Antisemit bir kitap incelemesi


Bir önceki bölümde çarpıtılan haberlerden örnekler vermiştim. Şimdi de bir kitap incelemesinden bahsetmek istiyorum. Haberler böyleyken Yahudiler üstüne yazılan kitaplar acaba çok mu farklı?

"Merhum Cevat Rıfat Atilhan, bu savaşın içinde casusluk ve ihanetlere de bizzat şahit olmuştu. Birçok Yahudi casusunun, bu arada Suzy Liberman’ın da yakalanmasını sağlamış ve onun kurşuna dizilmesine yetecek delilleri de bulmuştu. Suzy Liberman’a ait bildiklerini aktardığı bu kitaba merhum Cevat Rıfat, daha sonra onun yakalanışı sırasında ele geçirdiği hatıratını da ilave etmiştir. Yahudi casusu Liberman’ın hatıra defterinden açıklıyoruz:"

Evet böyle diyor Hüseyin Hakkı Kahveci, Atatürk’ün Yasaklanan Kitabı184’nda. Son sözü söylemeden önce, bu hatıra defterinden bazı bölümleri alacağım:

"21 Ağustos 1911

… İyilik ve şefkat yalnız bizlere, yani İsrailoğullarına karşı yapılır. Goyim köpeklerine karşı hiçbir insanlık ve ahlak ile mukayyed değilsiniz. Onların malları, canları, ırzları helaldir. Talmudumuzda büyük haham Jakop Maymunides diyor ki:

Yahudi olmayan bir insan hayvandır.

Ama neden? Acaba goyimler bunu biliyorlar mı? Eğer biliyorlarsa bize karşı reva gördükleri muamelede haklı olamazlar mı? Sonra babam ilave etti:

Komşun eğer Yahudi değilse ona yapacağın zarar ve ziyanla dinimize büyük bir hizmet
etmiş olursun…

Niçin baba!… diyecek oldum, kıyamet koptu. Annem ve babam üzerime yürüdüler.

Goyim: Yahudilerden gayri bütün insanlar.

… Hayır, hayır! Bu, Viladimir değil, benim öz babamdı… Rampa çıkan bir şimendifer lokomotifi gibi soluyordu. Yüzünün rengi kaçmış, gözleri dönmüştü.

Baba ne yapıyorsun, çıldırdın mı, ben senin kızın değil miyim?
Sus köpek!… Senin böyle şeylere aklın ermez. Sesini çıkarırsan gebertirim seni. Goyimlerin mağrur delikanlılarına gönül vereceğine, kendi zevklerimizi aramızda paylaşalım. Talmud oku, hahamların tefsirlerini oku da adam ol!
Yavaş yavaş kudurmuş köpek gibi başı önünde, salyalı ağzını sile sile yatak odasına çekildi gitti. Bu ne müthiş kabustu Yarabbi! Artık mektepte goyimlere eskisi gibi nefretle bakmıyorum. Aksine onların bizden nefret etmeye haklı olduklarını zannediyorum. Bütün insanlığın bizden iğrenmesi, bizden kaçması, bize düşman olması herhalde bütün bütün boş olmasa gerek…

