Anıtlarla Bizans Tarihi | Bizans anıtları günümüze ne anlatıyor?
Yazan: K.Koca
Uzun yıllar Doğu’da Ermenistan, Mezopotamya ve Mısır, Kuzeybatı’da Galya ve Biritanya, merkezde İtalya’da ve Güney’de Kuzey Afrika’yı içine alan bütün Akdeniz çevresinde hüküm süren Roma İmparatorluğu 3.yüzyıldaki kriz ve sosyal değişimler nedeniyle doğu ve batı olarak ikiye ayrıldı.
Bu ikiye ayrılma kuşkusuz bir takım değişiklikler sonucu belli bir süreçte gerçekleşti. 475’te Batı Roma yıkılırken Doğu Roma Hiristiyanlıkla ve bu dinin getirdiği sosyo kültürel ve sanatsal yapı yoluna devam etti.
Bizans’ın Doğu Roma olarak hayatına devam etmeden önce, Batı’da uzun yıllar egemen olan bir yönetim kurduğunu ve pek çok milletlerle savaşarak onları idaresi altına aldığını belirtmek isteriz.
Klasik imparatorluklar dünyasında 900 yıl egemenlik sürdürerek doğudan batıya yayılmış bir yönetim olan Roma İmparatorluğu, bugüne bıraktığı eserlerle bize tarihini anlatıyor.
1-Tetrarşi Heykeli
Askeri başarılarla ve fetihlerle büyüyen Roma İmparatorluğu topraklarını yönetmekte zorlanan imparatorlardan Diocletianus, Tetrarşi (Dörtlü Yönetim) modelini uygulamaya koyarak tarihi bir adım attı.
Diocletianus, MS.3. yüzyılın sonlarında devleti daha kolay idare edebilmek askeri darbelerin ve entrikaların sonunu getirebilmek için ülkeyi doğu batı olarak ikiye ayırıp her birine iki ausustus ve onların devamı olacak birer sezar atama sistemini getirdi. Bu yönetim Roma İmparatorluğu tarihinde önemli bir değişim ve kırılma noktası oldu. 292 yılında İmparator Diocletianus, kendisini devletin doğu kanadının ve kendi gibi Balkan Yarımadasında askerlerden biri olan arkadaşı Maximianus’a vererek sistemleştir. Bu yönetim şeklini temsilen Venedik’te bulunan Tetrarkhesler(dört hükümdar) heykeli dikildi.
Heykellerde Tetrarşi (MS 293-305) üyeleri Diocletianus,Maximianus,Constantinus Chlorus(Büyük Constantinus'un babası) ve Galerius betimlenmiş pic.twitter.com/vXffsfPlez
— Seda Özen Bilgili (@Seda_Ozen) April 16, 2017
Bu şekilde askeri meselelerden uzaklaşarak ülke içi reformlara yönelen Diocletianus’un Tetrarşi modelinde iki amacı vardı; etkili bir yönetim sağlamak ve tahta yönelik girişimleri bertaraf etmek, Bunun sağlamak için belirlenen modelde; bir imparatorun çıkardığı yasa bütün ülkede geçerliydi ve her bir yönetici diğerine danışmak ve işbirliği yapmak zorundaydı.
Yeni yönetim şeklini anlatan heykel, San Marco Meydanın’da Venedik’te sergilenmektedir. Bu heykel ile yöneticiler güçlü, kararlı, katı ve birbirine kenetlenmiş halde bulunuyor. İmparator heykelleri sakallı kısa boylu, kalın boyunlu ve birbirinin omuzlarından tutmuş ve ellerinde kılıçlarıyla gücü ve birlikteliği tasvir ediyorlar.
Heykel, 1204 yalındaki İstanbul’un Latinler tarafından talan edilmesi sırasında Venedik’e götürülmüş, şehir katedralinin dış cephesine yerleştirilmiştir.
Bu heykel büyük Roma İmparatorluğu için bir yönetim tarzı değişikliği ve Doğu Roma’nın kurulması için de önemli bir adım oldu.
