Kötü öğretmen yoktur, kötü öğrenci de… Kötü eğitim sistemi vardır! İllaki basında çokça çıkan haberlerden merak edenleriniz olmuştur. Bizde dostlarımız aracılığıyla Finlandiya eğitim sistemini sizler için araştırdık ve ülkemizle karşılaştırdık. Bakınız ortaya nasıl bir tablo çıktı:
Günümüzde bir tek Türkiye’de değil tüm dünyada bir eğitim krizi var! Sorun, herkes okula gidiyor ama herkes öğrenemiyor! Ne yazık ki okul sayısı arttıkça eğitim kalitesi de azalıyor…
Fakat bu sorunu nadir de olsa aşan ülkeler de var! Bunlardan biri Finler…
Finlandiya 5 milyonluk bir topluluk ama günümüzde başarılı eğitim sistemiyle dünyada model olarak gösteriliyor. Kore’de öyle…

Finlandiya’nın bu başarısının sırrı ne?

Yaptığımız araştırmalara göre Finlandiya yaklaşık yüz yıl önce tarım ülkesiymiş ve o günlerden başlayarak bugünlere gelene kadar ekonomide katma değeri artırmak için insana değer verip eğitimi önemsemiş. Yüzyıldır bu alana yaptıkları yatırımlarla eğitim sistemini sağlam temeller üzerine oturtmuşlar. Dolayısıyla eğitimin kalitesi arttıkça da ekonomik güçleri artmış.

Peki, bunu nasıl başarmışlar?

Finler, AKADEMİye dayalı eğitim değil BECERİye dayalı bir eğitim modeli kurgulamışlar… Bir nevi Osmanlı’nın Enderun sistemi gibi…
Bunun içinde önce öğretmenlerden başlamışlar yani öğretmen yetiştiren sistemi kurarak…
Böylece Finlandiya’da öğretmenlerin çok eğitimli oldukları, zor, disiplinli başarılı ve etkili bir eğitim sürecinden geçtiklerinden kaynaklı olduğunu göstermektedir. Öğretmenlik en zor meslektir!
Mesela Almanlar 2000’li yılların başlarında önce antrenör yetiştirmişler sonra futbolda devrim yapmışlardır.
İşte asıl mesele buradan başlıyor…
Öyle ki, Finlandiya eğitim sisteminde; kendini mesleğine adamış öğretmenler yetiştirerek, eğitimi öğrencilere sevdirerek bu işi başarmışlar… Hem de öğrenciye ödev azaltarak ve eğitim süresini kısaltarak…
Eğitim sistemlerinde inovasyon var, seminerler var, katılımcılık var, üretim var…
Tutku var, merak var, yaratıcılık var, sebat var. Ekip çalışmasıyla, hayal kurarak, bilgi birikimi, yetenek ve beceriyle bireyleri öne çıkaran bir öğretim sistemi geliştirilmiş.

Eğitimi öğretime dönüştürerek adeta devrim yapmışlar…
Öğretimde sınır yok ve eğitime katkı çok…
Akıl üreten zeki çocuklar yetiştiriyorlar. Her çocuk hazinedir mantığıyla bakılıp hayat boyu eğitim açlığıyla hareket ediyorlar.

Yani özetle, SINAVa hazırlayan değil, HAYATa hazırlayan eğitim sistemi kurmuşlar.
Ailelerinden, çevrelerinden edinen bilgiyi aktararak kendi kültürlerini de koruyan bir medeniyet inşa ediyorlar… Eğitimde olanaklar çok, donanımlar geniş… Devlet eğitime tüm imkânları sağlamış
Eğitim ezberci değil uygulamalı yapılıyor…

Yukarıda verdiğimiz bu üst model bilgiler ışığında şimdi gelelim bize:
Yapboz tahtasına dönen Türkiye’deki bu eğitim sistemimiz nasıl düzelir?
İllaki MEB’in çalışmaları var, lakin ters giden bir şeyler var! Yani her MEB Bakanı değiştiğinde MEB sistemi de değişiyor! Önce bu mantık düzeltilmeli… Sonra bize uyan model devşirilerek bünyemizde eritilmeli.

Yukarıda verdiğimiz Finlandiya örneğindeki eğitim sistemini dünyan da birçok ülke model olarak alıyor, bizde alabiliriz.  Makalenin başında dedik ya ‘Asıl mesele burada başlıyor!’ diye; Milli Eğitim yeni bir model, sistem kurup müfredatı değiştirse bile, asıl olan, bu model uygulanırken mevcut öğretmenlerin değişime direnmemesi önemlidir. İllaki her geçiş döneminde sancılar olacaktır. Bir fedakârlıkla, değişime öğretmenlerden başlayarak şikâyetçi olduğumuz bu durumdan kurtulmak mümkündür. İyi öğretmenler sorumluluk alır…

İllaki birebir Finlandiya’yı kopyalamamız da şart değildir! Kendi dinamiklerimizle, akıl ve yöntemlerimizle de bu işi çözebiliriz.
Yani Sezai Karakoç’un dediği gibi "Topyekûn mücadele … ve eskiden 'Milli Eğitim ve Öğretim' vardı! Şimdi sadece öğretim var değil mi? Halbuki EĞİTİM ön planda olmalıdır." Sorun burada!
Ve dahi Cumhuriyetin ilk yıllarındaki başarılı Köy Enstitüleri...

