Esmoş sizler için gezdi:

 
GRİ.. Londra'nın rengini  kime sorsanız gri'dir....
Değil.. Vallahi değil.
Gören göze,
Kırmızıdır.. Beyazdır, siyah, yeşil, sarı... Yer yer fuşya, mor'dur hatta..
Niye görmez ki gözler, niye seçemez ?
Ya da görür de kıskançlığından mı yakıştıramaz ?
 
Bond Street 'de bir cafe'de oturmuş kahvenizi yudumlarken önünüzden geçen, siyah fötr şapkası, bej Burberry pardesösü ve sedefli bastonu ile yürüyen  İngiliz centilmenin koluna; bej süet eldivenli eliyle tutunmuş , kırmızı ceketi ve pilili eteği, gümüşi parlaklıklar taşıyan bembeyaz saçıyla süzülen zarif hanımefendinin dudaklarına sürdüğü ruj  KIRMIZI'dır mesela... Hem de kıpkırmızı..
 
Aynen şehrin her sokağında karşınıza çıkan, elinizde cep telefonu olduğu halde, içine girip arkanızda bıraktığınız sevgilinize telefon açmanız için sizi kışkırtan kıpkırmızı telefon kulubeleri gibi....
 
Buckhingam Palace'ın kapısındaki muhafız birliği askerleri tüm ihtişamlarını, her biri için bir ayının katledildiği siyah kürklü, uzun şapkalarından alsalar da, üniformaları kan KIRMIZIdır...

 

Aynen şehrin sembolü olan, şehri görmek istiyorsanız ille de üst kata tırmanmayı isteyeceğiniz iki katlı otobüsler gibi...kıpkırmızı...
 
Green park'ta suda yüzen ördeğin başı YEŞİL'dir..O öyle bir yeşildir ki; kıskanır hemen gidip aynı renk bir fular ya da bluz almak istersiniz...

'O ördeğin başı bu renkti işte' diye anlatabilmek ,hatta dokundukça o ipek fulara, kahvaltınızdan artan kruvasan parçalarıyla beslediğiniz o ördeğin başını hala okşuyormuş gibi hissedebilmek için..
 
Tonları sizi şaşırtır da saymaya başlarsınız Londra'da kaç çeşit yeşille karşılaştığınızı. Hyde Park'ı boydan boya kaplayan çimlerin yeşili öyle çekicidir ki, yumuşacık hissedersiniz önce... Dokunmaktır yüreğinizden ilk geçen... Şöyle elinizi hafifçe sağdan sola üzerinde gezdirmek... Sonra ilişmektir  bir kenarına kitabınızı okuyabilmek,sandviçinizi kemirebilmek için... Daha sonrasında yapacağınız içinizdeki sese dayanamayıp yuvarlanmaktır boylu boyunca.....
 
Regent Park'ın çimlerinin yeşili biraz daha koyu gelir gözünüze... Çınar'ların, köknar'ların ulu bedenleri göğe doğru yükselirken, yanı başındaki ünlü hayvanat bahçesinde ağaçların yapraklarına uzanan zürafaların boylarıyla yarışır gibidir..Parkın üzerini kaplamış, yapraklarıyla sizi güneşin ışıklarından korumak isterler sanki..
Gül yaprağının yeşili akasyaların yeşiline, manolyanınki meşeninkine benzemez.. Parkın sınırları içinde yer alan gölün kenarındaki söğütler suyun derinliğini acı bir yeşile boyamışken, nilüferlerle papirüsler sohbete dalmıştır çoktan..
 
SARI'yı; hani şu kayısı kıvamında pişirilmiş yumurtanın sarısını görmek için ille de Selfridge mağazasından alış veriş yapmanıza gerek yoktur... Oxford boyunca aşağı yukarı bir yürüseniz, her üç kişiden birinin elinde rastlamanız olasıdır bu sarı torbalara..
 
Eski, ruhsuz, koyu renkli taş binaların pencerelerindeki saksıların içinden uzanıp sokağı gözetleyen zerrin çiçeklerinin sarısıdır asıl anlatmak istediğim SARI. Gözünüze çarpar aniden, gülümsetir, sizi mutlu eder. O nasıl bir sahipleniştir pencereyi.. Nasıl bir renk katıştır sokağa...
 
Hatta sokak direklerinden sarkan çiçekliklerin içinde gülümseyen PEMBE sardunyalara sarı sarı laf attıklarını bile duyarsınız.. Pembeler sarılara, sarılar pembelere karışır, flört ederler gözünüzün önünde.. Neşeleniverirsiniz..
 
SİYAH taksilerdir bu şehirde.. Seversiniz siyahı onları gördükçe.. Kararmaz içiniz, kasvet kaplamaz.. 'Asil renktir' der annem, siyaha. London Cab'ler parlarken gıcır gıcır bu yakıştırmanın da hakkını verir ...
 
Siyahı bir de öğle yemeği arasında işyerlerinden  sokaklara yayılan, birer sandviç ve kahve ellerinde caddelere  hızla  akan genç erkeklerde görmeniz olasıdır.
Çalışan erkeğin üniformasıdır sanki, siyah takım elbise ve uçuşan kravatlar.

İnce uzun bedenleri, küçük kafaları ve mavi gözleriyle bir tuzluktan serpilmiş gibi caddelere saçılır, dolaşır ve yine aynı hızla doluşurlar o tuzluğun içine sanki..
 
