Antisemitizm Türkiye’de neden kök saldı? (1)


Osmanlı’da çeşitli görevlerde yer almış, padişahların en yakınlarında bulunmuş, cephede de yer almış bu insanlar, sonradan ne oldu da tüm olumsuz olaylarda çıbanbaşı olarak görülmeye başlandı?

Haluk Hepkon’un Jön Türkler ve Komplo Teorileri adlı kitabında bu sorunun cevabı Jön Türk Devrimi’nin yapıldığı 1908’den sonrasıdır.

Komplo teorileri bu tarihten sonra siyasal bir araç olarak kullanılmış ve komplo teorilerinin içinde yer alan Yahudi düşmanlığı da Osmanlı ve Ortadoğu’da 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkıp yaygınlaşmaya başlamıştır.

Şöyle ki, 1870’de Alman yenilgisi ve 1871’de Paris Komünü sonrasında Fransa’da toplumsal kriz hız kazanınca piyasaya antisemit kitaplar sürülmüştür. Keza Dreyfus Davası olarak bilinen, Fransız ordusunda görevli Alfred Dreyfus’un Almanlar için casusluk yaptığı iddiasıyla ceza almasıdır, ki sonradan suçsuz olduğu anlaşılmıştır, antisemitizmin toplumsal sonucunun ürünüdür. O dönem henüz Osmanlı’da antisemitizm yaygınlaşmadığı için, Osmanlı aydınları Dreyfus Davası’nda Dreyfus’u desteklemişlerdir.

Ayrıca Suriye ve Lübnan’dan Paris’e eğitim için gelen Hristiyan Arap gençler, Fransa’daki antisemitizmi Ortadoğu’ya da taşıdılar.

Hatta Osmanlı’ya da bu düşünceleri taşıdılar. Hristiyan Araplar tarafından kurulan ve Fransa tarafından desteklenen Suriye Merkez Komitesi’ne göre Osmanlı

Devleti, Jön Türklerin Yahudi – mason liderliğinin çabaları sonucunda parçalanmak üzere olduğuydu. 
Günümüzde de bazı kesimlerce ifade edilen Osmanlıyı Yahudiler yıktı, düşüncesinin kökeni aslında Fransa’daki antisemitizmi bize de getiren Hristiyan Araplardır.

Hatta yayılan iddialarla katliamlar da gerçekleşmiştir. Mesela 1840 yılında Şam’da bir Fransisken papazın öldürüldüğü iddiaları üzerine, ayaklanan Hristiyanlar Yahudi mahallesindeki herkesi katletmiştir. Daha önceden yalan olduğunu anlattığımız Siyon Protokolleri’nin ilk Arapça baskısı da 1921’de, Ortodoks bir Hristiyan tarafından çevrilmiştir.

Ardından 1925, 1926, 1927, 1928’de Katolik Araplar tarafından Fransızca’dan çevrilip Müslümanlar arasında bilinirliği sağlanmıştır.

Fransızlara bu konuda bir destek de İngilizlerden gelmiştir. Çünkü Siyon Protokolleri, Ortadoğu’da ilk kez İngiliz subaylar tarafından dağıtılmıştır. İngilizlerin Osmanlıda antisemitizmin yaygınlaşmasında da katkıları fazla olmuştur. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a büyükelçi olarak atanan Gerard Lowther’in ama özellikle de elçiliğin baş tercümanı Gerald Fitzmaurice’nin, Osmanlı’da antisemitizmin yaygınlaşmasındaki çabaları yadsınamaz.