2-Selanik Galerius Zafer Takı
Diocletianus ve eş imparator Galerius Maximianus’un dönemi imparatorlukta birlik için askeri bir katılık ve yetkiyi alanların gücünü göstermesi dönemiydi. Bilhassa Roma’nın Persler ile yaptığı uzun savaşlardan zafer ile çıkmasının üzerine Yunanistan’ın Selanik şehrindeki Galerius Zafer Takı inşaa ettirildi.
İyi bir asker olan Galerius Valerius Maximianus, M.S.250’de bu bölgede doğarak kendisini Sezar ilan eden Dioclatianus’un kızı ile evlendi. Galerius 305-311 yıllarında Selanikte hüküm sürdü.
Romanın askeri zaferini anıtlaştıran yapı dört ayakta oluşmaktadır. Kabartmalarında dönemin Augustusu Diocletianus’un yüceltilmesi anlatılır.
Bu askeri başarı ve Zafer anıtına rağmen Diocletianus ve Sezar ilan ettiği Galerius’un ortak noktaları Tanrılar ve Kralların uyumu fikrindeki benzerlikleridir. Çağlarında bu birlikteliği bozan Hristiyan bağlılarına Büyük Zulmü reva görmüşler, kutsal kitapları ortadan kaldırıp ruhban sınıfını tutuklatmışlardı. Hatta Hıristiyanları ortaya çıkarmak için bütün Roma vatandaşlarının tanrılara kurban vermelerini zorunlu tuttu. Hıristiyanların işkence altında hayatlarını kaybetmeleri Bizans’ın Hıristiyan bir teoloji üzerine kurulmasının yolunu açtı.
3-Serapeum Tapınağı
Bizans’ın Hıristiyan teoloji üzerine kurulma aşamasında yaşanan en dramatik ve sembolik olaylardan biri İskenderiye’deki Serapeum Tapınağı’nın yıkılmasıydı. Roma’nın pagan toplumunda Mısır Tanrısı Serapis’e adanmış bu tapınak o çağların en önemli yapılarından biriydi.
İskenderiye Piskoposu Theophilos 391 yılında şehirdeki tapınakları kiliseye çevirmek için imparatordan izin aldı. Piskopos Serapeum Tapınağı’ndaki bazı kutsal sayılan objelerin arasında müstehcen heykeller bulunca paganların ahlaksızlıklarını anlatıp heykelleri sokaklarda dolaştırdı. Buna karşılık öfkelenen paganlar Tapınağı ele geçirdi, Hıristiyanlara saldırdı ve bazılarını öldürdü. İmparatorluk ordusunun olaya müdahale etmesiyle ayaklanma bastırıldı. Bu tarihten sonra Serapeum kiliseye dönüştürüldü, 392’de pagan ibadetleri yasaklandı.
Tapınak yıkıldığında üzerinde haç formunda hiyeroglif karakterlerin yazılı olduğu bazı taşlar bulunmuş bunlar Hıristiyanların bu çatışmadan galip geleceğini gösteren ilahi işaret olarak yorumlanmıştı. Bir çok pagan bu rivayetten sonra Hıristiyan oldu.
4-Roma Senatosu’ndaki Zafer Sunağı
Her geçen gün Roma’yı teslim alan Hıristiyanların ve onlarla mücadele eden paganların yönetimde kalma çabaları anıtlar üzerinde de yaşandı. Roma’daki eski senatoryal aristokrasinin kültürel bir sembol ve dini kutlamaların odağı olarak gördükleri Roma Senatosu'ndaki Zafer Sunağı, Constantinus tarafından kaldırıldı fakat tekrar Iulianus tarafından yerine konuldu.
384 yılında Gratianus tarafından bir kez daha kaldırılınca şehrin valisi Symmachus ve eski aristokrat kültüründen gelen bir temsilci genç imparator II.Valentinianus’tan sunağın yeniden Senato’ya koyulmasını istemişlerdi. Symmachus sunağın Roma kültürünün geleneksel bir sembolü olduğunu hatırlatmış ve ‘Tanrıya ulaşmanın pekçok yolu olduğu’ gerekçesiyle anlayış görmeyi beklemişti. Ancak Milano Piskoposu ise Tanrıya ulaşmanın bir yolu olduğunu sahte Tanrılara tapmamak gerektiğini belirtip Zafer Sunağı hakkında son kararı vermişti.
