2012 Yılının Ağustos ayında bir Cuma günü…

Sultan Ahmet Camii’nde Diyanetin organizesinde bir proğramdayız.

Çin’li Müslüman Muhammed Emin Kur’an okuyor. Hangi ülkeye gitsem, Çin mallarının işgaline şahit olup, bundan fevkalade rahatsızlık duyan ben, şaşkınlık içindeyim. Çünkü sadece bu mallara değil, malların sahiplerine de Uygur Türklerine yaptıkları zulümler sebebiyle nefret ve isyan yüklüyüm.

Ne gariptir, çekik gözlü Çin’li hafızın yanık sesi ruhuma müthiş huzurla birlikte, yepyeni bir ümit vaad ediyor. Neden olmasın? Tanrı tanımaz bu Çinliler, Rabb emirlerine tabi olsalar, tüm yaptıkları kötülükler sona ermez mi? Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi’ye hayat sunan Yüce Yaratan bu zalim millete de hidayet nasip etmez mi? Haşr Suresinin haşyetiyle kendinden geçmiş, binlerce, onbinlerce sarı benizli düşünün. İnsanlık adına onların varlığı harika bir çözüm yolu olmaz mı?

Bizim milletçe böyle hayallerimiz olmalı. Erdemli düşlerimiz. Ve bunları gelecek yüzyıllara taşıyabilmek için projelendirmeliyiz. Sadece toplum bazında değil, idareciler olarak da. Devlet her zaman büyük düşünmek, ilk önce kendi çıkarlarını gözetmek zorundadır. Ülkeler nezdinde duygusallık değil, menfaatlar söz konusu. Başımızdaki lider, ortada uçurulan pravakasyon balonlarına aldırmayarak ta Çin’e ortak füze vs antlaşmaları yapmak için gidiyorsa, bizler de halk olarak o diyara inancımızla, sanatımızla, planlarımızla ulaşmaya çabalamalıyız. Ülkeler arası ticaret, sanat, spor vs faaliyetlerinde yaptığımız ilerlemelerin, insanları aynı platformda birleştirici gücünden yararlanmalıyız. Ama bundan da öte, geleceğe ait bizi heyecanlandırıp, çoşturacak proje üretimlerine ihtiyacımız var. Eğer geleceğe ait planımız, vizyonumuz olmaz ise, son yüzyıllarda olduğu gibi yine yabancıların plan ve kurgularının kurbanı oluruz kesinlikle.

*******

Müslüman topraklarda işgaller yapılır. Siz bir gün içinde yapıldı sanırsınız. Halbuki bu tecavüz, aslında işgal edenin en az yüz yıllık bir planının parçasıdır. Başkası yıkar, yakar, öldürür. Bizim gibi geri kalmış memleketlere de paniği düşer. Oysa Batı daha tecavüzün ilk saatlerinde çoktan mağdurla pazarlığa başlamıştır bile. Çok eski diplomasilerinin gereği, planlarının sahneye konuluşundan başka bir şey değildir bu…

Ulus menfaatlerinin gereği olmazsa olmaz şartları vardır. İşgal ettikleri topraklarda barış ve huzura izin vermezler. Halkları böler, girdikleri her yerde kaoslar çıkarırlar. Sonrasında onları keyifle seyretme zamanıdır. Çünkü çıkar ve menfaatleri bunu gerektirir. Demokrasi mi diyorsunuz? Yok, o sadece kendileri içindir.

Günümüzde ilk kez bizim devletimiz de halkına gelecek için yaptığı planlarını açıklıyor. Bizi her on yılda askeri darbelerle kontrol altında tutmaya alışmışlar tarafından dayatılmış Lozan’ın yüz yıllık ömrü 2023 de bitiyor mesela. 2023 diyor Cumhurreis. 2075 diyor. Bunlar muhterem planlar. İnsanlarımızı ruhen geleceğe hazırlıyor. İlk hedefimiz neden Lozan’ın sona erdiği tarih? (Lozan yenilgisi ayrı konu sebebi.) Kısaca belirteyim tarihi bir gerçeği. Türkiye için bir hezimet olan bu anlaşmadan sonra, İngiltere Avam Kamarası’nda; "Türklerin istiklaline niye tanıdınız?" diye yükselen itirazlara, İngiliz heyeti başkanı Lord Curzon aynen şu cevabı vermiştir. "İşte asıl bundan sonra Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz."

Demek ki, tarihin derinliklerine kök salmış efsane bir milleti öldürmek pek öyle kolay olmuyormuş. Türk Halkı artık kendi geçmişiyle bağlantısını kurup, geleceğine güvenme duygusunu yeniden keşfediyor. Umutlarımızı projelendirip hayata geçirebilirsek, özgürlüğümüz tescillenecek. "Zaman bendedir. Ve mekan bana emanettir." düsturuyla hareket edebileceğiz demektir. Bu düşünce şekli, milleti ulus içi dar kalıplardan kurtarır. Kendi sınırlarımız dışına taşırarak ümmet, hatta tüm insanlık, tüm canlılar namına gelecekte planlar yapmaya bizi zorlar. Devlet tarafından halkımıza empoze edilen 2023 hedefi, kokusunu bilmediğimiz çiçekleri yeni yeni tanımak gibi. Vatandaşlarımıza düşen bu ilk hedef yıla doğru, sözün geldiği tarafla adımlarımızı birleştirip, yürümek… Yalnızca geleceğine ait eminlik ve güven duygusudur ki, bir ülkenin fertlerine güç verir. Çünkü toplumdaki yaygın üzüntülerin, acizliklerin, hüzünlerin yegane sebebi tarihteki hatalarımıza eseflenmek ya da gelecek yılların kaygısını çekmektir.

**********

Ağustos 2015 de The Strait Times’te yayınlanan analizde, gazetenin Avrupa editörü Jonathan Eyal; "Türkiye birinci ligde" diyordu. Makalede bir zamanlar İMF’ye avuç açan, Batı’lı devletlerin geleceğine karar verdiği 3. Dünya ülkesi görünümünde Türkiye’nin, son on yılda gösterdiği perfonmansıyla gelecekte zengin devletler liginin önemli bir oyuncusu olacağı anlatılıyor. Şimdi düşünelim. Hakikat ne? Birinci ligde yarışan devletler gibi, bizim de geleceğe ait vizyonumuz, planlarımız var mı?

Bir fazileti elde etmek için tüm varlığımızla onu isteyip, gerçekleştirmeye çalıştığımız zaman kazanmak ve kaybetmek hiç önemli değil. O erdemli planlar uğruna harcayacağımız kıymetli ömürler ve girdiğimiz risklerdir önemli olan. Biz daha milletce öyle bir riske katlanmadık ki!..


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.