15 Mayıs 1914

… Yakıcı bir güzelliğe sahipsin Suzy. Zeka ve zarafetin de ondan aşağı değil. Bu silah sende oldukça çok gönüller yakar, çok budalaları avlarsın. Zamanı gelecek bütün bu nimetleri müstakbel İsrail devletinin menfaati uğruna kullanacaksın! Senin bu büyüleyici güzelliğin karşısında kaç erkek, kaç irade mukavemet edebilir? Sen bu sılalarla goyimleri yere serecek, onların sırlarını öğrenecek ve istikbale hizmet edeceksin!… Türkler asırlarca bu yerleri, bizim ecdat yurdumuzu bize zindan ettiler. Türk Sultanı Abdülhamid ırkdaşlarımızı buraya sokmamak için bütün dünyaya kafa tuttu. Ona kimse sözünü geçiremedi. Fakat bak bugün biz buralarda, adeta müstakil bir devlet gibi yaşıyoruz. Bu devlet yarının büyük Salomon saltanatının bir provasından başka bir şey değil! Kendimize mahsus postalarımız var, hatta paramız, namımıza basılmış paralarımız var. Türklerin ses çıkardıkları yok. Mecalleri yok ki! Onlar da buralarda iğreti oturduklarının farkındalar. Bir gün buralardan çekilecekler ve buraları tamamıyla bizim hükümranlığımız altına girecek. Şunu unutmamalıyız ki, Türklerin bugünkü müsamahaları ve sessizliğine inanmak hiç de doğru değil. Bu vaziyet anormal, arızi ve muvakkattir. Şimdi onlar kendi dertlerine düşmüşlerdir. Yarın içlerinden biri ön ayak olur, onları kışkırtırsa vaziyet tamamıyla tersine döner. Onların ayranları kabarırsa her şeyi alt üst eder, canlarımıza bile kıyarlar.

Not: Atatürk, bu planın bir parçası olarak ölmemiş olup öldürülmüştür. "

Hüseyin Hakkı Kahveci, Suzy Liberman’ın hatıra defterini olduğu gibi kitabına alırken, bazen kendi yorumlarını da yapmaktadır. Şunun gibi:

"NİLİ İstihbarat Teşkilatı’nın kadın casuslarından olan Suzy Liberman, üsteğmen Adnan ile ilişkiye girerek Osmanlı ordusu hakkında elde ettiği gizli bilgileri, İngiliz askeri istihbaratına yetiştirmişti. Bu şekilde yakınlaşabilmek için kadınlığını kullanmıştı. Bu durum üsteğmen Adnan tarafından anlaşıldığında çok geç olmuştu. Gizli bilgiler çoktan yerine ulaşmıştı. NİLİ casuslarının birçoğu savaş esnasında yakalanarak idam edildiler. İstihbarat günlüklerinde yer alan bu bilgileri yazan Polonya asıllı Yahudi casusu Suzy Liberman suçlu bulunarak kurşuna dizildi. Göğsüne yediği dokuz kurşunla casusluğunun bedelini ödemiş oldu. Tabii Osmanlı ordusu mağlubiyeti ve Filistin topraklarını daha doğrusu kutsal şehir Kudüs’ü kaybetmekten kurtulamadı. Kısacası, Filistin cephesi hezimetinin asıl sebebi İsrail’in kurulmasından önce cephe gerisine yerleştirdiği ve yetiştirdiği onlarca kadın casusun faaliyetleridir. NİLİ kadın istihbarat teşkilatı bugünkü İsrail devletinin temellerini atmıştır… "

Aslında Hüseyin Hakkı Kahveci’nin "Atatürk’ün Yasaklanan Kitabı" yerine direkt Suzy Liberman’ın anıları diye bir kitap başlığı koyması daha uygun olurdu; çünkü kitabın çoğunluğu anılardan oluşuyor. Tabii takdir kendinin ama kitabı okuyunca insan neresini düzeltmekten başlayacağını bilemiyor. Çünkü SUZY LİBERMAN DİYE BİRİ HİÇ YAŞAMADI! Hiç yaşamayan birinin Polonya asıllı olması, İngilizler lehine casusluk yapması, Adnan adlı bir askerle ilişki yaşayıp bu bilgileri İngilizlere yetiştirmesi, yakalanınca dokuz kurşunla öldürülmesi de mantıksızlıktan başka bir şey değildir.