Gerald Fitzmaurice’nin Osmanlı’da kullandığı insan da "çılgınlık derecesinde İngiliz taraftarı" olarak nitelendirdiği Kamil Paşa’dır ki bu kullanma da karşılıklı olacaktı. Çünkü Almanya’nın desteklediği Avlonyalı Mehmed Ferid Paşa’ya karşı, Kamil Paşa da Fitzmaurice, dolayısıyla İngiltere tarafından desteklenecekti. Hatta Kamil Paşa’nın İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) ile yaşadığı sorunlarda Fitzmaurice en büyük destekçisi olacaktır. Fitzmaurice, 1908 yılında açılan Meclis-i Mebusan’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı Arap ve Arnavut mebusların Kamil Paşa’yı desteklemesini de sağlamıştır dolayısıyla İTC ile Fitzmaurice’nin ilişkileri gerginleşmiştir. Kamil Paşa düşürüldükten sonra Fitzmaurice dolayısıyla İngilizler, İTC muhalifleriyle yakın ilişkiler kurmuş hatta 31 Mart Vakası’nı da desteklemişlerdir. Bu konuda Haluk Hepkon Jön Türkler ve Komplo Teorileri adı kitabında Ziya Gökalp ve Celal Bayar’dan da örnekler verir. Ziya Gökalp’in, Yeni Mecmua’da Fitzmaurice’nin irticanın ortaya çıkmasına neden olduğunu yazdığını belirtir. Celal Bayar’ın da anılarında, Fitzmaurice’nin istikrarı bozmak isteyen şahıs ve gruplarla sürekli temas halinde olduğunu ve meşrutiyeti kuran İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni yıkmak için sürekli uğraştığını yazdığını belirtir.

İngilizler, Jön Türklerin Doğu ülkelerindeki itibarından da rahatsızdı. İTC’nin yaptıkları Hindistan’da ilgiyle karşılanıyordu. İngilizler, Hindistan ve Mısır’da Jön Türk Devrimi’nin örnek oluşturmasının kendileri açısından sorun oluşturacağını düşünüyorlardı. O yüzden İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden "Yahudi İttihat ve Terakki Komitesi" diye bahseden raporlar hazırlanmıştır. Bu raporlara göre, Osmanlı’nın Yahudiler elinde oyuncaktır, masonlar ve Yahudiler Osmanlı Devleti içinde büyük bir komplo hazırlığındadır.

Ayrıca Osmanlı masonluğu büyük devletlerin mason örgütlenmesinden bağımsız hale gelip faaliyetlerine devam ederse, Mısır da ikinci bir Selanik olacaktır. Yahudiler de Rusya’dan ve Rusya’nın müttefiki İngiltere’den nefret ettikleri için Ermenilere, Rumlara, Araplara karşı Jön Türklerle birleşmişti. Gerard Lowther’in ama aslında Fitzmaurice’nin raporları Doğu Ülkelerinde, Jön Türklerin itibarını zedelemek için kullanılacak ve raporun kopyaları Hindistan’a, Kahire’ye, Tahran’a gönderilecekti. İngiltere bir taraftan İngiliz masonluğu aracılığıyla Osmanlı Büyük Doğusu’nun tanınmaması için uğraşırken diğer taraftan da Hindistan ve Mısır gibi ülkelerde Jön Türkler’in Yahudi ve mason olduğu propagandasını yapmıştır. Fitzmaurice yine boş durmamış Jön Türkler’in Siyonistlerle anlaştıklarını ve Filistin’i Yahudilere vereceklerini söyleyerek, Arap mebusları İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı da kışkırtmıştır. Hüseyin Cahit, 4 Mart 1911 tarihli Tanin’deki yazısında Fitzmaurice’nin son fesat ve tahrik tohumunun Siyonizm meselesi olduğunu yazacaktır. Hüseyin Cahit haksız da sayılmazdı. Çünkü Maliye Nazırı Cavit Bey, bütün çabalarına rağmen İngiltere ve Fransa’dan kredi alamayınca Almanya, uygun şartlarda Osmanlı’ya borç vermişti ve Fitzmaurice, Lloyd George’ye yazdığı 15 Ekim 1910 tarihli mektubunda, İttihatçıların Siyonistlerle ilişkileri sonucunda kredi aldığını yazacaktı.

