Bir Nihan Heybe

Derler ki: "Dost acı da olsa, hep gerçeği söyler."

Eskilerde kaleme aldığım romanları, hikâyeleri tamamlamaya çalıştığım şu günlerde tek eksiğim… Sırtımda dolu dolu bir heybe. O nedir diyeceksiniz. Sevgili arkadaşım Prof. Ümit Meriç’in kulakları çınlasın. Bu heybe sözü, onun dilinden bizlerin gönül literatürüne girdi. Günlük rüyalarının, hatta yıllar yılı dostlarıyla yaptığı telefon konuşmalarının dahi bir özet kaydını titizlikle bir deftere aktaran bu değerli sosyoloğumuzun, uzun yıllar önce hakkımda yaptığı tespit, bana bugünlerde hayli enteresan geliyor. Bir fikir alışverişinde beni uyarmıştı. "Yazarlıkta esas önemli olan, elbette güzel söz söyleme ya da düşünce üretme sanatına sahip olabilmektir. Yine de bu yeterli değil. Dilinizden dökülenleri hemen kaleme alıp, sırtınızdaki heybenize kaybolmadan atmayı bilmelisiniz. Heyhat!.. Siz heybenizi hep boş bırakıyorsunuz. Bir gün gelip onlara ihtiyacınız olabileceğini unutmayınız." Düşünüyorum da, ömür billâh hissettiklerim, düşüncelerim, heyecanlarım ve tecrübelerimle zihnimde bin kez şekillenen satırları hemen sayfalara dökebilseydim; bugünkü yaşlanmış bedenime ve aklıma ne çok yardımım olurdu.

 ***

 Aslında hepimizin gizli bir heybesi vardır yüreklerimizin derinliğinde. Hatta nihan bir sandık. Eskiye ait hüzünlerimiz, sevinçlerimiz her daim o sandıkta saklanır. Zahmetsiz… Sonra bir olay, bir sohbet, bir iz size sakladığınız yerdeki anıları tekrar yaşatır. Bir dost sizi davet eder gazetesine. "Gel yaz!" der. "Kas gücünle ulaşamadığın beldelere, ruh gücüyle ulaş!.. Gönlüne, diline ne geliyorsa, özgürce yaz!" Bu rica eski yetme yazarlar için çok şey ifadesidir. Hakikaten özgür olmanın, arkanızda sizi özel kabiliyetle Yaratan'dan başkasının olmadığı düşüncesinin hazzıyla alırsınız elinize kalemi. Bembeyaz sayfaları doldurmaya çalışırsınız. Bazen de o nihan sandığınızın kapağını açıvererek, ruh dünyanızı samimiyetle gülümsetirsiniz. Geçmiş yazarlık günleriniz macera gibi gözlerinizin önündedir artık. Eski tecrübelerinizi geleceğe yansıtmak, kaleminize taptaze canlılık verir.    

  ***

            Mesela, her gün birkaç yayın organında ismimi görmek, o gençlik toyluğum içinde bana ne cezbedici gelirdi. Sonra sanki dünyayı ben kurtaracakmışım gibi yazarken kalemimi (evdekilere karşı ) havalı tutmalar, kasılmalar filan… Veya ertesi gün yayınlanan yazımı kimsenin umursamadığını görünce, gazete elimde, milletin gözüne gözüne tutmaya çalışmalar… Üstelik çok da duygusalım. Yazdığım konulardan dolayı, ortalıklarda, hüzün bulutlarında hayal gibi gezinmeler… Tiraj meraklarım… İsterdim ki, her görüştüğüm bana bir önceki gün yazdığımdan bahsetsin. "Ne harika kalemin var," desinler. Ama nerede? O zamanlar internet bile yok ki elimizde… Akşama doğru alel acele yazıp da bizim ağır aksak faksa verdiğimiz sayfalar, eğer işgüzarlık edip, editörün eline boş kâğıt olarak çıkmışsa; çaresiz ya kendiniz götüreceksiniz ya da gazetedeki emektarlardan biri koşup, yetiştirecek el emeği, göz nurlarınızı. Bunun gönül huzuruyla, ertesi güne kadar yazar pozlarında birkaç saat geçirmeme dahi izin vermezdi çevremdekiler… Eh, ev kadınıyız. Millet yemek ister, içmek ister, hizmet bekler. Ailedeki kâmiller de parasız pulsuz bir işte, neden bu denli ter dökerim. Bir türlü akıl erdiremezler. Sizin o gün, bin emek vererek yazdığınız Bosna katliamları, Irak'taki zulümler ise; evinize neşelenmeye gelmiş misafirlerin bile duymak istediği en son şeyler… Yüzümde; "Kimse kaleminizi umursamıyor." türünden mimiklerimle sessiz protestolar, surat asmalar, sessiz yakınmalar… İnanınız, yakınlarımın fikri hangi gazeteye paralelse, oradaki yazıyı özenle katlar, koyardım çantama…:)) Gittiğim yerde okutmak için. (Takiyye yapmanın bir değişik versiyonuydu galiba.) Kimse ilgi göstermeyince, hasbelkader okumaya kalksam, sesim pasta çay ikramları arasında kaynar giderdi. Ne yazıp, ne çizdiğimiz kimin umurundaydı ki…Yine de çok özlüyorum ara sıra sandıktan çıkardığım o güzel günleri. Yaşlanmaya giden merdivenleri hızla tırmanmaya başlayan herkes gibi. Hakikaten… Düşüncelerinizi, duygularınızı kalem yoluyla (hem de her gün) tek bir gönülle aktarmak dahi ne büyük bir bahtiyarlıktır. Yürek tahtımızdaki sevgileri, güzellikleri ummanlara taşırmakla eşdeğer…

****

        Bugün her şey çok daha kolay yazmaya heveslenenler için. Öyle eskiden olduğu gibi duvarlar misali sessiz değil muhatap aldığınız kitleler… Bir fikir üretmeye görün. Anında internetten "Buradayız!" derler. Yazarların okuyucularından tepki almaları ne harika değil mi?

Fikir tohumlarımızı dağlara, ovalara, kıyılara ekmemiz gerektiğini bilmek ne müthiş bir duygu! Ahh!.. Mümkün olsa da, hep birlikte okuyabilsek, yazabilsek toplum olarak. Birbirimizin fikirleri, düşünceleri için esas denetim mercileri olabilsek! İstişarelerimizden edindiğimiz kazançları, adeta rüzgârlara savurup, yeryüzündeki insanlara hediye edebilsek... Ektiğimiz tohumlar binlerce, on binlerce fidana dönüşse de… O yemyeşil fidanlarla zalim dünyanın kötü gidişatını kökten değiştirebilsek...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.