5-Heksamilion Surları
Roma’nın barbar kavimlerle mücadelesinde işgalleri önlemek için Yunanistan’da Korinthos Kıstağı boyunca sur yapma fikri oluştu. MS 450’lerde II.Theodosios şehirlerin güçlendirilmesi ve taşranın kalkınmasıyla ilgilenip uzunluğundan dolayı altı mil suru Heksamilion adını verdiği suru yaptırttı. İç ve dışı dört köşe kesme taştan yapılarak içi moloz ve kireç dolgu ile doldurulmuştur. Sur Bizans imparatorluğu döneminde muhafaza edilmiş. Justinianus döneminde surda bulunan kule sayısı 153’e çıkarılmıştır.
1415'te II. Manuel Mora yarımadasını Osmanlıların bir hücumundan korumak üzere Korint Kıstağı'nda Heksimillon surları'nı, şahsi kontrolü altında yeniden yaptırmıştır. 1460 yılına kadar Osmanlılar Korint Kıstağı ve Heksamilion Surunu geçip Mora Yarımadasını fethedemeyeceklerdi.
6- Yeni Aziz Apollinare (Sant Apollinare Nuovo) Kilisesi
Konstantinopolis’te yetişmiş Got asıllı bir Ariusçu olan Theoderich’in askeri başarılarından sonra Bizans medeniyetinin ideallerini Ravenna’ya getirmiştir. Bir imparator gibi hareket ederek, bölgeye bir saray, Sant Apollinare Kilisesi ve kendi mozalesi gibi eserler yaptırmıştır.
Sant Apollinare Nuovo mozaikleri Kaynak; Youtube.com
Hıristiyanlığın antik çağ bazalikalarından birisi olup mermerlerinin İstanbul’dan getirildiği tahmin edilmektedir. Bizans ordularının Ravenna Şehrini fethetmesinden sonra aryanist Tours’lu Aziz Martin’e adanmıştır. 850’den sonra da Aziz Apollinare’nin röliklerinden Sant Apollinare in Classe’den buraya taşınması üzerine kilise bu kez Ravennalı Aziz Apollinare adını almıştır.
Erken Hıristiyanlık dönemi eserlerinden olan kilise mozaiklerinde İsanın muziceleri ve çilesi tasvir edilmiştir.
7-Aziz Simeon Kilisesi
Aziz Simon Manastırı kalıntıları Kaynak: Defne.bel.tr
Roma pagan toplumuyla birlikte aristokrasinin çöküşü ve yeni bir dinin ortaya çıkmasıyla kutsal erkek/kadın figürü toplumda kabul görmeye başladı. Mucizeler ve acıya katlanmak ile uç noktasına vardırılan kutsal insanlar Tanrıya ulaşan kişilerdi.
Buradan yola çıkarak manastır hayatı, münzevi yaşam ve kutsal insan figürü gelişti. V. Yüzyılda Kuzey Suriye çölünde 3 metrelik bir kolonun üstünde vaazlarını veren Çoban Simon boş bir sarnıçta bacağını zincirleyerek sütun üzerinde oturuyordu.
Aziz Simeon, 16 yaşında başladığı manastır hayatında abartılı çileciliği ile dikkat çekmişti. Onu pekçok çağdaşı takip etti.
459 yılında vefatından sonra vaaz verdiği sütunun etrafında bugün Kal’at Sim’an adı verilen yerde çok büyük bir mabet inşaa edildi. Münzevi yaşama dahil olmaya çalışan Hıristiyanlar çok geçmeden manastır geleneğinin doğuşu ve sürdürülmesine kapı aralayacaklardı.
Aziz Simeon sütununa sık sık dua etmek için akın eden Hıristiyanlar nedeniyle burada büyük bir dini kompleks yapılması gerekli hale gelmişti. Mabedin merkezinde yer alan sütunun etrafındaki dört bazalika haç şeklindeydi ve imparatorluğun mali yardımıyla inşaa edilmişti.
8-Panagia Ekatontapyliani (Yüz Kapılı Kilise)
Yunanistan Paros adasındaki Panagia Ekatontapiliani Kilisesi iki gülünç heykele sahiptir. Bu heykeller Anthemios ve İsidoros’la ilişkilendirilir. Heykellerde iki fazla kilolu insan kilisenin modern girişindeki sütunları taşımaktadır. 6.yüzyılda yeniden inşaa edilen kilisede Anthemios ve İsidoros olduğu tahmin edilen heykeller biri yıkılan kubbeden korunmak için ellerini başının üzerine koyarken diğeri kubbenin yıkılışına gülmektedir.