Fransızların başlattığı, İngilizler’in Lowther ama özellikle Fitzmaurice ile geliştirdiği bu antisemit düşünceler, İTC muhalifleri tarafından benimsenip yeni sahiplerine de ulaşacaktı. Abdülhamid’in ikinci katibiyken yurtdışına kaçan Arap İzzet Paşa, İngiltere’de Fransız Elçisi Paul Cambon’a, 1908 Devrimi’nin Yahudiler ve dönmeler tarafından planlandığını söyleyecekti. Derviş Vahdeti’nin çıkardığı Volkan gazetesi sayfalarını masonların ve dönmelerin komplolarına ayıracaktı. Devrim’den sonra İngiliz hakimiyetindeki Mısır’a kaçan Mehmet Selahattin, İTC’nin Deutsche Bank sayesinde "Türklerin hakiki ve kadim dostu" İngiltere’nin nüfuz ve politikasının Osmanlı’ya girmesine engel olduğunu öne sürecek, İngilizlerle ilişkili Mekke Şerifi Hüseyin, Şerif Paşa ve Kamil Paşa’ları savunacak ama İttihatçıların Alman İmparatoru Wilhelm’in, masonların, Siyonistlerin emrinde olduğunu söyleyecekti. İngilizlerin desteklediği Reşid Rıza’nın Mısır’daki Al Manar gazetesinde yayınlanan yazıları Şehrar gazetesinde de yayınlanacaktı. Jön Türkler’in dinsiz ve mason olduğu iddiaları, aynı zamanda Rusya’daki Müslümanların çıkarttığı dergilerde de yayınlanacaktı. İngiliz yanlısı Alemdar ve Nevrah gazeteleri de Şehrar’ı takip edecekti.

İngilizler, Arap ayaklanması sırasında da Jön Türkler’in Yahudi olduğu propagandasına başvuracaktı. Türklerin Kabe’yi, Kerbala’yı bombaladıkları halbuki İngilizler’in Kutsal Topraklar’a hürmetle yaklaştığı yalanından Jön Türkler’in asıl amacının Turancılık olduğu, bütün Araplara hükmetmek olduğu ve bunun için İslamiyet’e karşı çıktıkları gibi dezenformasyon yayınları İngiliz istihbaratı tarafından desteklenmekteydi. Türk milliyetçiliği de bir Yahudi icadıydı ve Türkçülüğü de İTC’ye Siyonistler benimsetmişti ! Fakat aynı İngilizler Ortadoğu’ya yerleşmek için Siyonizmi kullanmaya da karar verecekti. Hatta İTC’deki herkesi mason, Yahudi olarak gören Fitzmaurice artık "Siyonizme hizmet eden vizyon sahibi az sayıdaki İngilizlerden biri" olarak gösterilecekti.

Yalnız İTC içindeki Yahudilerden komplo teorisi üretenler olsa da, 1902’de Paris’teki ilk Jön Türk Kongresi’ne, Slavlar dışında kalan bütün grupların temsilcileri katılsa da, bu etnik grupların temsilcileri ayrılıkçı grupları desteklemeye başladı. Halbuki Yahudiler bu tutum içinde bulunmadılar. Kırım Savaşı’ndan ve 1912 Balkan Savaşı’ndan sonra, kaybedilen topraklardan Müslümanlarla birlikte ayrılan, Balkan Savaşları’nda Bulgarlar Edirne’ye, Yunanlar Selanik’e girerken, buradaki Yahudi cemaati savunmaya katılmışken, İTC içindeki bir avuç Yahudi de Osmanlıyı yıkmak için uğraşacaktı öyle mi? Hatta 2. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinin ihalesi de heyette bulunan Emanuel Karasu yüzünden Yahudilere kalacaktı.  