Siyahın en can dostu BEYAZ'ı görmek için, İngiliz tarzını yansıtan evlerin ağırlıklı olduğu Kensington, Nothing Hill gibi semtlere yayılmış, her biri birer butik otele çevrilmiş eski İngiliz konaklarının bir gelin gibi masum,saf duruşlarına bakmanız yetecektir..Siyah ferforjelerle süslenmiş bahçelerdeki yeşiller gelin çiçeği olur ellerine bu bembeyaz evlerin...
 
"Renk"  Londra sokakları, metrosu, meydanlarıysa... ''renkli''   Portobello 'dur.. Camden Town'dır..Covent Garden'dır... canlı,heyecanlı  Piccadilly'dir..
 
Portobello adıyla, İtalya'nın sıcakkanlı yüzünü, karmaşasını yansıtırken çevresine.. İnsanı renkli, camı penceresi renkli, kapısı bahçesi canlı... Antika dükkanları cıvıl cıvıldır...

Çiçekleri her renktir.. Alacalıdır.. mordur... pembedir..
Eskiyle var olanın, yeniyle yenilenenin, eskiyle avunanın, anılarını satmak isteyenlerle saklamak isteyenlerin, obje biriktirenle para dağıtanın curcunasının yaşandığı  kalabalık sokaklardır...
Hele bir de satıcıların yüzlerindeki renkleri, hayat görülerini yaklayabiliyorsa bakan gözler; mutluluğun yanında asaleti, düşkünlüğün yanında gururun rengini görür.. Soluktan canlıya doğru değişen tonlara boyanmıştır  yüzler...

MAVİ, LACİVERT  ne renk olursa olsun o gözlerin  ışıklarından yansıyan hikayeler vardır..yaşanmışlıklar.. Satılmak için sergilenen her eşyanın bir hikayesi olduğu gibi...

 

Camden Town demek, farklılık demek..karmaşa, aykırılık ve başkaldırış demek.. Çok renkliliğin kıyafetlerden saçlara, cinsel tercihlerden bakışlara, duruşlara yansıyışının punk'ın protest çıkışlarının kalın fırçalarla vurduğu renkler demek...
 
 
Coşkuyla dans eden renkler Covent Garden'dır.... Meydandaki Arnavut kaldırımlarının üzerindeki gösterilerdedir yaşam... Ağızdan üflenen ateşte kırmızı vardır...turuncu ve sarının kucaklaşıp koşuşu vardır..

Jonglörün gösterisinda göğe yükselen her lobut, aşağı düşerken yakalanabilme  heyecanı taşır... Yer değiştiren rengarenk toplarda, konuşturulan kuklalarda çocukluğun keşfedilmeyi bekleyen renkleri gizlidir..

Göstericilerin şapkalarına atılan bozuk paralar paylaşımın güzelliğine teşekkürün rengidir..

Cafe' lerde içilen dumanı tüten kahvelerde, yenilen pizzaların üzerinde, içilen biraların köpüğünde,  sokaklara taşan her dilden sıcacık sohbetlerdedir  görülesi  renkler...

En başından beri Londra yaşayan, renkli bir  şehirdir dedim ya...Müzeleri de renklidir Londra'nın...canlıdır... heyecanlıdır...

Nehrin bir yanında British Museum'da antik dünyanın , tarihin renklerine dalıp giderken, öte kıyıda Tate'e uğrar, size sürprizini hazırlayan  hangi sanatçıysa onu izler, benim kadar  şanslıysanız Warholl'un ya da Dali'nin renkleriyle buluşabilirsiniz.

Dünyanın uygarlığını izlemeye hevesli, yaşamlarını sırt çantalarına sığıştırmış  gezginlerin, geldiği ülkelerden taşıdığı  renklerle damarlarına kan, canına can katışıyla nefes alır müzeler.
Laciverti, turkuazıyla Faslıdır.. Sarısı, türbanı, fuşyası, turuncusu ve sarısıyla Hintli, coşkusuyla Akdeniz insanıdır renk müzelerin içinde.. Kahkahalarıyla İspanik, merak yüklü Amerikalı da özgürlüktür... Fotoğraf makinelerinin flaşlarında Japonya'nın gözüdür, Uzakdoğu insanının gelenekselliğidir ...
 
Sizi tüm konukseverliği ile içine kabul eden görkemli meydanları otobüs durağı olsun diye değil... Yaşadığınızı hissettirmek için vardır..
 
Piccadilly'de özgür hissedersiniz ruhunuzu... Meydanın ortasındaki Eros heykelinden fırlatılan okun kalbinize değmesini can-ı gönülden dilerken çevredeki rengarenk fırsatlar sunan eğlence dünyasına dalar daha köşebaşına varmadan  unutuverirsiniz ne dilediğinizi..
 
Güvercinlerin, kocaman heykeller de olsa aslanlarla arkadaşlık ettiği,omuzlarına konup şarkılarını söyledikleri Trafalgar meydanında üzerinize konan bir kuşun dostluğunun, çocukluğunuzun rengi olma ihtimali öyle yüksektir ki...

Ya da Leicheister meydanında müzikal bileti alabilmek için her renkten, milletten insanla girdiğiniz uzun mu uzun kuyruğun arasında yakalayacağınız gençliğinizdir sanki...
 
Velhasıl Londra öyle bir şehirdir ki;  bir gelinin yüzünü  örten tülden duvağa benzettiğim sisiyle de, renklerine canlılık, derinlik katan bereketli yağmuruyla  da  bir büyücünün kazanında karıştırdığı iksirlerin hem  en zehirlisi, hem en derde şifa olanı, hem en ebruli renklere sahip olanı.... Hem de en yaşanılası, en görülesidir..
 

 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.