Kaynak: Greeka.com
Binayı yapanlarla ilişkilendirilmeyen diğer bir rivayete göre bu yapının yüz girişi vardır. Bu yüzden adı Ekatontapyliani yani yüz kapılı kilisedir. Ancak bugün yalnızca doksan dokuz girişi görülebilmektedir; yüzüncü kapısı bulunduğunda dünyanın sonunun geleceğine inanılır.
9-Olympos Dağı Manastırı
Hıristiyanlıkın ilk zamanlarından itibaren keşişler uzak ve ıssız yerlerde, dağlarda toplanırlardı. Manastır hayatına özgü bu inzivalar bir süre sonra inananların mucizeler aramak ya da kutsal insanların yaşadıkları yerleri paylaşmak için toplandıkları kutsal merkezler oldu.
Bizans dönemindeki inziva noktaları Sina Dağı, Auksentios Dağı ve Aziz Genç Simeon Stylites Dağı’ydı. 8. Yüzyılda Bitinya’daki Olympos Dağı manastır hayatının en popüler merkezlerinden biri olmuştu.
Bu büyük kompleks günümüz Bursası’nın yakınlarındaki Uludağ’da bulunuyordu. 5. Yüzyılda kurulmuştu ve gittikçe büyümüştü, içinde biri hariç hepsi erkeklere ayrılmış elli kadar manastır barındırıyordu. Olympos manastırlarının hepsi de özerk oluşumlardı ve ortak bir teşkilatlanmaları yoktu.
‘Küçük Asya’denilen Bursa Uludağ yöresindeki bu manastırlar Yunanistan’daki Aynaroz (Athos) dağı manastırlarına benzetiliyor. Bizans İmparatorları zamanında Olympos vadileri, başkentin baskıcı uygulamalarından kaçıp inzivaya çekilenlerin mekanı oldu. Olympos dağı ‘keşiş dağı’ adıyla bilinir. Bu isim o kadar bölge ile özdeşleşmiştir ki, bölgeden esen rüzgarlara bile keşişleme denilmektedir.
10- Aynaroz Dağı Manastırı
Yunanca kutsal dağ adını alan Aynaroz Dağı, Makedonya’daki Khalkidiki Yarımadasının en doğu ucundaydı. Dağ sayısız ırmağın tepelerden aktağı yarımadanın güney ucuna yakın bir ormanlık bölgededir. Keşişlerin erken Bizans döneminde yarımadaya yerleştikleri y da Arap istilaları ve İkonakırıcılık’ın katliamlarından kaçarak buraya sığındıkları söylenir. Buraya ilişkin ilk yazılı kaynak 9.yüzyılda İmparator I. Basileios’un keşişleri korumak için çıkardığı bir fermandır.
Aynaroz Dağı Athanasios’un 963 yılında Aynaroz Dağı’ndaki en eski manastır olan Büyük Lavra’yı kurması ile canlı bir yaşam alanı olmuştur. Aristokrat güçlü ailelerin desteği ile kurulan Büyük Lavra zaman zaman Bizans’taki karışıklıklara rağmen heretiklerin, farklı düşünenlerin ve münzevi hayat yaşamak isteyenlerin mekanı haline geldi.
İmparator Tsimiske, 972 yılında manastırlara yönelik bir vakfiye yayınlayarak Aynaroz’un bir bakıma Anayasını yürürlüğe koymuştur. Burada 1000’li yıllarda Büyük Lavra’da 300 keşişin yaşadığı kaynaklarda belirtilmektedir.
Çeşitli Bizans İmparatorları gibi 1346’da Slav-Bizans İmparatorluğu kurmak isteyen Sırbistan Kralı Stefan Duşan burayı ziyaret ederek manastıra altın ve kıymetli hediyeler sunmuştu.