Halbuki konulan vergilerden ötürü şehirlerde kıtlık baş gösterip, ticaret durmuş, köylüler köylerini terk etmeye başlamıştır. Erzurum, Kastamonu, Sinop, Samsun, Giresun, Trabzon, Sivas, Bitlis, Van, Kayseri, Musul gibi yerlerde halk ayaklanıp kısa süreli yönetimi ele geçirmiştir. 2. Meşrutiyet’in ilanıyla da kitlesel kutlamalar yapılmıştır1. Bu şehirlerdeki insanlar da mı Yahudiydi? 2. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden önce zaten halk ayaklanmaları mevcutken, kötü bir yönetimin 2. Abdülhamid’in indirilmesinde hiç mi etkisi yoktu? İstibdat dönemi, kaybedilen topraklar, 31 Mart Vakası, kötü bir ekonominin üstü bir komplo teorisiyle rahatlıkla örtülebilir mi? Fakat Fransızların başlattığı, İngilizlerin geliştirdiği antisemit komplo teorilerinin Osmanlı döneminde tuttuğu ve sonraki dönemlere de kendisini aktardığı da bir gerçektir.

Sonraki dönemlerde Fransız ve İngilizlerden bu antisemitizm bayrağını yereldeki insanlar ve yayınları alacaktır. Bunlardan ilki Nihal Atsız ve Orhun dergisidir. Atsız’a göre Türklerin komünistler ve Yahudiler olmak üzere iki düşmanı vardı. Yahudileri öldürmek yerine korkutmak da en iyisiydi. Diğeri Cevat Rıfat Atilhan ve sonradan Milli İnkılap olarak değişecek dergisi İnkılap’tı. Almanya’daki muadilleriyle de ilişki içinde bulunan dergi, antisemit yazılara yer vermiştir. Atilhan’a göre de Yahudiler hiçbir zaman gerçek Türk olamayacaklardır; çünkü Türklük ancak kan bağıyla kazanılan bir durumdur. ( Aktaran: Soner Çağaptay, 2006 ). Sürece Necip Fazıl Kısakürek de Büyük Doğu dergisiyle katılacaktı. Derginin geleneğinde, dış politikalarına İngiliz dostluğu hakimdir. Dergide yayınlanan birçok yazı bu durumu destekler niteliktedir. (Aktaran: Nizamettin Nazif, 1994). Bu görüşe Necip Fazıl’ın fikirlerinden etkilenip "Benim kurtarıcım, müjdecim" dediği Abdülhakim Arvasi’nin öğretilerinde de rastlanır." 

1950 yılına gelindiğinde Necip Fazıl, Cevat Rıfat Atilhan’ı da Büyük Doğu kadrosuna katar. Atilhan, 1946’ya kadar Türkçüyken, sonrasında İslamcı görüşe evrilmiştir.  Atilhan, kan iftirasına sahip çıkar. Nazi dönemi antisemit yayınlardan da etkilenmiştir. (Aktaran: Özen Karaca, 2008)
Fakat sonradan ikilinin arası bozulacak ve Necip Fazıl, Cevat Rıfat Atilhan’ın kendisi hakkındaki söylemleri için, onu Tanrı’ya havale ettiğini diyecekti. Yalnız dergideki antisemit yazılar komplo teorileri şeklinde kalmayacak ve bir suikast girişimine neden olacaktı. Şöyle ki, 22 Kasım 1952’de, Adnan Menderes ile yapılacak bir görüşme için Malatya’da bulunan Vatan Gazetesi Başyazarı Ahmet Emin Yalman, Hüseyin Üzmez adlı bir şahıs tarafından silahlı saldırıya uğrayacaktır. Olayın öncesinde N. Fazıl, sürekli olarak Ahmet Emin Yalman’la polemiklere girmiş, Büyük Doğu’da yazdığı yazılarda Yalman’a dönme kimliği üstünden atıflar yaparak, gazeteciyi vatan hainliğiyle suçlamıştır. Suikast girişiminde bulunan Hüseyin Üzmez de, Büyük Doğu’daki bu yazılardan etkilendiğini ve bu saldırıyı gerçekleştirdiğini beyan etmiştir. Fakat N. Fazıl durmayacak, sonrasında Saadettin Bilgiç yerine Süleyman Demirel Adalet Partisi’nde başkan olunca, yayınladığı "Kimdir bu adam?" adlı yazısında, Süleyman Demirel’in mason olduğu iddiasında bulunacaktı.