Ama Cevat Rifat Atilhan’ın hayal gücünün ürünü olan, gerçekte olmayan Suzy Liberman ve anıları tutmuş mudur? Evet, günümüzde de bu yalanların üstüne kitap yazıldığına göre, tutmuştur! Ayrıca gerçekte hiç yaşamamış olan Suzy Liberman’ın babasıyla ilişkiye girmesi de, Cevat Rıfat Atilhan’ın iğrenç fantezisini göstermekten başka bir işe yaramamaktadır. Ayrıca Atilhan, "büyük haham Jakop Maymunides" in soyadını çok mu düşündü bilinmez ama böyle bir "büyük haham" ismine de rastlamıyoruz! Google, bu ad ve soyadı Jacop Maimonides’e yönlendirmekte ve bizim de karşımıza İbn Meymun olarak bildiğimiz, Yahudi asıllı Musa ben Maimon ya da yaygın olarak söylenen lakabıyla Maimonides185 adlı "Ortaçağ" seferad Yahudi filozofu, doktoru, astronomu ve hahamı çıkmaktadır. Atilhan’ın kastettiği eğer aynı zamanda teolojiyle de ilgilenen İbn Meymun ise" “İnsan, işlerini başkalarıyla yumuşak ve hoş bir şekilde yapmakla yükümlüdür (Babaların Ahlakı 1:15 ile ilgili açıklama. Qtd. Telushkin’de, 115).” " Kibirli bir kişi, alçakgönüllü davranmalıdır. (Kramer, 332-4)" "Bulunduğu ortamın koşulları, etik davranmayı imkansız hale getiriyorsa, kişi yeni bir yere taşınmalıdır.(MT De’ot 6:1) " demektedir. Bunun yanında, sadece Yahudiler değil, herhangi bir erkek veya kadının, peygamber olma potansiyeline sahip olduğunu ve aslında bunun insan ırkının amacı olduğunu da iddia eder. (Kramer, 336) Atlıhan’ın kastettiği İbn Meymun’sa bu düşüncelere sahip bir insanın "Yahudi olmayan bir insan hayvandır!" demesi mümkün müdür? Ama kastettiği Jakop Maymunides ise, birisi Yahudilerin de bu büyük hahamlarından, Yahudileri haberdar etmelidir! Çünkü böyle bir isim de yok! Olmayan Suzy Liberman’ın olan babası da "Komşun eğer Yahudi değilse ona yapacağın zarar ve ziyanla dinimize büyük bir hizmet etmiş olursun!" diyor.

Bunu isterseniz, ticaretle uğraşan Müslüman Türklere sorun, özellikle belirli bir yaş üstüne! Mesela İstanbul’dan mal alırken neden Türk Yahudilerini tercih ettiklerini anlatsınlar size! Yine Türk Yahudisi komşuları olan Müslüman Türklere sorun, nasıl zarar gördüklerini anlatsınlar size. Mesela bu kitabı yazarken, kitaptan bahsettiğim iş arkadaşlarımdan Biyoloji Öğretmeni Vildan Ustaoğlu, kitabın konusunu sorunca, antisemitizm üzerine olduğunu söyledim. Kendisi, İstanbul, Beşiktaş’tan uzun bir süre önce gelip Samsun’a yerleşmişti. İstanbul’da yaşadıkları yerde Türk Yahudisi komşularından bahsetmişti: " Bir tane Eti Teyzem vardı, çok severdim. David diye de eşi vardı. Komşumuzdu. Çok saygılılardı. Evlerinde seccade vardı, gelen komşularından Namaz kılmak isteyenler için. Müslüman aleminde böyle bir saygı görmedim ve bunu gözlemlediğim zaman orta birinci sınıftaydım. Evlerine misafir olarak gidince aç mısın tok musun, diye hiç sormazlardı. Onlar da aynı Türk örf, adetleri gibi direkt yemek verirlerdi. Ne varsa verirlerdi, sadece ısrar yoktu. Tek farkı o. İlle ye, yok. Ama ortaya koyulurdu. Büyüklerimiz Ramazan’da, Ramazan Ayı ama siz rahatça yiyip için, bizim aklımız kalmıyor, derlerdi. Ama Yahudi komşularımızın, Ramazan’da bir bardak su içmediği, benim çocuk aklıma kazınmış yani. Camın önünde su bile içmezlerdi.  Bayramda şeker toplamak için gelen çocukları kesinlikle geri çevirmediklerini biliyorum.  Çocuklara da son derece sevecen davranıyorlardı. Ne yersin ne içersin… Güler yüz… El sallamak… Mesela camdan, her okula giderken el sallarlardı. Mahallede Camii gezilecekse, ki bizim evden Camiye giden yok, ben orta birinci sınıfım, ama kapalı bir aile vardı. Bayağı kapalı, çarşaflıydı karşı komşumuz. Onlar Camii gezmeye giderken, Yahudi komşumuz da gelir, başını kapatır, uzun eteğini giyer, ne yapılacaksa o da yapardı ve ben de onunla gittim işte. O kadar sevecen bulmuşum ki, Yahudi komşumuzla Camiyi gezdim. Bu arada Annem kalabalık diye göndermek istemedi. Eti Teyze gidiyor diye gönderdi. Açık pikapın arkasına biniyorduk başörtülerimizi alıp, açık, kapalı bir ayrım da yoktu, Ramazan geceleri hepimiz Camii gezmeye gidiyorduk.  Karşılıklı Bayramlarımızı da kutlardık. Oğlunun Sinagogta düğünü oldu ve ondan iki, üç sene sonra da Sinagog bombalandı. Tüm mahalleyi nikah olacağı zaman çağırmıştı. Biz de Sinagog’a nikaha gitmiştik. Sinagogtaki din adamları bana çok hoşgörülü geldi. Bizde de öyledir mutlaka, ama ben Camiden çok o tür yerlerde vakit geçirdiğim için çok daha hoşgörülü geldiler bana. Mesela biz çocuktuk. Orada büyüklere " Hoş geldiniz " diye onların bir hareketleri vardır. Ama hepimize ayrı ayrı eğilip bir şeyler söyleyerek, çocuk, büyük diye ayırmadan, biz hepimiz yanlarından geçtik. Nikahtan önce de, gönderirken de, yolcu ederken de aynı şeyle gönderdiler. Hatta üç, dört kişilerdi. Ama ben tabii Camiyi de merak edip Camiye de gidiyorum