O yıllarda Bizans Manastırları son derece varlıklıydı, geniş arazilere sahiptiler ve Bizans ve Hıristiyanlık kültürünü taşıyan ve geliştiren faaliyetlere imza atıyorlardı. Bu manastırlardaki kütüplaneler ve sandık odaları Bizans’a dair malzemelir günümüze dek korumuş önemli depolardır.
Bizans sonrası dönemde sanatın gelişmesine en büyük katkıyı sağlayan kurumlar arasında Aynaroz Dağı manastırları da vardı. Gelişen ve büyüyen manastırlar imparatorluğun yıkılışından sonra bile kültür ve geleneklerini korudular.
11-Meteora Manastırı
Yunanistan’ın merkezindeki Thessalia ovasının Kuzeybatı ucundaki Pindos Dağlarının yakınlarında yer alan ve kayalıklardan oluşan bölge Ortadoks kilisesi için önemli manastırların bulunduğu yerdir. İlk kurulduğunda 24 olan manastır sayısının bugün 6 tanesinin ayakta kaydığı görülür. Bölgeye devasa kaya sütunları bulunmaktadır. Bölge adını Meteora ‘havada asılı kalan’ anlamında bu şeklinden almaktadır.
Bizans kenti Stagoi’nin üzerinde kurulu Meteora, Bizans’ın en son manastır merkezlerinden biriydi. Yüzyıllarca ayakta kaldı.
Bazı rivayetler, keşişlerin Bizans’ın ilk çağlarından beri yakınlardaki mağaralarda yaşadıklarını iddia etmektedir. Dupiani Kilisesi mevcut manastırların arasında bulunur. Teselya Ovası'nın kuzeybatısındaki bu mağaralarda bölgedeki münzeviler yaşıyorlardı. Bölgede kayalar oyularak başka kiliseler de yapıldı. Kayaların tepesi oyularak yapılan kiliselerden biri de Rousanou Kilisesidir.
Bu bölge manastırlarının çok azı ayakta kalmıştır. Ancak ortadoks geleneği ve kültürünün yaşatılması için keşiş hayatına özgü geleneklerin canlandırılmasına yönelik çalışmalar yapılmıştır.
12-Zaraka Manastırı
Yunanistan’da Mora’da yıkık bir Frenk manastırıdır. Cistercium tarikatına ait Zaraka manastırı 13. Yüzyılda Akhaia’nın Latin Prensi, Bizans’ın Latin Hıristiyanlığına geçmesini sağlamak için Cistercium Tarikatı'ndan Yunanistan’a manastırlar yapmalarını ve bakımsız toprakları tarıma açmalarını istemişti. Bunun üzerine antik Stymfalos şehrinin yakınlarındaki Zaraka manastırı inşaa edilmişti. Batının Bizans üzerindeki bu ‘latin Hıristiyanlığına geçme’ arzusu başarısızlığa uğradı. Batının Latin Hıristiyanlığı ile Bizans’ın Ortadoks teolojisi arasındaki farka kurban giden Gotik bir kilisenin kalıntıları bu bölgede bulunmaktadır.
13-Kutsal Havariler Kilisesi
İstanbul’da 550 yılında inşaa edilmiş Hıristiyan bazalikası idi. Osmanlıların İstanbul’u fethinden sonra bir süre için Rum Ortodoks Patrikhanesi olarak kullanılmıştır. Eski Patrik III.Gregorios uzun zamandır sürgündeydi ve Sultan da Hıristiyan Rumların Osmanlı devletine karşı Batı’yla birlik olmaları ihtimalinden dolayı piskoposa ihtiyatla yaklaşmaktaydı. O sırada keşiş Georgios Skholarios’u kendi tarafına çekmeye çalıştı. Keşiş patriklik ünvanını kabul ederek 1454’te –Ayasofya camiye dönüştürüldüğü için- Kutsal Havariler Kilisesinde tacını giydi. Sultan Bizans imparatorları gibi törende bulunarak patriği resmi olarak görevlendirdi.
Bizanslılar zamanında imparatorluğun başka bölgelerinde de Havariyyun (Kutsal Havariler) denilen kiliseler inşaa edilmişti.
İstanbul’daki bu kiliseden geriye birşey kalmadı 1461’de yıkıldığı belirtilir. Bugünkü Fatih Camiin yerine inşaa edildiği yolunda bazı bilgiler varsa da bu kanıtlanmamıştır.