Demirel, Ankara Mason Derneği’nden, kendileriyle herhangi bir bağlantısı olmadığına dair belge alsa da N. Fazıl ikna olmayacaktır. 1965 seçimlerinden önce N. Fazıl ve Demirel bir araya gelir. Bu görüşmeden sonra Büyük Doğu sayılarında " Mason Demirel"in Adalet Partisi lehine yazılar yazdı; fakat sonradan eleştirilerine devam etti. Bir ara Milli Nizam Partisi ve Necmettin Erbakan’ı desteklese de, Ecevit’le yapılan koalisyon sonrasında Erbakan’ı da hedef tahtasına koymuştur. 1965’ten itibaren Milli Türk Talebe Birliği’ne yaklaşmış fakat politize olduğu gerekçesiyle bu sefer de tüm ümidini ülkücü gençlik üstüne kurmuştur. Yalnız N. Fazıl’ın fikri savrulmalarında çok da değişmeyen olgu antisemitizmdir. 

Yazılarında ve Büyük Doğu Dergisi’nde de üç kitaba vurgu yapar. Adolf Hitler’in Kavgam’ı (Mein Kampf ), Henry Ford’un Beynelmilel Yahudi’si ve Siyon Önderlerinin Protokolleri (Protocols of Elders of Zion). Bu kitaplardaki ve yalan olduğu ortaya çıkarılan protokollerdeki vurgulara bağlı yorumlar dışında hayal gücünü zorlayacak yorumları da vardı. Çünkü Neslihan Kısakürek mahlasıyla yayınladığı bir yazısında, İstanbul’un fethi sırasında çok az Yahudi nüfus yaşarken, bu dönemde Yahudilerin tek bir binada, birkaç aile oturacak şekilde bir yaşama sahip olduğunu, buralara da "yahudhane" denildiği belirterek suçlamasını da şöyle ifade eder2: " Böylece ev mefhumunu bozan, komşuluk zevkinin muhtaç olduğu küçük mesafeyi inciten ve insanları nefes kokularına kadar birbirine bitiştiren apartman icadı da gide gide Yahudi’ye dayanmaktadır. "(Neslihan Kısakürek, Dünün yahudhaneleri veya bugünün apartmanları", Büyük Doğu Dergisi, s. 1 (1978):13 )

Aslında insanları etkileme gibi bir özelliği olmasa gülünüp geçilecek antisemit yazıların toplumsal önyargılardan Necip Fazıl örneğinde olduğu gibi suikast girişimlerine kadar sonuçları mevcuttur. Hatta bazen kitlesel olayların kışkırtıcı nedenlerinden de olabilmektedir. Bu konuda da Trakya olayları ve Cevat Rıfat Atilhan ile öncesinde İnkılap sonrasında Milli İnkılap olan dergisi örnek verilebilir.

