Bugün klasiğimin dışına çıkacağım ve size Kuran’dan tek bir ayet bile okumayacağım.

    Bugün klasiğimin dışına çıkacağım ve size sosyalizm ideolojisinden tek bir alıntı bile yapmayacağım.

    Bugün klasiğimin dışına çıkacağım ve size kahrolası kapitalizmden tek bir sözcükle bile söz etmeyeceğim.

    Bugün klasiğimin dışına çıkacağım ve size Vatan haini deyyuslardan tek bir örnek bile vermeyeceğim. (Ben söz etmeyeceğim, ama siz yine de bu deyyusları bütün benliğinizle hissedeceksiniz.)

    Zor olacak!

    Delicesine aşık olduğum Kuran’dan ayet okumamak, delicesine aşık olduğum Vatan’ımdan ve onun düşmanı deyyuslardan söz etmemek, tüm yaşamımı yönlendiren sosyalizmden tek kelime etmemek…

    Hele bu zor günlerde…

    Ama yapmayacağım!

    Bugün klasiğimin dışına çıkacağım ve doğru düzgün bir çalışma yapmak kaygısını bir kenara bırakarak size içimi dökmekle yetineceğim…

    Konumuz, öküzler ve ahlâksız kırtosbağaları olacak!

    Öküzler ve ahlâksız kortosbağaları benim yerime anlatacaklar her şeyi size…

    xxx     xxx     xxx

    Önce bir saptama yapmak gerek:

    Öküz ve kırtosbağası, Yaratıcı’nın sevgili yaratıklarındandır; bu “iç dökme”de kastedilen bu güzelim hayvanlar değil, bu can dostlarımın halk muhayyelesinde belirginleşen sosyolojik çağrışımlarıdır.

    Yoksa, öküze de güzeller güzeli  dostum tosbağaya da canım feda…

    xxx    xxx    xxx

    “Mülk Allah’ındır, zenginlik Allah’ın lütfudur; mal, sahibinin elinde emanettir. Zengin, zenginliğiyle imtihana çekilmektedir. İmtihanında başarı kazanırsa elinden alınmaz; zenginliği mezarda da devam eder, ahiret hayatında daha fazlası devam eder. O, dünyada zengin, mezarda zengin, ahirette yine zengindir. Çünkü zenginlik bir nimettir.
Nimetin şükrü yerine getirilirse o nimet devam eder, hatta daha da artar. Herkes zengin olsa ne olurdu? Daha iyi olmaz mıydı?
Hayır! Denge bozulur, toplum hayatının düzeni bozulur; kimse kimseyi tanımaz olur, kimse kimsenin yardımına koşmaz, ‘merhaba’ demez olur
.”

    Devam ediyor:

    “Mal, mülk Allah’ındır. Taksimatı yapan odur, rızkı veren odur.
Zengin olma, servet sahibi olma gerçek manada Allah’ın dilemesine, nasip etmesine bağlıdır.
Birinci derecede rol oynayan ilahi iradedir.
Bir kimsenin zengin olmasını dilemiş, nasip etmiş ise, kimse buna masi olamaz, önüne geçemez. Şayet bir kimsenin fakir olmasını murat etmişse onu da kimse zengin yapamaz; bir taraftan gelirse diğer taraftan gider, bir taraftan kâr ederse diğer taraftan zarara, felakete uğrar.


    Hatırlar mısınız; Samsun’da bir bebek açlıktan ölmüştü; Kübra bebek…

    Türkiye’nin göbeğinde!

    Bebeğe otopsi yaptılar, açlıktan öldüğü rapor edildi.

    Annesinin göğüsleri süt yapmıyordu; çünkü biçare kadın son iki aydır sadece ekemek yiyebiliyordu, sadece ekmek!

    Biz de üzülmüş, kederlenmiş, kahrolmuştuk.

    Ne kadar yanılmışız!

    Çünkü öküze göre, bu rezilliğin sorumlusu tanrıymış; o öyle istemiş!

    Açlıktan, yoksulluktan bir bebek göz göre göre ölüme terk ediliyorsa, bu, o gaddar tanrının takdiriymiş! (“tanrı” sözcüğünü “küçük t” ile yazıyorum; çünkü öküzün sözünü ettiği bu “tanrı”nın, Kuran’ın tanıttığı Allah ile bir ilgisi yok tabii!)

    Diğeri daha da ileri gidiyor; iyi okuyun ve iyi tanıyın bunları:

    “Allah, sonsuz hikmetler sahibi bir Hakîmdir. Her şeyi yerli yerince yapmıştır. Eğer herkes zengin olsaydı bütün bu söylenen güzel işler nasıl biterdi? Aynı zamanda zenginlerin dünya işlerini kim görürdü? Allah, insanların bazısını bazısına muhtaç etmiştir ki, hiç kimse kendisini diğer insanlardan üstün ve müstağni görmesin, herkes birbirine muhtaç olduğunu anlayıp birbirine karşı sevgi ve şefkatle muamele etsin.”