14- Aya Sergios ve Bacchus Kilisesi(Küçük Ayasofya)
İstanbul’a damgasını vurmak isteyen imparatorluğun I.Justinianus ve eşi Theodora tarafından 530 yıllarında yaptırdığı kilisedir. İstanbul’un en eski Bizans dönemi yapılarından biri olarak bilinir.
Bu kilisenin rivayetlere dayanan bir inşaa hikayesi vardır: Aktarılana göre kilise ismini I.Anastasius devrinde imparatora karşı bir ayaklanma gerçekleşir ve bu isyana I.Justinianus’un adı karışır. Bunun üzerine idam cezasına çarptırılan Justinianus’u İmparator Anastasius’un gördüğü rüya kurtarır.
İnfaz gerçekleşmeden önceki gece imparator Aziz Sergius ve Aziz Bacchus Justinianus lehine tanıklık ederler. Rüyasından etkilenen Anastasius verilen hükümden vazgeçerek onu bağışlar.
I.Justinianus tahta çıktıktan sonra I.Anastasius tarafından hayatının bağışlanmasına sebep olan Azizlere şükran borcunu ödemek için onlar adına ithafen bu kiliseyi yaptırır. İstanbul’un fethinden sonra camiye çevrilmiştir.
15- Aziz Polyeuktos Kilisesi
Nika ayaklanmasından sonra imar programına girişen İustinianos’la çekişmeleri olan zamanın aristokrat bir ailesinden gelen Anicia İuliana, Hıristiyan olduğu için öldürülen Romalı asker Polieuktos anısına 530 yıllarında inşaa ettirmiştir. Ayasofya’dan önce şehrin en büyük bazalikalarından biri olan kilise Fatih/Saraçhane bölgesinde yer almakta iken 11.yüzyılda Haçlılar tarafından yağmalanmıştır.
Banisi İuliana, romanın en eski aristokrat ailelerinin birinin kızı olup batılı çağdaşlarından farklı olarak Hıristiyanlığı kabul etmiş, servetini bu dine hizmet etmeye adamıştır. Azize Euphemia Kilisesi de onun serveti sayesinde yapılmıştır. Bir şiirde bu aristokrat kadının yaptırdığı kilisenin güzelliği nedeniyle övülerek Süleyman’la karşılaştırıldığı dizeler günümüze ulaşmıştır.
İstanbul’da imar faaliyetine girişen imparator, ondan bağışta bulunmasını istemiş o da imparatoru yeni yaptırdığı kiliseye götürerek altın kaplı tavanı işaret ederek ne isterse alabileceğini söylemiştir. Böylece İmparatora ailesinin zenginliğini nasıl gözü dönmüş bir idareciden koruyabileceğinin yolunu göstermiş oldu.
16- Ayasofya Kilisesi
Ocak 532’de çıkan Nike Ayaklanmasını güçlükle bastıran İmparator İustinianos ve eşi Theodora, tahrip olmuş şehirde yoğun bir imar faaliyetine girişti. Bu çerçevede 30 kilisenin inşaa ettirildiği ve onarıldığı belirtilmiştir. İmar programı monofizitlerin sığındığı bir şapel olan Sergios ve Bacchus kilisesinin yapımıyla başlamış, şehrin en büyük kilisesi Ayasofya’nın onarımı ile devam etmiştir.
Bizans kültürünün bu önemli simgesi olan yapı Hz.İsa’nın bilgeliğinden ilham alıyordu. İmparator İustinianos tarafından aynı yerde inşaa edilen üçüncü kilise idi. İlk hali Doğu Roma imparatoru Büyük Konstantin tarafından 330’lu yıllarda kurulmuştur.
Kilisenin planını dönemin iki ünlü bilim adamı Anthemios ve İsidoros çizmişlerdir. Binanın çizimlerinin ilahi ilhamla olduğu rivayet edilir.
Bina uzunlamasına bir bazalika formundadır ve merkezi bir kubbe ile örtülüdür. Anlatılarda göklere doğru süzülen yapısı ile diğer yapıların arasından sıyrıldığı, içinin günışığı ile aydınlandığı ve ilahi bir atmosfer oluştuğu şeklinde tasvir olunur.