Türkiye bunu da gördü, düşük nota hapis cezası 

Öğrencisine düşük not verdiği iddiasıyla hakkında dava açılan Prof. Dr. Nurdoğan Rigel'e verilen hapis cezası hukukçuların ve eğitim çevrelerin gündemine oturdu.

12 Temmuz 2019 Cuma 23:33
Türkiye bunu da gördü, düşük nota hapis cezası 






Türkiye bunu da gördü, düşük nota hapis cezası 


İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nin efsane öğretim üyelerinden Prof. Dr. Nurdoğan Rigel'in bir öğrencisine verdiği notun ardından başlayan hukuki süreç, skandal bir kararla tartışma konusu haline geldi.


Türkiye'de basın yayın alanında yetiştirdiği, emek verdiği binlerce öğrencisiyle iletişimcilerin yakından tanıdığı Prof. Dr. Nurdoğan Rigel, tembel bir öğrencisinin açtığı dava sonunda 5 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Prof. Dr. Rigel hocanın öğrencileri bugün fakülte önünde toplanarak mahkeme kararını protesto eden bir açıklama yaparken "Nurdoğan Rigel suçlu değildir", "İÜ İletişim'in yaşayan efsanesine sahip çıkıyoruz" yazılı dövizler taşıması dikkat çekti.

Öğrencilerin burada yaptığı basın açıklamasında oldukça dikkat çeken detaylar da var. Açıklamada şu görüşlere yer verildi: "Bizler İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde dirsek çürütmüş ve bu okuldan mezun olmuş ya da olacak olan öğrenciler olarak hocamıza yapılan bu haksızlığı farkındayız ve her zaman yanındayız. Prof. Dr. Nurdoğan Rigel İÜ İletişim Fakültesi'nin mihenk taşlarından biri olmanın yanında uluslararası çapta tanınmış bir akademisyendir. Onun dersinden geçmek için çalışmanın ve derse devamlılığın yeterli olduğunun hepimiz bilincindeyiz. Bu sebeple karar vericilerin derse katılım dahi göstermeyen bir öğrencinin yoruma dayalı sınav kağıdını hangi yetkinlik derecesiyle değerlendirdiğini merak etmekte ve varsa değerlendirme ölçütlerinin kamuoyuyla paylaşılmasını ivedilikle beklemekteyiz" denildi.


HUKUKÇULAR NE DİYOR?

Bu konuda Habertürk'ten Demet Demirkır'ın Prof. Dr. Ersan Şen'le yaptığı görüşmede, Şen'in ilginç hukuki tesbitleri var. 


MAHKEMEDEN ÖNCE ÜNİVERSİTE VE YÖK KARAR VERİR

Ceza Hukukçusu Prof. Dr. Ersan Şen:  

"Eğer bir öğretim üyesinin, göreviyle ilgili bir suç işlediği ve burada o notun değerlendirildiği iddiası varsa bu iddianın önce üniversitesi ve Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) tarafından araştırılması, iddianameyi onların yazıp göndermesi gerekiyor. İddianame yerine geçen belgeye fezleke diyoruz.  Burada bir eksiklik varsa bu önemlidir çünkü o zaman bu karar yanlış olur. Ancak tamamlanmışsa ve üniversiteden gelmişse doğrudur, benim değerlendirmem bu yönde.

Bunun da dayanağı şudur; 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'nun 53. ve devamı maddelerinde düzenleme öngörülmüştür. 53-C'de bu ceza usulü gösterilmiştir, bu usule göre; soruşturması yürütülüp davaya dönüştürülmesidir. Eğer bu şekilde yapılmadıysa o karar bozulur. 

2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'nun 53. maddesinin C fıkrasına göre yapılır ve bunu da üniversite ve Yüksek Öğretim Kurulu yapar. Özel bir düzenlemedir bu, görevinden dolayı veya görevi sırasında iddia edilen suçlardan.

İkincisi, eğer suç işleme kastı yoksa görevinin gereklerine göre hareket ediyorsa bu suç işlenemez neticesi bilinerek işlenebilir. Sebebi önemli değil, öğrenciye kızmış, öğrencisinden rahatsız olmuş ya da başka bir sıkıntısı var bunlar önemli değil. Önemli olan bu öğrenciye hak ettiği notun altında not vermek kastıyla okuyacak kağıdı. Ben böyle okudum, böyle değerlendirdim diyorsa ceza verilemez, disiplin cezası verilebilir ama adli ceza verebilmek için görevinin gereklerine aykırı hareket ettiği yani öğrenciye 62-65 vermesi gerekirken 35 vermişse suçun maddi unsuru oluşur. 

