. Haber kanalları Assem’in, bir evin damı üzerinde kendi halkına ateş etmeye hazırlanan ordu mensubunun resmini çektiği anda, aynı asker tarafından öldürülüşünü göstermişti. Hayata kapanan kara gözlerindeydi masumiyet. Son Ramazan onun için ne çok ağladım. "Ben kısa bir zaman için susuz, sen Ramazanda cansız kaldın." diye…

         Düşününüz hangimizin ibadeti daha kıymetli Hakk yanında?  Hangimizin ki daha onurlu? İnanın şu an dahi Assem'in Cennet ülkesine uzanasım var. Ona yarı açık gözlerinde apaçık gördüğümüz sonsuz huzur ve memnuniyetin sebebini sorasım var. Ta Diyar-ı Mısır'a koşup, mezarının yanıbaşında gözyaşlarımla yalvarasım var. "Allah’ım!.. Bizleri affet!" diye haykırasım.

******

Dağları, ovaları aşsam da, gökyüzünde kuşların dahi özgür dolaşamadığı diyarlarda dolaşıp dursam. Taklamakan çöllerini gözyaşlarımla sulayıp, sonra baş döndürücü hızla akan Nil’in, Dicle'nin sularına karışsam.. Bir gün dünya tarihini kullar önünde okursa melekler… Hakk’ın huzurunda ben merkezli dünya yaşamımdan utanmasam… Masumiyet bizim  kanımızda, canımızda da var.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.