Annem Yok! Kimsem Yok!

Bazı insanlar vardır ki, hissiyatınıza tercüman olur, bazı yazarlar vardır ki sizden biri gibidir, içten, samimi ve yaşayarak yazan, bizler de böyle olmaya gayret ediyoruz. İşte Doğan Cüceloğlu hocamızda böyle biriydi…
Yazılı ve görsel basından tanımayanımız, sosyal medyadan onun videolarını izlemeyen ve dahi etkilenip o videoları paylaşmayanda yok gibidir.

Peki, bir insan bu kadar sevilir mi? Ya da şöyle soralım, bir yazar neden bu kadar çok sevilir?

Cevabı tek cümlede saklı; Bir yazarı buraya getiren ıstırap ve gözyaşıdır.

Yaptığınız işi severseniz, çilesini çekerseniz, ortaya çıkan ürün ve emek o kadar makbul olur ki, sonra mutlaka hakettiği karşılığı bulur. Cüceloğlu da böyle biriydi.

Kalabalık bir aileden gelen,  yokluk içerisinde “Annem Yok! Kimsem Yok!” diye iç çekerek yetim bir çocuk olarak büyüyen, yılmadan çalışarak kendini eğitime verip azimle hayat merdivenlerini koşar adım çıkan, yurtiçi ve yurtdışında kendini geliştirerek mesleğinin zirvesine oturup, sonra insana ve insanlığa dair tüm kazanımlarını okuyucularıyla paylaşan bir güzel insandı. Günümüz çoğu inan geçmişinden utanırken, o, onur duyarak geçmişini anlattı bizlere. Birçok meslektaş yazar hayatı kendine göre kurgularken, o yaşayarak yazmayı tercih etti, tıpkı bizim gibi, gerçeğin ta kendisini ve samimice. En çok da güzel üslupla, iletişim sanatıyla…
Kişisel gelişim kitaplarıyla ve çocuk psikolojisi üzerine verdiği seminer, söyleşi, videolarıyla bir çok anne ve babaya ışık tuttu...
“Mükemmel değil iyi insan yetiştirmeyi hedefleyin” derdi kendisi hep…
Günümüz insanları çocuklarını hep “Ben yemeyim o yesin, en iyisini o giysin, en iyi okulu o okusun, hep en iyi…” diye, diye at yarışına sokan ebeveynlerin,  en iyisini yetiştirmeye çalışırken maalesef sonuç olarak; doyumsuz, duygusuz ve narsist bir gençlik olup çamura saplandığımızı gören ve bunu bizim gibi iyi gözlemleyip, insanları doğru yöne yönlendirerek ve dahi kendinden örnekler verip iyi insan yetiştirmeyi öğütleyen bir güzel insandı Cüceoğlu hocamız…
Onu okumaya, anlamaya ve onun gibi güzel insanlar yetiştirmeye devam...

Şimdi onun o güzel yazılarından bir bölümünü buradan paylaşmak istiyorum:

“Ben Amerika'da 25 yıl kalmış bir insan olarak şöyle bir gözlem yapıyorum. Amerika'da hiç eğitim görmemiş bir insanla aynı odada kalmaktan korkarım. Beş dolar için gırtlağını kesebilir. Eğitim orada gerçekten bir fark yaratıyor. Eğitim düzeyi yükseldikçe, uygar, olgun, sorumluluk sahibi, verdiği sözü tutan, kişisel bütünlüğü olan bir insan olma yolunda ilerliyor. İstisnalar kesinlikle olabilir ama genellikle böyle.

Türkiye'ye gelip baktığımda iki faktör görüyorum. Şehirleşme ve eğitim. Türkiye'de şehirleşmiş ve eğitim görmüş insandan korkuyorum. Kesinlikle insafsız, kendinden ve kendi yakınlarının çıkarından başka bir şey düşünmüyor. Bu son derece kuvvetli bir duygu bende. İliğini sömürür bitirir, hiç acıma duygusu yoktur.

Ama şehirleşmemiş, okumamış, saf köylü olarak kalmışsa, onda değerler bilinci çok yüksektir. Sanki eğitilmiş Amerikalı... Burada çok önemli bir gözlem var. Bunun üzerine düşünmek lâzım.

Benim analığım yörüktü. Annem öldükten sonra babam yeniden evlendi. Biz ona anne demedik, Ayşe teyze dedik. Ben daha on yaşındayım, sapanla vicik dediğimiz küçücük bir kuşu vurmaya çalışıyorum. 'Vurma oğlum' dedi. Ben, sen ne bilirsin Yörük karısı tavrı içinde,  'Ne var parmak gibi küp küçücük kuş' dedim.

Analığımın cevabı: 'Yavrum! Canın küçüğü büyüğü olur mu? Allah her birine bir can vermiş. Vurma yavrum günah.' dedi.

Şu derinliğe bakın. Okuma yazması yok bu kadının. Yıllar sonra bunun anlamını anladım. Anladığım zaman ağlamaya başladım.

Konferanstayım, böyle gözyaşı dökerek ağlıyorum. Yanımdaki Amerikalı kadın, ne oluyor bu adama diye meraklanmaya başladı. Ne oluyor dedi. O kadar mutluydum ki, 'çok mutluyum' dedim ağlayarak. Kendi kendime 'Ya Rabbi! Çok şükür. Sağken bunun farkına vardım.

Biz bütün insanlar kardeştir deyince sanki çok şey söylüyoruz. Kadın bunları aşmış. Canlardan oluşan bir aile, büyük küçük yok. Hepsi birbirine eşit. Onur eşitliği var. Canın büyüğü küçüğü olur mu? Allah hepsine can vermiş. Şu bilinci görüyor musunuz? Nereden geliyor bu?

Bu, tasavvuf kültüründen geliyor. Bu yayılmış. Eğer şehirleşme ve eğitim ele geçirmemişse, hâlâ bu mayamızda var. Ben zamanım olsa, hiç şehir yüzü görmemiş hiç okumamış köylülerin, özellikle yaşlı kadınların arasında zaman geçirip, onlardan bilgelikler öğrenmek isterim.

Bu topraklarda neler birikmiş. Ne insanlık deneyimleri var. Bir de doğadan kopmamış. Sürekli doğayla haşır-neşir içerisinde o bilgelikler bilenmiş. Kitap bilgisi değil. Farkına varmış ve bir yere oturtmuş…”

Doğan ağabeyle kendimi özdeştirmişimdir hep. Gerçi onunla yan yana çekilmiş bir hatıra fotografım olmasa da, kitap fuarlarında yan yana gelerek muhabbetimiz ve az da olsa biriktirdiğimiz anılarımız var. Güzel insandı. O da şimdi diğer güzel insanlar gibi atına binip çekip gitti, ardında güzellikler bırakarak... 

Yine onun kulaklara küpe şu cümlesinde; “Madem insan doğdum, olabileceğim en iyi insan olmalıyım. Unutma ölümün güçlü öğretmendir, ” diyerek bu dünyaya 83 yaşında veda eden, eğitim psiloloji ve iletişim alanında verdiği çok kıymetli eserleriyle nice insanların faydalandığı,  profesör, psikolog, eğitimci yazar Doğan Cüceloğlu hocamıza rahmet ve minnetle… yazarmehmetballi@gmail.com

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.