Suç işleme kastı var mı diye manevi unsura bakılır. Bunu kasıtla yaptıysa, bilerek isteyerek, bilinçli bir şekilde esasında yani 60-70 puanı ha ketmiş bir öğrenciye 30-35 vermek gibi... Aksi halde eğer biz taksir değerlendirmesini, tartışmalı bir konuyu 'bu şekilde değerlendirdi, düşük vermiş' dersek ve buna görevi kötüye kullanma suçu diye bakarsak bu işin içinden çıkamayız. Yargı makamları da bazen yanlış kararlar veriyor. 'Olmaz öyle karar' deniliyor ve istinafa gidiliyor, karar bozuluyor. Yargı kararlarında eğer böyle bir hassasiyet gösterirsek o takdirde savcıların da görevlerini kötüye kullandıkları iddia edilir. Görevinin gereklerine uymamış diye...

Dolayısıyla bir öğretim üyesi ya da bir öğretmen okuduğu kağıttan dolayı 'benim takdir ve değerlendirmem böyle' demişse ve kastı yoksa o not düzeltilebilir. Öğrenci disipline de gidip şikayet edebilir, 'öğretim üyesi keyfi davranmıştır' diye. Ama görevlerinin gereklerine aykırı hareket etme kastı yoksa 'görevi kötüye kullandı' diyemezsiniz. Yoksa 'notum düşük geldi' diye çok şikayet gelir. Ama bu onun otomatik olarak görevinin kötüye kullandığını göstermez."


"BİLEREK VE İSTEYEREK BİR ŞEY YAPTIĞINA İNANMIYORUM"

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Barış Doster:

"Kasten not kırmak, bilerek ve isteyerek not kırmak, öğrencinin sınıfta kalmanın ötesinde yıl kaybetmesi, okulunu uzatması için not kırmak benim hiçbir meslektaşıma yakıştıramayacağım bir uygulamadır. Nurdoğan Rigel'in de öğrencinin okulu uzasın diye kasıtlı olarak, bilerek ve isteyerek bir şey yaptığına inanmıyorum, ihtimal vermiyorum.

Öğrencilerin derse katılımını, sınavlardaki performansını ve diğer faaliyetlerini de dikkate alarak hocanın inisiyatif alanını da fonda tutarak öğretim üyesine verilmiş bir mesleki yetki ve mesleki haktır öğretim üyesinin vereceği not. O yüzden bir öğretim üyesine verdiği nottan dolayı mahkemede yargı yoluyla cezalandırılma talebiyle suçlamada bulunulması yanlıştır. Nota itiraz bütün fakültelerin kendi bünyesinde öğrencilerin sıklıkla başvurdukları bir yöntemdir ama bunun mahkemeye taşınması hele de bir öğretim üyesine hapis cezasına varan bir cezanın verilmesi yanlıştır."


ÜNLÜ PROFESÖRE DESTEK AÇIKLAMASI "OLACAK İŞ DEĞİL"

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Necmi Emel Dilmen: 

"İlk olarak hiçbir hoca hiçbir öğrenciye özel bir nedenden dolayı düşük not veremez ama bu durum şunun yolunu açacak; öğrenci canı istediği zaman, hocadan hoşlanmadığı zaman hocayı mahkemeye verebilecek ya da hocayı yıldıracak, o da mahkemeyle uğraşmamak için öğrenciyi geçirecek. Bu sorundan kurtulmanın bir yolu var; sınavı test usulü yaparsanız, 10'ar puandan 10 soru koyarsınız, öğrenci test üzerinden geçer ya da kalır. Buna da itiraz edemez çünkü cevap A,B,C,D,E'dir zaten. Ancak sorun şurada başlıyor; Türk eğitim sistemi zaten bunun üzerine kurulu ve bu bizim çocuklarımızı aptallaştıran bir şey. Bu durumda şu an yaşanılan sorun bu sisteme dönülmesine yol açar, bütün üniversitelerde aynı sistem devam eder, çocuk analitik düşünemez. Bence sakıncalı olan tarafı budur.

Bunun dışında bir öğrenci tabii ki hakkını savunmalı, bir hoca da yanlışlık yaptıysa bunun bedelini ödemeli. Ancak bu durum, bunu bir sopa gibi kullanılmasına, hakkedilmeyen bir şekilde bunun geçiş yolu olarak görülmesine neden olabilir. Bu da hocaları test sistemine dönmeye iter.

Not kırdığı için bir kişinin 5 ay hapse çarptırılması açıkçası bana ağır geliyor. Bilirkişi olur, bu konuyla alakalı başka hocalar olur. Sorun üniversitenin yönetim kurulunda değerlendirilir ve bir karar alınır, öğrenci geçirilir ve hocaya da uyarı ya da kınama verilir. Bilinçli olarak yapılsa bile bir hocaya hapis cezası vermek çok fazla. Bu olacak iş değil."

