Meraklı okuyucular soruyorlar. ‘Sağda mısın, solda mısın?’ diye. Rengimi bir türlü ayırt edemiyorlarmış. Hiç gündem üzerinde kalem kullanmadığımdan şikayetçiler. Ne yapabilirim ki? Kendi fikriyatımı hararetle desteklediğim gençlik günlerimde, bir televizyon kanalına gitmişim. Ekran önünde birbirlerinin canına kast edercesine kavga eden iki zıd partilinin program çekimine şahit olmuşum. Tam bu kavgadan etkilenip, karşı zihniyetimdeki milletvekiline, ayaküstü iki çift laf edecekken, çekim sonunda ikilinin sarmaş dolaş olduklarını görmüşüm. Ertesi gün için yaptıkları Marmaris gezisi planlarını da duyunca…  Bir daha da hiçbir siyaset adamına güvenip, oy atmaya bile gitmemişim. Onları hormonlu sebzeler kadar itici bularak. Hatta ekran önünde rayting uğruna insanlarımızı vuruşturdukları o açık oturumları dahi bir daha hiç ama hiç seyretmemişim. Ama şimdi, ‘kimin nesi kimin fesisin?’ diye sormakta inat ediyor ya okuyucu. Eh, herhalde düşünen bir insanım nihayetinde. Asla tarafgirlik yapmadan, konuların bir kenarından da ben tutayım, taraf olayım istedim.

Gezi olaylarından öncesinden beri halk ikiye bölünmüş gibi. Bir tarafın gözünde  kendilerini seçildiği günden bu yana aşağılamayan, tepeden bakmayan, her fırsatta onları kucaklayan bir başbakan. Diğerlerine göre de diktatör. Eli kanlı… (Yeryüzünün her tarafında akan kanların müsebbibi görülecek kadar) Asılması gereken… Meydan ve sokaklarda bazı kişilerin ellerinde boynuna yağlı ip geçirilmiş Erdoğan resimleri. (Tarihlerine asarak yolladıkları bir liderin kanı yetmemiş olacak ki…) Bunun yanı sıra bir dini misyonu olan cemaatin siyasi yapılanmasının keşfi, gelecek adına çok önem arzeden bir hal. Bence yakın tarihte gelişen en önemli hadise. Hele senelerdir hoşgörüyü kendi yollarında pusula edinmiş bu cemaate hayranlığını, benim gibi kalbinde ziyadesiyle muhafaza etmiş insanlar için.

Masal gibi her şey. Ama değil! Olayların içinde kraliçesi de var. Deniz aşırı Kaf Dağı ötesinin koca devleri de. Hükümetçiler, cemaatçiler, memnun seyirciler üçkeninde bir ülke işte. Bu ülkenin iştah açıcı bir coğrafik konumu olur da yabancı ajanlar cirit atmaz mı topraklarında. Durduk yerde ortada kazan kaynatanları, kazanlardan çıkan buğunun bulanıklığında seçmek lazım. Dikkat edeceğimiz tek şey saman altından yürütülen kirli sulara ayağımızın bulaşmaması. Birileri küresel güç sevdalıları adına ülkem için aldığı zalimane ihalenin hakkını vermekle meşgul. Üstü örtülü post modern darbe tehditleri altında, “demokrasilerde sandık her şey değildir” beyinsizliği had safhada. Tıpkı gezi olaylarındaki gibi. Üç ay daha sabrı göze alamıyor muhalif fikirliler. ‘Ya tekrar kazanırlarsa?’ korkusuyla meşru siyasete balta vurup, ikbal yollarında mesafe almak istiyorlar. Yaptıkları yanlış siyasetin bu vatanda bıraktığı trilyonlarca liralık hasar umurlarında bile değil. Çöksün de bu iktidar. Gitsin! Hatta iç savaş çıksa ne ola ki? Yeter ki Tayyip gitsin! Savaş o kadar açık oynanıyor ki, bu kriminal darbeci zihniyetler, koalisyonlarının esas hedefini gizleyemez hale geldiler. Nefretlerini de… Bu da masal dinlemeye alışık masum halkı uyanık tutuyor. Kimi kandırdıklarını sanıyor bu efendiler? Ne gizli güçlerin emniyet ve yargı içindeki dayatmacı tavırları, ne de muhalefetin gayri meşru arzularla ortalığı yakıp yıkmaya odaklı iktidar hırsının yurt dışı bağlantıları kimsenin gözünden kaçmıyor. Benim gibi kırk yıldır kendini bitaraf gören birine dahi böyle bir yazı yazdırıyorlar ya… Aşk olsun!