Atilhan da antisemit yazıları ve kitaplarıyla ünlüdür. Antisemit olmasında Filistin Cephesinde bulunmasından, Milli Mücadele sonrasında askerlikten istifa edip ticarete atılıp iflas etmesini de İstanbul Yahudilerinden Albert Saltiel’e bağlaması gibi nedenler belirtilir. Fakat işin ilginç tarafı İnkılap dergisinin sahibi Osman Senai’dir. Osman Senai de bir Selanik dönmesidir! Atilhan da, İnkılap dergisinin başmuharriri ve neşriyat müdürüdür! Filistin Cephesindeki Nili Örgütü’nü deşifre edip çökerttiği söylenen Atilhan’ın burnunun dibindeki Selanik dönmesini fark etmeyip, yanında çalışması da ironiktir. Fakat dergi Milli İnkılap adını aldıktan sonra Atilhan, 1933 yılında Yahudi aleyhtarı yayımcı Julius Sreicher’den aldığı bir davet üzerine Almanya’ya gitmiştir. Naziler, kendisine yakın ilgi göstermişler ve kendisini “herr Major” diye selamlamışlardır. Nazilerin devlet bakanlarından Alfred Rosenberg’le de tanışmış ve Rosenberg’in övgü dolu sözleriyle karşılanmıştır. Hatta Rosenberg, Atilhan’ı özel otomobiliyle, Nazilerin Berlin yakınlarında inşa ettiği Oranienburg toplama kampını ziyarete götürmüştür. Kampı ziyaret eden Atilhan, toplama kamplarının Yahudilerin iddia ettiği gibi birer baskı ve zulüm merkezleri olmadığını, aksine buraların gayet insani hatta konforlu olduğunu savunmuştur. Bu " insani ve konforlu " alanlarda milyonlarca Yahudi öldürüldü. Fakat Rosenberg’in, 1945 yılında Nazileri yargılayan Nürnberg Mahkemesi’nde asılmasından sonra Atilhan, Rosenberg’in Yahudi politikasında aldandığını ve insani muamele ettiği Yahudilerin elinde can verdiğini söyleyecekti. Asılmasında bile Yahudiler suçluydu !

Almanya dönüşünde ise, Nazilerden sağladığı bol miktarda Yahudi aleyhtarı dökümanlar, dergisinde yer alacak ve Yahudi aleyhtarlığı gittikçe artacaktır. Fakat karşısında Yeni Savaş, Son Posta, Haber Akşam Postası, Vakit, Işık gazetesi, Yeni Adam dergisi gibi yayınlar da Atilhan’ı eleştiren yazılar kaleme almıştır. Ama Atilhan’ın Almanya’dan döndükten sonra etki alanı daha da çok artmıştır. Türkiye’deki antisemit yazıları, Yahudi aleyhtarı yabancı basının dikkatini çekmiş ve hakkında övgü dolu haberler yapılmıştır. Almanya’da tanıştığı İsveçli Yahudi aleyhtarı gazeteci Elof Eriksson’un sahibi olduğu Nationen gazetesi, 1 Mayıs 1934 tarihli nüshasında, Atilhan’ın Yahudilerle olan mücadelesinden övgüyle bahsettiği gibi benzer haberler, farklı ülkelerin basınında da yer almıştır.

Atilhan’dan bu kadar çok bahsetmemin nedeni de Trakya Olayları’na giden süreçte canla başla çalışmasıdır. Kaldı ki hükümet de Trakya Olayları sonrasında antisemitizm vurgusu yapmıştır. Başvekil İsmet İnönü olayların ardından Meclis’te yaptığı bilgilendirme konuşmasında "Antisemitizm Türkiye metaı ve zihniyeti değildir. Vakit vakit hariçten bizim memleketimize girer ve derhal önüne geçilir. Bu feveranın da böyle bir salgın olması muhtemeldir. Böyle cereyanlara katiyen müsaade etmeyeceğiz. "Açıklamasını yapmıştır. Meclis Başkanı Kazım Özalp, İstanbul’da yaptığı basın toplantısında, Trakya Olayları’nın, Yahudi aleyhtarı bazı girişimlerin sonunda olduğunu, fakat hükümetin yerinde müdahalesiyle fiili ve genel bir tesir oluşturmadığını söyleyip, Türkiye’deki bütün vatandaşların Cumhuriyet kanunlarının himayesi altında olduğunu yinelemiştir. Dahiliye Vekili Şükrü Kaya’nın Trakya teftişinde hazırladığı rapora göre, yayımladığı resmi raporda, “ Son zamanlarda bazı risalelerin Yahudi düşmanlığı üzerinde bilhassa yaptıkları neşriyat Türk ve Yahudilerin birbirine karşı nazarlarını ve hislerini ehemmiyetli surette teşviş [karıştırmış] etmiştir” denilerek Yahudi aleyhtarı yayınlara dikkat çekilmiştir.