"BU İŞİN İÇİNDE BAŞKA BİR ŞEY OLABİLİR"

Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Ölçme ve Değerlendirme Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Yener Özen:

"Sınavın klasik yazılı şeklinde yapıldığı anlaşılıyor. Bunun için öğretim üyesi mutlaka ve mutlaka soruları oluştururken, anlattığı dersin yoğunluğuna göre soruları ayarlamalı. Bunun yanında muhtemel bir cevap anahtarı vardır ve bu cevap anahtarına ilişkin de bir puanlama anahtarı çıkarılması gerekir. Yazılı yoklamalar mutlaka bu şekilde yapılmalı. Bunun sonucunda da öğrenci eğer notuna itiraz ettiğinde ki hata yapabiliriz. O durumda öğretim üyesi kendi cevap anahtarı ile öğrencinin cevap anahtarını ve muhtemel puanlama anahtarına göre gözden geçirebilir. Bu olmazsa, tekrar incelenmesi için öğrenci mutlaka bölüm ya da anabilim dalı başkanlığına dilekçe verir. Bu da dekanlık tarafından öğretim üyesine iletilir. Eğer öğretim üyesi kontrol ettikten sonra notunda kararlıysa, bunun sonucunda fakülte bir yönetim oluşturur ve muhtemel o dersi verecek başka bir öğretim üyesi varsa ya da en az üç kişiden oluşan (biri dekan olmak şartıyla) bir komisyon oluşturulur ve o cevap anahtarı, hocanın puanlama anahtarı ve öğrencinin cevap kağıdı alınır ve öğretim üyesinden o sınıf içinden iyi kağıt, orta kağıt ve notu düşük kağıt istenir. Bunlarla beraber öğrencinin kağıdı cevap anahtarına ve puanlama anahtarına göre kontrol edilir. Yine not sabitse öğrencinin mahkemeye gitme hakkı vardır. Mahkeme bu konuda bilirkişi oluşturabilir, bilirkişi de bu evrakları ister. Bu evraklar üzerine puanlama gerçekleştirilir.

Bu örnekte, öğrenci 35 almış ama 65 ile 72 arasında not verilmesi gerekiyor. Buna istinaden öğretim üyesi hocamıza görevi kötüye kullanma suçlaması hem de 5 ay hapis cezası verilmesi, bu işin içinde bir başka şey olduğunu düşündürüyor."

ÜNİVERSİTELER SUSARSA TOPLUM SUSAR

Eğitimci Yazar Şahin Aybek:

Burada Sorgulanan Cüppe Değil; Akıldır, Bilimdir, Özgür Düşüncedir

 Ben eğitimin felsefi, sosyal ve tarihi temelleri çalışan biri olarak bu olaya da daha makro bakmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bu olay daha genel bir üniversiteye bakış açısının bir yansımasıdır.    

 Görüyoruz ki ülkemizde akademisyenler ve üniversitelerle ilgili farklı problemler yaşanıyor.

 Bütün bu yaşananların sonunda sorgulanan cüppe değildir; akıldır, bilimdir, özgür düşüncedir. Bu tip uygulamalar üniversiteleri bilim dışı etkilere açık bir hale getirmektedir. Yaşananlar bilim özgürlüğünü ve kurumsal özerkliği de zedelemektedir. Üniversitelerimizin kurumsal birikimleri yerle bir olmaktadır. Kurumsal özerkliğin yokluğu üniversiteleri bu hale getirmiştir ve son yaşananlarda bilim özgürlüğünü iyice yok ettiğinden üniversiteler işlevlerini yerine getiremeyeceklerdir. Siyasi iktidarlar tarihimiz boyunca üniversiteleri kendilerine göre biçimlendirmek istemişlerdir. Bu biçimlendirme baskıları sürdükçe de üniversiteler doğal olarak bağımsız işleyişlerini inşa edememişlerdir. Bu biçimlendirme çabaları da çoğunlukla akademisyen tasfiyeleriyle olmuştur.

 AKADEMİK ÖZGÜRLÜK TÜM VATANDAŞLAR İÇİN ÖNEMLİ BİR HAKTIR

Akademik özgürlük sadece üniversite için değil tüm vatandaşlar için önemli bir haktır. Akademide özgürlükle üretilen bilim tüm toplumu etkilediğinden doğal olarak akademinin özgürlüğü tüm toplum için önemlidir. Üniversite demek sadece diploma dağıtan bir tabela kurumu olmak demek değildir. Üniversiteler toplumun ana sürükleyici lokomotifleridir. Bu kurumlar toplumun ufkunu açan, aydın yetiştiren, toplumun demokrasi kültürünü geliştiren, bilim üreten yapılar olmak zorundadır. Üniversiteler susamaz. Üniversite susarsa toplum susar. Üniversiteler işlevleri dolayısıyla ülkenin siyasal, hukuksal ve sosyal sorunlarının çözümünde de önemli bir rol oynamak zorundadır. Akademisyen susamaz. Yok kadromu daha almadım, yok biraz daha para kazanmam lazım tarzı savunma mekanizmalarıyla orta sahada top çevirerek akademisyen olunmaz ve bu akademik etiğe de aykırı bir durumdur. Hangi gerekçeyle olursa olsun akademisyen gerçekler karşısında susamaz. Eğer susarsa zaten ileride üniversite falan da kalmayacağı için uzun süreli kendisi de kaybeder.

Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.