Ben Vefa Lisesi’nde okudum. Din derslerinde de Hristiyan, Yahudi, Müslüman öğrenciler ayrılırdı. Sure öğrenirdik biz. Sonra teneffüste herkes birbirine " Sen ne öğrendin? ", diye sorardı. Ben şu Dua’yı öğrendim, ben şu Ayin’i öğrendim… diye birbirimize anlatırdık. Yahudilerde genellikle teorik bilgi veriliyordu. Bizimki gibi Sure öğretildiğini hatırlamıyorum. Sonra oyunumuzu oynardık. Hiçbir ayrım yoktu. Bu da bize doğal gelirdi… "  Bu anlatılanlar, sadece bir örnek! Eğer Türk Yahudisi komşuları olan insanlarla konuşursanız, onlar size neler çektiklerini anlatırlar!

Yine dönelim mi Hüseyin Hakkı Kahveci’nin şaheserine? Kahveci, kitabında "…Simi Simon, Suzy Liberman vesaire ki Yahudiler bunların her biri için binlerce, on binlerce altın rüşvet teklif etmişlerdir… " ( syf 24 ) demektedir. Olmayan Suzy Liberman için nasıl binlerce, on binlerce rüşvet teklif edildiğini de açıklasaydı keşke! Simi Simon ismini de araştırınca, yine Cevat Rıfat Atilhan’ın "Filistin Cephesinde Yahudi Casuslar. Suriye’nin Mataharisi Simi Simon" adlı kitabı karşımıza çıkmaktadır. Bir tane bile yabancı kaynakta ajan olarak Simi Simon’un da Suzy Liberman’ın adı geçmez mi? Google’ye İngiliz casus Lawrence için " Who is Thomas Edward Lawrence " yazınca 224 milyon sonuç çıkarken, yabancı kaynaklarda bu iki Yahudi casustan hiç mi bahsedilmez?! Tabii gerçekte yaşamamışlarsa durum değişir!

Bir diğer nokta da Atatürk’ün Yasaklanan Kitabı’nın yazarı olan Hüseyin Hakkı Kahveci’nin de kafası karışıktır. Çünkü bir sayfada " …Dikkat edildiği takdirde Mavi Marmara baskını emrini de veren Avigdor Liberman (lieberman) isminin, idam edilen casus Suzy Liberman ile kan bağı olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca yeni ABD Başkanı tarafından FBI Başkanlığına atanan Joe Lieberman aynı aileden gelen isimler.