Mesela çok basit bir örnek verelim; İstanbul’un tarihini ve coğrafyasını hatta kültür ve medeniyetini sınıfta slayt gösterisiyle anlatmak yerine öğrencileri dışarı çıkartıp, İstanbul’u yerinde gözlemlemelerle anlatılabilir. Çünkü bu şehrin/tarihin içinde yaşıyoruz, değil mi?
Bir tarihi romancı olarak bunu önemsiyorum. Zira tarih derslerinde ezbercilikle bugünlere geldik, hâlbuki mekan gözlemlemesi, öğrencilerin muhayyilesinde geçmişle gelecek arasında daha iyi bir ilişki kurmalarını sağlıyor.

Bir kez daha tekrarlayalım değişmesi gereken öğrenciler değil, öğretmenlerdir! Yani öğretmen yetiştiren sistem!.. Yani eğitim sistemi. Yoksa öğretmenlik mesleği kutsaldır, tüm öğretmenlerimize minnet duyuyoruz…
‘İyi ve etkili öğretmenin kişisel özellikleri o kadar açıktır ki kötü ve etkisiz öğretmenin kişisel özelliklerinden kolayca ayırt edilebilir.’
Çünkü eğitimin mimarı öğretmenlerdir.
Öğretmen olmak isteyenler için öğretmenlik, eğitim mesleği, zor ve seçisi bir süreçler sistemi olmalıdır. Can alıcı soru şu dur, ‘İşe kendini adamış mı; sorumluluk alıyor mu?’
Müfredata bağlı değil uygulamaya bağlı kalınmalı. İşleri yerinde gözlemleyerek yapılır ise işe adapte daha kolay olur. O zaman eğitim öğretime dönüşüyor. Tıpkı meslek liseleri gibi, uygulamalı ama eğitimin tüm alanında olursa…
İşte burada öğretmenlerin özveri, donanım, kendini mesleğine adanmışlığı ortaya çıkıyor.

Öğretmenlerin bu yetkinliklerde yetiştirilebilmesi için üniversiteler devreye giriyor. Yani sadece öğretmen yetiştiren fakülteler ve onların akademik müfredatlarının da değişmesi gerekiyor.
Bu nedenle Türkiye acil olarak AKADEMİK EĞİTİMDEN vazgeçerek YETENEĞE DAYALI uygulamalı eğitim sistemine geçmelidir.
Dolayısıyla Finlandiya eğitim sistemi bir mucize değildir. Çünkü dünyada karı-koca boşanmalarında Finlandiya’nın da içinde bulunduğu İskandinav ülkeleri ilk sıradadır. Önemli olan size lazım olacakları alıp kendi bünyenizde onu eritmenizdir.  Özetle bir kez daha vurgulayalım, EZBERCİ değil UYGULAMAYA dayalı bir model ve kendi kültürüne dayalı bir sistem olmalıdır.
Türk milletinin köklü geçmişi vardır. Enderun, Ahilik… gibi usta-çırak ilişkisiyle uygulana gelen bizim eğitim sistemimiz de yüzyıllar boyu dünyaya model idi. Mesela ABD ‘Meritokrasi’yi bizden devşirmiştir. (http://www.mehmetballi.com/makale/meritokrasi.html )
Bir eğitimci ve fikir adamı olarak Cemil Meriç derki, ‘Hoca öğretmen oldu, talebe öğrenci. Öğretmen ne demek? Ne soğuk, … kelime. Hoca öğretmez, yetiştirir, aydınlatır. Talebe talep edendir; isteyen, arayan, susayan...’ Belki de işe bu mantıktan başlamak gerek, kendi öz kültürümüzden…

Eğitim sistemimizi sorgularken; okulda ki öğretmenler kadar evde ki ebeveynlerde çok önemlidir.
Aile ahlakı, çalışkanlığı, okuma alışkanlığı, dürüstlüğü çocuk anne ve babadan öğrenir. Ebeveyn kitap okuyorsa çocuk da okur… Her evde bir kütüphane olmalıdır ve ailece o kitaplar okunmalıdır. Eğitime ve kitaba yatırım geleceğe yatırımdır.
Not:
Yazılarımızı yaşayarak yazdığımız için illaki her makalemizin bir hikâyesi var; Şöyle ki, çocuklarım benim en iyi editörümdür. Oğlum Fatih'e bu makaleyi kontrol etmesi için verdiğimde, makaleyi okuyup sonra şu bilgileri benimle paylaştı; Baba, tevafuk oldu bende yeni bir kitap okuyorum, 'Beyaz Zambaklar Ülkesinde' (Grigory Petrov) bu kitapta, senin makalenle paralel benzerlikler var; Atatürk bu kitabı okuduğunda, o destansı başarıya hayran kalarak derhal kitabın Türkçeye çevrilerek ülkemizdeki okullara, özellikle askeri okulların müfredatına dahil edilmesini emretmiştir. Mehmet Emin Ballı 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.