    Ne diyor:

    “Zenginlerin dünya işlerini kim görürdü?”

    Son istatistikler, dünyanın en zengin 200 kişisinin servetinin, 2 milyar insanın mal varlığına eşit olduğunu gösteriyor; bize de, “200 kişiyi 2 milyar kişiye tercih eden o tanrının Allah belasını versin!” demekten başka bir şey kalmıyor tabii!

    Lafa bak; zenginlerin dünya işlerini kim görecekmiş!

    Sıraya girmek için yanıp tutuşan biri daha var:

    “Sonra zekât, sosyal hayatın huzur ve mutluluğuna, beraberliğine ve refahına sebebdir. Yoksulları ve acizleri kendi varlığından faydalandıran bir zengin, cemiyetin en değerli ve sevimli uzvu sayılır. Fakirlerin ve muhtaçların acılarını azalttığından, onların övgülerini, sevgi ve dualarını kazanır. Mal varlığından hain ve hırslı gözlerin saldırısından güven içinde bulunur. Artık böyle birbiri için hayır düşünen, yardımsever olup duacı bulunan bir cemiyet içinde güzel bir yaşantı meydana gelmiş olmaz mı?”

    Ne diyor:

    “Mal varlığından hain ve hırslı gözlerin saldırısından güven içinde bulunur.”

    Demek ki “zekât” ne içinmiş?

    “Hain ve hırslı gözlerin saldırısından güven içinde bulunmak” için.

    Bunun “tanrısı”nın da ne menem bir şey olduğu ortaya çıkıyor böylece.

    Tanrıya bak!

    Zenginler, mal varlıklarından hain ve hırslı gözlerin saldırısından korunsun diye zekatı ihdas etmiş!

    xxx     xxx      xxx

    İşte, aslında hiç de öyle olmadıkları halde, kendilerine “liberal” demekten hoşlanan bu ahlâksız kortosbağaları tam burada devreye giriyor!

    Bakıyorlar ki, ulan bu tanrı hiç de fena değilmiş, başlıyorlar Müslüman gibi görünmeye. İslam’ı bilmediklerinden değil, bal gibi de biliyorlar; ama İslam adına konuşanların bu zenginsever tanrısı onlara da “hain ve hırslı gözlerin saldırısından güven içinde bulunma” fırsatı vereceğinden, başlıyorlar ahlâksız karakterlerini sergilemeye.

    Hakim sınıflarla o gaddar tanrı temelinde ortak bir payda buldular ya, bakın neler yapıyorlar:

    “Türk” sözcüğünden marazi bir biçimde nefret ediyorlar; çünkü çürümüş Batılı efendileri/tanrıları karşısında öylesine bir aşağılık kopleksi içindeler ki, bu kompleksin zehirini kendi içlerine akıtmaktan bir türlü kurtulamıyorlar.

    Kendi ifadeleriyle Vatan’ı bir çift kadın memesine satıyorlar.

    Şerefli Türk Devleti’nin kurucusu Mustafa Kemal’e açıktan saldırıyorlar.

    Türk Milleti’nin yegâne güvencesi şanlı Ordu’muzu paramparça ediyorlar; komutanların ve vatansever aydınların seri katilin tertipleriyle hapishanelerde çürütülmesine açıktan destek veriyorlar.

    Kıbrıs’ı çoktan gözden çıkardılar.

    Ermenistan milliyetçilerine Ağrı Dağı’nın hedef gösterildiği, Ermenistan topraklarına katılmasının istendiği günlerde, bunlar hâlâ Türkler Ermenileri kesti demekten geri kalmıyorlar.

    PKK’nın Güneydoğu’da özerklik ilan etmesine rağmen hâlâ çakma Mandeleların peşinde, Vatan’ın parçalanması için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.

    Bizi asla -ve inşallah- içlerine almayacak olan Avrupa Birliği barbarlarıyla birlikte aynı kaba pisleyip yine o aynı kaptan yemeye devam ediyorlar.

    Seri katile marazi hayranlıkları her geçen gün artıyor; son günlerde “nedense” Suriye’ye taktılar.

    xxx     xxx     xxx

    Soru şu:

    Bunu “neden” ve “nasıl” yapıyorlar?

    “Neden”in cevabı açık:

    Ahlâksızlar!

    Ahlâksızlık kanlarına işlemiş!

    Çünkü böylece nemalanabiliyorlar, zenginleşebiliyorlar, pahalı arabalara binip pahalı evlerde oturabiliyorlar, dünyanın çeşitli yerlerinde mal mülk sahibi olabiliyorlar, kamu hazinesini yağmalayabiliyorlar. (Kimsenin izlemediği bir devlet televizyon kanalında, ayda 4 program için 400 milyar lira alan var bunların içinde; bu ahlâksız takımına göre, Devletin malı deniz, yemeyen domuz çünkü!)