*******

Esasında gerçek şu! AKP’nin ilk geldiği günden bu yana reformist tavırları onları cemaate yaklaştırdı. Böylelikle iktidarın nimetleri cemaatin önüne cömertce serildi. Askeri vesayetin geriletilmesi en büyük fikri birliktelerini sağladı. 2007 Krizini beraber atlattılar. Daha önceleri hep iktidar olanla barışık olma stratejisini kendine şiar edinen bir yapılanma, aniden taktik değiştirdi. Çünkü iktidarda olan partinin yıpranma mecburiyeti bir yana, AKP’nin Batı dünyasının desteğinden mahrum görüntüsü; İslam dünyasını her fırsatta kucaklamaya çalışan Erdoğan’ı yok sayma çabaları, var olmak için lanete dahi bel bağlamış bu insanların yollarını ayırmalarına sebebti. Kendine güveni bundan sonra iyice artan cemaat, geleceğini muhalefet üzerinden hesap ederek, onlarla yeni bir ittifak yaptı.

 Dershane savaşında kullanılan zehirli dilin tehditleri o kadar keskindi ki, bu saldırının salt son olaylara münhasır olmadığını anlamamıza yetti. Sağda ve solda yazar dostlar da aynı fikirde. Bir cemaat oyununu başbakandan daha güçlü odaklarla oynuyor düşüncesindeler. Gözardı edilemez bir gerçek daha var ki, masonik yapılanmış kuruluşlar kendilerini korumayı gizlilikteki devamlarına borçludurlar. Ama güçlerine duydukları özgüven, şaşırtıcı sonuçlar doğurabiliyor.  Kamuoyunu kendi medyalarıyla etkileme gayretleri de bu yüzden başarılı olamadı. Hizmet inandırıcılığını kaybetti. Devlet içinde gayri meşru siyasi yapı kendini ele verdi. Hoşgörü darbe aldı.

Bin öfke, bir nefret. Bin zulüm.

Kamuoyu görünmez eller tarafından öyle yönlendiriliyor ki, medyada linç kampanyası tüm hızıyla sürüyor. Halk da bu gürültülü ortamda, mevcut hükümetin hatalarını sağlıklı tartmaktan aciz kalıyor. Bir yaban irade düşünün! Ardarda düzenlenen yolsuzluk operasyonlarıyla, kesin zafer sonucu alacağının hesabıyla, herkesin nefretini Erdoğan’ın şahsına yönlendireceğini sandı. Hesaba katmadığı bir eski borç vardı ki… Bu borcun ezikliğinde bir milletin, kendi seçtiği lidere sahip çıkacağını hiç ummadı. Rahmetli Menderes’i ipe yollamışlara, sindirilmiş bir korkuyla sesini çıkartamayan halkın içinde yıllardır kök salmış suçluluk psikolojisi, onu bugün ki başbakanına sahip çıkmaya yönlendirdi.

Devlet içine sızmış derinlerin, içte ve dışta yaymak istedikleri fikir şu: Başbakanın arkasındaki halk kitlesinin öyle çok güçlü olmadığı savunuluyor. Sık sık kendine  Menderes’in yalnız akibeti hatırlatılıyor. Bence iyi okuyamıyorlar tarihi gerçekleri. Ya da okusalar da, bu bir yıpratma taktiği. Çünkü yakın tarihi iyi bilen, araştıran hiç kimse Erdoğan’ın şu an halk nezdindeki itibarını şehit Menderes’inkiyle kıyaslayamaz bile. Üstelik o tarihlerden bu yana Türk Halkı arka arkaya yediği darbeler nedeniyle bilinçlenmiş gibi. Ve hala haksız yere idam edilmiş bir eski liderin itelendiği yalnızlığın sebebini kendi korkaklığında buluyor. Bu suçluluk duygusu, onu diğer seçmenlerden ayırıyor. Benzer olayların bu gün de cerayan ediyor olması halkın devletine sahiplenme olasılığını kuvvetlendiriyor.

Hakikaten tuhaf bir durum. Yolsuzluk mevcutsa, bu aykırı duruma millet olarak müdahale edileceği yerde, halk ister istemez erken seçim benzeri bir seçime zorlanıyor. Oyuma sahip çıkarım diyen demokrasi yanlıları, sanki dünyaya yolsuzluk yandaşları gibi lanse ediliyorlar. Halbuki gerçekte bu aziz millet, sokakları hareketlendirme meraklısı siyasilere asla güvenmiyor. Polisi, askeri plastik mermi kullanmaya mecbur edecek kadar anarşiyi geri getirme özlemi içinde bulunanlara. Ülkeyi her fırsatta kan gölüne döndermeye meraklı şiddet meraklılarına.. Yaşanan tüm olaylar vatandaşlara, hadiselerin perde arkasındaki gizli gücü ima ediyor. Yandaşlık bu ise, evet yandaşlar. Devletten yana, halktan yana, seçilmişten yana… Düşüncesizce bir gizli darbenin payandası olmak istemiyorlar. İlkesel bir duruş! Tam bu nokta da arzuları Erdoğan’ınkilerle uzlaşıyor. İşte Tayyip’çiliğin birinci ve en önemli nedeni bu!.. Aynı konuya gelecek yazıda devam edeceğiz. Şimdilik sevgiyle kalınız.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.