Prof.Dr.Osman Akdemir, Universal Hospital Bodrum

 

1950'li yıllarda Meyer Friedman and Ray Rosenman adlı iki kalp hastalıkları uzmanı kalp hastalarının genellikle stresli, endişeli insanlar olduklarını gözlemlediler ve buna dayanarak iki farklı kişilik modeli tanımladılar. Bunlardan "A tipi kişilik" olarak adlandırdıkları bireyler aceleci, rekabetçi, agresif, işine düşkün bir davranış biçimi sergilerken "B tipi kişilik" olarak adlandırdıkları bireyler daha rahat, çatışmasız, uysal, katı kuralları olmayan insanlardı. Bu iki gruptan 35-39 yaşları arasındaki sağlıklı erkek bireyleri 8,5 yıl izleyen araştırmacılar A tipi kişilik özelliği sergileyenlerde koroner kalp hastalığına yakalanma riskinin iki kat artmış olduğunu bildirdiler. Daha sonra yapılan kapsamlı çalışmalar bu bulguyu bütünüyle desteklemiş olmamakla birlikte ortaya atılan bu görüş insanların zihinsel durumlarının bedenlerinin sağlığına etki ettiği fikrinin bir nevi başlatıcısı oldu. Gerçekten de stresle dolu bir yaşantıda ülser, yüksek tansiyon, kalp hastalığı ve hatta kanserlere daha çok rastlandığı hem yaygın bir inanıştır hem de bunu destekleyen bilimsel çalışmalara da rastlamak mümkündür.

Yaşamdaki iş, sosyal durum, ekonomik durum, evlilik ve diğer streslerin sağlıklı bir kişide kalp hastalığına neden olup olmadığı ya da bir kalp hastasının sorununu kötüleştirip kötüleştirmeyeceği üzerinde her zaman konuşulan bir konudur. Bu ilk çalışmanın yayınlanmasının üzerinden 50 yıldan fazla süre geçmesine karşın çeşitli tür streslerle kalp sağlığı arasındaki ilişkiyi keşfetmeye dönük araştırmalar sürüyor.
2004 yılında İsveçli bilim adamlarının 52 ülkeden 25 bine yakın bireyi mercek altına aldıkları bir çalışmalarında kalp krizi geçirmiş olanların geçirmemiş sağlıklı bireylerle karşılaştırıldıklarında kalp krizi öncesinde daha fazla ekonomik strese, iş ve ev hayatlarında stresli dönem ya da kalıcı strese maruz kalmış ya da depresyon atağı yaşamış oldukları gözlemlendi. Danimarkalı araştırıcıların 2008 yılında yayınladıkları bir çalışma, stres ile koroner kalp hastalığı arasındaki ilişkinin 55 yaşın altındaki erkeklerde belirgin olduğunu, kadınlarda ve daha yaşlı erkeklerde bu tarz bir bulguya rastlanmadığını gösterdi. Sosyal ilişkileri zayıf, duygusal destekten yoksun kişilerin kalp & damar hastalığına daha eğilimli olduklarına dair çalışmalar yayınlanmış bulunuyor.

Üzerinde en çok konuşulan ve en detaylı araştırmalara konu olan stres türü insanların meslekleriyle ilgili stresleridir. Bilim adamları sürdürülen işin türüyle ilgili modeller geliştirerek stresin kalp sağlığına etkisini araştırmış bulunuyorlar. Başkası ya da başkaları tarafından buyurulan yoğun bir mesaiyi yüklenen, kendi zamanını ve enerjisini kontrol edebilme olanağı olmayan kişilerde bu tarz bir stresin kalp & damar hastalığı riskini arttırabildiğini görüyoruz. Üstlenilen yoğun bir işin karşılığını ücret, kariyer, itibar, ya da iş güvenliği bakımından yeterince alamamanın çalışana yüklediği strese yine artmış kalp & damar hastalığı riski eşlik etmekte. İşle ilgili streslerin erkeklerde tam gün çalışan kadınlarla dahi karşılaştırıldığında daha yıpratıcı olduğu gözlenirken, kadınlarda aileyle ve sosyal yaşamla ilgili streslerin ön plana çıktığı anlaşılıyor. Yapılan çalışmalar gerek mutsuz bir evliliğin gerekse hasta bakma yükümlülüğünün getirdiği stresin bilhassa kadınlarda kalp & damar hastalığı ve hipertansiyon olasılığını arttırdığını gösteriyor.

Tüm bunlarla birlikte genel olarak kaygılı bir mizacın ya da bir kişilik özelliğinin kalbe, damarlara zarar verdiğine dair ikna edici delillere sahip değiliz. Buna karşın uzun süren ya da tekrarlayan, işle, aileyle ilgili olan veya müzmin bir hastanın, bir yaşlının bakımını üstlenmenin getirdiği yoğun stresleri mümkün mertebe yenebilmenin yollarını aramamız gerekiyor anlaşılan. Bu tarz stresleri sigara veya yüksek kolesterol gibi bir hastalığı yoktan var eden bağımsız bir risk faktöründen ziyade zeminde zaten var olan bir sorunun tetikleyicisi olarak görüyor ve önemsiyoruz. İnsanlarla sağlıklı ilişkiler kurarak ve tabii ki severek, sevilerek yaşamanın sadece zihnimizin değil, bedenimizin de sağlığını koruduğunun bilincinde olmamız, yalnızlaşarak, içe kapanarak duygusal ve sosyal desteklerimizi kaybetmememiz gerektiğini anlıyoruz.          
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.