    Neredeyse tamamı “dönekler”den oluşan bu ahlâksız güruhu inceleyin, “mal varlıklarından hain ve hırslı gözlerin saldırısından nasıl güven içinde olduklarını” açıkça görebilirsiniz. Bunların içinde yoksuluk çeken tek bir kişi bile gösteremezsiniz. Bunlar, hakim sınıfların koruyucu kanatları altında yoksul halkın alınterini sülük gibi emmekten, Soros vakıflarının milyonlarca yuro ile ifade edilen kemik parçalarını yalamaktan, Devletin televizyon kanallarında birbuçuk saatlık boktan programlarda yüzbinlerce lirayı hortumlamaktan asla geri durmazlar.

    İnsanı, ahlâki çürümenin irin kokulu dehlizlerinde köpekleşmeye iten servet hırsı böyle bir şey olmalı!

    Vatan hainliğinden kemik yalayıcılığa kadar ne kadar iğrençlik varsa tümünü görebilirsiniz bu güruh içinde.

    “Nasıl”ın cevabı ise çok hüzürlendirici:

    “Öküzleri” var çünkü!

    Tüm bu hainlikleri ve çirkeflikleri elinin tersiyle iterek tarihe gömebilecek olan güzelim İslam’ı “ılımlılaştıran” öküzleri!

    Allah’ın Kitabı’nı zenginlerin mal varlıklarının hain ve hırslı gözlerin saldırısından korunması için tahrif eden; Allah’ın Muazzez Elçisi’nin (O’na selam olsun) sünnetini yine zenginlerin çıkarı uğruna tersine çeviren öküzleri…

    Öküzler ve ahlâksızlar…

    Nasıl da bulmuşlar birbirlerini!

    xxx    xxx    xxx

    Hadi, bu öküz ve ahlâksızlara, şehit doktor Ali Şeriati’den bir tokatla bitirelim içimizi dökmeyi:

    “Hangi tabakalar bu din anlayışını ortaya attılar? ‘Burada lokmaya muhtaç olsan bile sabretmelisin, orada sana cennet sofraları verilecek’ diyenler. İşte sınıf ayrımından doğan din anlayışı budur. Bizim dinimizde, Peygamberimizin dininde, bu kabil dinlere ‘ticaret dini’, ‘korkaklar dini’ denir. Buna karşılık ‘hür kişilerin dini’ ve hür kişilerin ibadeti de vardır ki, bu dinde hürriyet, aşkın (müteâli) olana özlem, adalet ilkesini gerçekleştirme ülküsü, insanın özlemleri, devrimci davranışlar, ülküleri, eşitlik, tam adaletin sağlanması, böylece Yeryüzü’nde her türlü çirkinlik ve habasetin, murdarlıkların yok edilmesi vardır. Bu din, şirk dininin karşısında olan dindir. Öteki din anlayışı yoksulluğun sürüp gitmesini sağlamak ister, yoksulluğa kılıf uydurur ve dini gerekçelerle yorumlar, halk yığınlarını tarih boyunca ‘mele ve mütrefînî”in (“mele”, bugünkü dile “kodomanlar”; “mütrefin” ise, “aşırı refah ve debdebe içinde halka karşı serkeşlik edenler” olarak çevrilebilir. Y.Y.) ve zorbaların, servet sahipleri çıkarı için suskunluğa sürer, aldatır  uyuşturur, birisinin açlığı ve bir lokmaya muhtaç oluşu karşısında refah ve lüks içinde oluşu olgusu ile ilgilenmez. Bu din, bütün dini duyguları ya uyuşturucu bir madde biçimine veya toplumdan çekilip münzevi olma biçimine dönüştürür.
Bütün maddi nesnelere sahiplenmek ve kayfini sürmek isteyen kimse yararına, diğer insanlarda maddiyattan nefret duygusunun doğmasına çalışır. Bütün toplumsal gücü ve insanların kendi yazgıları konusundaki ödev ve sorumluluklarını, maddi ve manevi ihtiyaçlarını zorbaların ve servet sahiplerinin çıkarı uğruna yadsır, inkâr eder ve adalete aykırı, zâlimane olarak oluşan statükoyu dini yorumlar ve güçlü ve becerikli din adamları aracılığı ile korur, açlık, yoksulluk ve hastalığı Allah’ın rızasına uygun bir durum ve manevi tekâmülün hazırlık safhası sayar. … Bu din tarihte her zaman üstün gelmiş, yönetmiş, hakim sınıfın, yoksul sınıfı susturma, kandırma, bastırma aracı olmuştur.” (Dine Karşı Din/Dr.Ali Şeriati/çeviren: Prof.Dr.Hüseyin Hatemi/İşaret Yayınları, 1988)

    xxx    xxx     xxx

    Sizi gidi öküzler sizi, sizi gidi ahlâksız kırtosbağaları sizi!

    Ulan, inadına ve gururla be:

    Ne mutlu Türk’üm diyene!

    Ne mutlu Allah’ın kitabı Kuran’a inananlara!

    Ne mutlu “eşitlik” diye yanıp tutuşanlara!

    Ne mutlu antiemperyalistlere!

    Ne mutlu “insan”a be; ne mutlu “insan”a…

    

   

   

   
 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.