Bu ilahi bir tesadüf değil. Türkiye için tehdidin büyüklüğünü göstermesi açısından tarihe not düşmüş olalım… (syf: 190) " derken, başka bir sayfada da " Hikaye, aslında büyük bir gerçekten ibaret olup, Türk subayı Cevat Rıfat Atilhan tarafından hikayeleştirilmişti. " Yazarın da söylediği gibi bu bir hikaye ise, biz neyi tartışacağız? Hikaye olduğunu belirtip, bu hikayenin de aslında büyük bir gerçek olduğu hangi bilgilere, hangi somut kaynağa, hangi yaşamış olan insanlara dayandırılıyor? Suzy Liberman için, Cevat Rıfat Atilhan’ın yazdığı kitaplar dışında hiçbir kaynak da gösterilmiyor! Üstelik Kahveci, " Özellikle casus Suzy Liberman’ın hikayesi ve istihbarat notları olarak adlandırdığımız günlüklerinden elde edilen bilgilerle kitabımızın başlarında ifade ettiğim SARAH AARONSON adlı casusun liderliğini yaptığı NİLİ Casusluk Teşkilatının, Osmanlı vatandaşı olarak İngiliz ordusuna YAHUDİLİK ve kurulacak olan İsrail devleti adına casusluk yaptıklarını açıklamıştık. "  diyerek tam bir Goebbels tekniği uygulamıştır!

Şöyle ki Nili Casusluk Teşkilatı adlı bir teşkilat, Casus Sarah Aaronson diye bir casus var mı?

Evet, var! Araya Suzy Liberman da kaynak yapılınca gerçeklerin yanında bir yalan göze batmamakta ve o da gerçek olarak kabul edilmektedir. Üstelik Kahveci tarafından Cevat Rıfat Atilhan’ın kitabının Atatürk’ün talimatıyla, Genel Kurmay Başkanlığı tarafından subay ve astsubaylara dağıtılmak üzere 40 bin adet bastırıldığı belirtilmektedir ve vermiş olduğu Cevat Rıfat’ın kitabının ( İstanbul Türkiye Matbaası – 1935 ) fotoğrafı üstünde de " Bu eser Büyük Erkanı Harbiye Riyasetince tetkik edilmiş ve yararlı görülerek ordu zabitlerine tavsiye edildiği Genel Kurmay Başkanlığı’nın 26 Mayıs 1935 tarih ve 43782 numaralı emriyle bildirilmiştir. " yazılmaktadır. Bu bağlamda Kahvecinin " Atatürk’ün Yasaklanan Kitabı’’nın sadece birkaç tane olan kaynakçasından birini de, bu fotoğraf oluşturmaktadır. Kahveci, kitabının 221. sayfasında " Yasaklanan kitap, yine İsmet İnönü tarafından Atatürk’ün ölümünden sonra toplatılıyordu. " yazmaktadır. Yalnız bu yazdığını, altı sayfa sonra unutacak ve 227. sayfada " Cevat Rıfat / Suzy Liberman / İstanbul / 17. 09. 1936 tarihinde, İç İşleri Bakanlığı emriyle yasaklanarak toplatılmıştır.  Mustafa Kemal Atatürk bundan kesinlikle haberdar olmamıştır. Olmuş olsaydı bunun mümkün olmayacağını söyleyebilirim. " diye yazacaktır! 1936 tarihinde Atatürk’ün yaşadığı ve yaşadığı dönem kitabın toplatılması göz önünde tutulacak olursa, nasıl oluyor da Atatürk’ün ölümünden sonra, İnönü tarafından bu kitap tekrar toplatılıyor? Ayrıca Kahveci, Atatürk’ün kitabın toplatıldığından kesinlikle haberdar olmadığını yazmaktadır. Bu mu daha mantıklıdır yoksa kitaba izin verildikten sonra içinde yazılanların doğru olmadığı anlaşılıp toplatılması mı daha mantıklıdır? Çünkü kitabın dağıtılması da toplatılması da Atatürk döneminde olmuştur!