Savcılık, Hükümetin resmi raporunu yayımlanmasından bir süre önce Milli İnkılâp hakkında adli tahkikat başlatmıştır. Bu arada Dahiliye Vekaleti, Vekiller Heyeti’ne başvurarak Milli İnkılap dergisinin kapatılmasını ve Türkiye dışından gelen Yahudi aleyhtarı yayınların da ülkeye sokulmamasını istemiştir. Sonuçta, Dahiliye Vekilliğinin 5 Temmuz 1934 tarih ve 283 sayılı tezkeresi üzerine İcra Vekilleri Heyeti tarafından, Matbuat Kanunu’nun 50. Maddesi, 75 gereğince, 7 Temmuz 1934 tarihinde Milli İnkılap dergisi kapatılmıştır.

Yıllar sonra Atilhan, yaptığı yayınlarla Trakya Olayları’nı tetiklediğini belirterek şöyle diyecektir:

"1934 senesi Temmuz ayı başlarında Milli İnkılâp gazetesiyle yapmış olduğum samimi ve heyecanlı neşriyat, bir akalliyat [azınlık] tarafından çeşitli hilelere maruz kalan Trakya ve Boğazlar halkını haklı olarak heyecanlandırmış ve 3 Temmuzda başlayan bir muhaceret hareketi ile Trakya ve Boğazlardaki Yahudiler bir anda ve her türlü vasıtaya müracaat ederek İstanbul’a üşüşmüşlerdir."

Yaptığı "Samimi ve heyecanlı neşriyat" sonucunda Türk Yahudileri’ne karşı fiziki saldırılar düzenlenmiş, onlara ait evler soyulmuş, insanlar Trakya’dan İstanbul’a göç etmiştir. Bir jandarma eri ölmüştür, bir Türk Yahudi’si yaralanmıştır. Olaylara karışanlar tutuklanmıştır. Hükümet çalınan malların yüzde 75’ini bulup sahiplerine iade etmiştir. İstanbul’a göç eden Türk Yahudilerden geri dönmek isteyenlere her türlü kolaylığın sağlanacağını duyurulmuştur (3). Kırklareli Ticaret Odası Başkanı, Kırklareli Belediye Başkanı tutuklanmıştır. ( Sonrasında yapılan yargılama sonucunda ikisi beraat etmiştir). Kırklareli Polis Komiseri de evinde Türk Yahudilerine ait beyaz eşya bulunduğundan, görevinden el çektirilerek tutuklanmıştır. Mustafa Çavuş, Şuayp, Ahmet, Halim, Yaşar Ağalar altı aydan aşağı olmamak üzere çeşitli hapis cezalarına çarptırılırken, Kırklareli Jandarma Komutanı da Bolu’ya tayin edilmiştir4.

1-Hepkon, H. (2012). Jön Türkler ve komplo teorileri. Kirmizi Kedi Yayinevi.

2-Kuru, H. (2011). Türkiye’de Antisemitizm ve Büyük Doğu Dergisi.

3-Bozkurt, C. (2011). YAHUDİ ALEYHTARI BİR DERGİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: MİLLİ İNKILÂP VE KAMUOYUNDAKİ YANKILARI. Tarih Dergisi, (53), 175-210.

4-Özgür, M. E. R. T. (2018). Cumhuriyet döneminde azınlık ve Türkleştirme politikaları bağlamında 1934 Trakya Yahudilerinin göç olayına ilişkin iddialar ve cevaplar. Gazi Akademik Bakış, 11(22), 143-169.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.