Peki Cevat Rıfat Atilhan kimdir? Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi’nde ( 2013, sayı:10 ) Dr. Mustafa Murat Çay186, Atilhan’ın Fransız kuvvetlerinin ilerlemesini engellemede ve Milli Mücadele aleyhindeki cereyanlara karşı yürüttüğü mücadelenin kayda değer olduğunu belirtmektedir. Yalnız, Atilhan’ın kişilik bakımından hayatında son derece keskin eksen kaymaları olan bir insan olduğunu ifade ederek, bu kaymalara ek olarak, kendisini yüksek mevkilerde görme endişesi olduğunu yazar. Dr. Mustafa Murat Çay, bunu örneklendirerek  Sina‐Filistin cephesini içeren anlatımlarında, bazı zamanlar kendisini Ordu Kumandanı adına karar alma gibi bir mevkide hisseden Cevat Rifat Atilhan’ın, Milli Mücadele yıllarında da bu psikolojiden kurtulamadığını, bu tarz bir yaklaşımın da, onun merkezle ve komutanlarla ters düşmesine ve sonuçta da hakkında işlem yapılmasına kadar gidildiğini ifade ettikten sonra Atilhan’ın , Milli Mücadele ile ilgili anlatımlarını okuyuculara aktardığı zaman, antisemit kimliğini ön plana çıkartarak ve başına gelen her hadisenin altında Yahudi‐Mason komplosunun varlığına dikkat çektiğini ifade etmektedir.

Yine Dr. Mustafa Murat Çay, Enver Behnan Şapolyo ve Kemal Kadir’e dayandırarak, Cevat Rıfat Atilhan’a, 4. Tümen Komutanlığı tarafından 10 Ağustos 1920’de Milis Generalliği  verildiği ve bunun da TBMM tarafından verildiği bilgisini yazsa da k bu Milis Generalliği konusunun tartışmalı olduğunu ifade eder. Çünkü MSB Arşivi’nde Atilhan’ın askeri safahat belgesinde kaydı bulunmamakla beraber İhsan Işık’ın , Atilhan’ın gösterdiği başarılardan dolayı on dokuz madalya aldığını belirttiğini yazar. Yani Hüseyin Hakkı Kahveci’nin Atilhan için " General " demesi de tartışmalıdır. Tabii başarılı bir asker olduğu gerçektir. Ama dik kafalıdır. Mesela Kıtasına İnönü tarafından, Cevat Rifat Bey’in halasının oğlu olan Yüzbaşı Hakkı Bey gönderilir. Böylece bir üst derece subayla Cevat Rifat Bey’in etkisi kırılmak istenir. Ancak Cevat Rifat Bey, bu yeni kumandanın tayinini kabul etmez. Muhittin Paşa’dan sonra Fevzi Paşa da bu hareketin emre itaatsizlik olduğunu bildirir ama Cevat Rifat Bey’in cevabı da sert olur. Emirleri dinlemediği gibi, komuta kademesi hakkında da ileri geri konuştuğu rivayetleri dolaşınca da takip edilmesine karar verilir. Ast – üst ilişkisine önem vermemesinin, başarılarının verdiği özgüvenden olduğunu söyleyen Dr. Çay, Atilhan’ın Zonguldak ve Bartın Havalisi Halk Hükümeti adında hükümet kurduğunu da belirterek, başlı başına bir hükümet gibi davrandığının da altını çizer. Ankara ile ters düşüp hakkında soruşturmalar açılınca da, bunda İnönü’nün etkisi olduğuna inanır ve kendisine karşı yapılan komplolarla tarihe Çerkez Ethem olarak geçirilmek istendiği iddiasında bulunur. Bir suçlu daha bulur : Yahudi – Mason komplosu! Fakat emirlere itaatsizliği, kendi kendine hükümet kurması, bazen devlet başkanı gibi bazen tek komutan gibi davranmasını başına gelenler için bir neden olarak görmez.

Ayrıca, Cevat Rıfat Atilhan bazı askeri başarılarından ötürü o kadar havaya girer ki, sonraki yıllarda Ulu Önder Atatürk’ü de suçlamaya başlar. Atatürk’ü, güney cephesindeki yenilginin sorumlusu olarak görür. Bu konuya Doç. Dr. Pınar Özden Cankara bir makalesinde187 açıklama getirir: " Atatürk, Diyarbakır’daki 2. Ordu Komutanlığı’nda görev yaparken ve bölgeye gelişinden çok önce 10 Haziran 1916’da Şerif Hüseyin, Mekke’deki sarayının balkonundan Türk askeri kışlasına birkaç defa ateş ederek Arap isyanını başlatmıştır. Dolayısıyla Atatürk bölgeye geldiğinde Araplar çoktan isyan etmişti. Halep’teki 7. Yıldırım Ordusu Komutanlığı’na 5 Temmuz 1917’de atanmıştır. Ama Yıldırım Orduları Grubu Komutanı General Falkenhein ile hem onun Arap politikası, hem de Osmanlı askerleri ile Bağdat’a yönelmek konularında anlaşamayınca 1917 yılında görevinden istifa etmiştir. Şubat 1918’de Yıldırım Orduları Grubu Komutanı General Falkenhein’ın yerine Mareşal Liman Von Sanders atandıktan sonra, 7 Ağustos 1918’de Mustafa Kemal ikinci kez 7. Ordu Komutanlığı’na atanmıştır. 18-19 Eylül 1918’de başlayan Nablus Meydan Muharabesi’nde, 8. Ordu yok edilmiştir ve Mustafa Kemal’in komuta ettiği 7. Ordu Fara Vadisi’ne çekilirken düşman kuvvetleri Bisan’ı ele geçirerek ordunun geri kalanı ile irtibatını kesmiştir.  
Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı, 7. ve 4. Ordu’nun Şam’a gitmesini emrettiğinden Mustafa Kemal, İngiliz ve Arap orduları ile muharebe ederek ordusunu Şam’a getirmiştir. Mareşal Liman Von Sanders’in emri üzerine Mustafa Kemal kuvvetlerini Şam’ı savunabilsinler diye Ferit Cemal Mersinli’nin komutasına bırakarak, komutansız kuvvetleri kumanda edebilmek için Rayak’taki karargahına gitmiştir. ( Ve Cevat Rıfat Atilhan’ın büyük bir sevgi duyduğu, hakkında hep olumlu cümleler kurduğu  Ferit Cemal Mersinli Şam’da başarılı bir savunma yapamadı. Şam, Osmanlı’nın elinden çıktı ). Atilhan’ın, Mustafa Kemal için Filistin cephesinde savaşmadan geri çekildiği iddiası gerçek dışıdır, zira Mustafa Kemal’in komutasındaki 7. Ordu pek çok kez taarruza uğradığı halde direnebilmeyi başarmıştır. Özellikle Mustafa Kemal’in Osmanlı İmparatorluğu’nun teslim olmasına yakın bir zamanda, 26 Ekim 1918’de Halep’in kuzeyinde Katma Muharebesi’nde İngiliz ve Arap birlikleri ile yaptığı son muharebe ve gösterdiği askeri başarı onun “I. Dünya Savaşı’nda kuvvetlerini kurtaran ve yenilmeyen tek Türk Komutan” olarak tarih sahnesindeki yerini almasını sağlamıştır. Mustafa Kemal savaşabilen son Türk birlikleri ile İngilizleri bölgede durdurmayı başarmıştır. Mustafa Kemal Katma Muharebesi’nden sonra “Bir hat tespit ettim ve sınırladım. Kuvvetlerime emir ettim ki; düşman bu hattın ilerisine geçmeyecek” demiştir ve gerçekten de Türkiye’nin güney sınırı bu son muharebede çizilen alan olmuştur. "

Ayrıca Doç. Dr. Pınar Özden Cankara, Cevat Rifat Atilhan’ın tıpkı Necip Fazıl Kısakürek gibi, Mustafa Kemal’i I. Dünya Savaşı’nda Güney Cephesi’nde alınan yenilginin doğrudan sorumlusu olarak görürlerken, bölgede nihai kararları Yıldırım Ordular Grup Komutanı Liman Von Sanders’in aldığı gerçeğini yadsıdıklarını ifade ederek, orduların nerede kümeleneceğinden, ne zaman taarruza geçeceğine ve bozgun anında hangi bölgeye intikal edeceklerine kadar ana karar verici Liman Von Sanders olduğunu, dolayısıyla buradaki yenilgide Mustafa Kemal’in savaşmadan geri çekildiği iddiasının gerçeği yansıtmaması gibi, alınan  yenilginin faturasının Mustafa Kemal’e yüklenilmek istenmesinin de doğru olmadığını belirtir. Necip Fazıl Kısakürek gibi, Cevat Rifat Atilhan’ın da, doğru bilgiler ile kurgusal olan anlatımları bir arada kullanarak tarihe şekil vermeye çalışmakta olduğunu söyler.

Görülüyor ki, her asker Cevat Rıfat Atilhan gibi başına buyruk hareket etmemektedir.  Ayrıca tarihi çarpıtmaya çalışan bir insanın yazdığı diğer kitapların doğruluğu da kuşku götürür. Ferit Cemal Mersinli gibi sevdiği ve saygı duyduğu bir insanın Şam’ı kaybetmesinden bahsetmeyip, " I. Dünya Savaşı’nda kuvvetlerini kurtaran ve yenilmeyen tek Türk Komutan” olarak adlandırılan ve savaştığı halde savaşmadan geri çekildi yalanını tarihin suratına çarpacağını hesaba katmadan, Atatürk’e bile iftira atmaktan çekinmeyen birinin hayali hatıra defteri üstüne madem  bir kitap yazıyorsunuz, hiç yoktan Atatürk ile onu neredeyse kanka gibi göstermeyin!  Çünkü Hüseyin Hakkı Kahveci kitabında, Atilhan ile Ulu Önder Atatürk’ün mason locaları kapatılmadan dört ay önce görüştüğünü yine kaynaksız, belgesiz bir şekilde yazmaktadır. Hatta Atatürk’ün el altından Teşkilat-ı Mahsusa subayı olan ve bölgeyi çok iyi bilen Atilhan’ın bölgeye gitmesini emrettiğini söylemektedir. Neredeyse Atilhan söyledi de mason locaları öyle kapatıldı, diye yazılacak! Hakkında soruşturma da açılan biriyle böyle bir görüşme olmuş mudur bilemiyoruz ama kitabın yazarı " Ardından mason locaları kapatıldı. (syf 222) " dediğine göre, bundan çok emin. Yalnız gerçeklerle hayal dünyası arasında gidip gelen, sevdiği insanlara sonsuz kredi verirken, hatalarını görmezden gelirken, sevmediği insanlara iftira atmaktan da çekinmeyen birinin kitapları bir ölçüt olmaz! İnanılır olması için, içinde gerçeklerden kırıntılar da olan kurgusal dünyası anlaşılmış olmalı ki, Suzy Liberman’ın anıları Atatürk döneminde dağıtılsa da yine Atatürk döneminde toplatılmıştır!

ELİF TERZİ

Kahveci, H. H. ( 2020 ) Atatürk’ün Yasaklanan Kitabı. Yahudi Casusu Suzy Liberman’ın Anıları. Destek Yayınları.
https://en.wikipedia.org/wiki/Maimonides#cite_note-81
Çay, M. M. (2013). MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE CEVAT RİFAT ATİLHAN. Pursuit of History, (10).
CANKARA, P. Ö. (2015). TABULA RASA: NECİP FAZIL KISAKÜREK VE CEVAT RIFAT ATİLHAN’IN GÖZÜNDEN OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN FİLİSTİN CEPHESİ. Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 8(2), 6-20.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.