Sizleri bilmem ama, Cumartesi günü Diyarbakır’da yaşananlar da söylenenler de, yandaş medyanın iddia ettiği gibi büyük sürpriz değildi.
Karşılığını vermeden veya vermeyi gözealmadan, karşınızdakinden birşey almanın mümkün olmadığını ve olamayacağını; alanlar da verenler de ve bu alış-verişe tanık olanlar da bal gibi biliyorlardı.
Cumhurbaşkanımız da biliyor du, Başbakanımız da.
Öcalan’ın da haberi vardı; Kandil’in de, BDP’li üst düzey politikacılarında.
Hatta “bilenlerin” bilmelerinde sakınca görmedikleri kimi üst düzey bürokratl ve siyasetçinin de malumuydu.
Barış’ın bedelinin “genel af” olduğu ya da olacağı Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün her zaman yaptığı gibi yine havada ve yine yabancı bir ülkede telaffuz ettiği “tarihi fırsat”ın adının konulduğu gün, herkesçe değilse bile üç aşağı-beş yukarı biliniyordu.
Kaldı ki; Eylül-209 sonlarında Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantıları için New York’a giden Başbakan Erdoğan, Princeton Üniversitesi’nde  verdiği konferansta, bugünlere dair önemli işaretler vermişti. Satırbaşlarıyla hatırlatırsak, Sayın Başbakan;
"Bizim bu demokratik açılımımız aslında salt veya bütünüyle Kürt sorununu kapsayan bir adım değil. Biz partimizi kurduğumuz zaman, programımız içinde adına ister Kürt Sorunu, ister Doğu, Güneydoğu sorunu deyin, ülkemizde böyle bir sorun var diyerek, buna iki sayfa ayırıp, anlatmıştık.”
Şimdi geldiğimiz noktada demokratik açılım ile biz sadece Kürt vatandaşlarımızın sorunlarını değil, bizim ülkemizde 30'u aşkın etnik unsur var. Hepsinin kendine göre sorunları var. Ama birinci derecede nedir derseniz, birinci derecede terör sorunu var. Alevi vatandaşlarımızın kendine ait sorunları var. Bununla ilgili de çalıştay yaptık. Bunun yanında azınlıkların sorunları var. Bunların üzerinde çalışmalar yapıyoruz. Nitekim bir ay kadar önce ben ülkemizin azınlıklarıyla bir araya geldim.”
“Dini grupların temsilcileriyle bir araya geldim, onlarla görüşmeler oldu. Tabi bazı sorunları bize bildirdiler. Bunların da çözümüne yönelik adımlar atmamız gerekiyor. “
“Ve Kürt meselesi de bunlardan bir tanesi. Bu şekilde bir yaklaşım sergiliyoruz ve kararlı bir şekilde bunların üzerine gideceğiz.
Biz geldiğimizde 'devlet televizyonunda niçin Kürtçe yayın yapılmıyor' deniyordu. TRT'nin kanallarından birini tamamen Kürtçe yayına ayırdık, 24 saat yayın yapıyor. Önce feveran edenler vardı, şimdi iletişim daha rahat oldu.”
Bilbordlara Kürtçe kullanılamıyor, anne evladıyla cezaevinde rahat görüşemiyordu, şu anda bunlar serbest. Kendi ana dilini öğrenmesi için kurs açılması konusu... serbest bıraktık. Şu anda kendi ana dillerini öğrenme noktasında kurs kurabilir ve öğrenebilirler, herhangi bir sakınca yok.”
Bu adımlar atıldı. Önce çok farklı yaklaşımlar, daha sonra baktık ki aynı ilgiyi göstermiyorlar, 'devlet bu işi üstlensin' diyorlar. Şimdi yeni bir adım atıldı. Üniversitede enstitü, Kürtçe'nin öğretilmesi konusu da yine atılan adımların içerisinde.”  demişti.
Bu kadarla da kalmamıştı Sayın Başbakan. Dilinin altındaki  asıl baklayı, bakla olduğunu gizlemeye özen göstererek çıkarmıştı.
Burada hesabımız şudur” dedikten sonra, gelinecek noktaya nasıl gideceklerini şu sözlerle anlatmıştı.
Kısa, orta ve uzun vadeli olarak bütün bu demokratik açılım sürecinin çalıştırmayı hedefliyoruz. Yani hepsini bir anda derseniz, bu tabi mümkün değil. Hazmede hazmede, hazmettire hazmettire bu süreci devam ettirmemiz lazım."
Sözün özü şudur ki son yıllarda zenginliğimiz olduğuna zorla inandırldığımız sosyo-kültürel farklılıklarımızı ilgilendiren öyle çok fırsat ve öyle çok açılım ve öyle net “milat”lar öne sürüldü ki; siyaset pazarında hangisini seçeceğimize ve hangisinden yana tavır alacağımıza karar veremiyorduk.
Hazmede ede alıştık ya da hazmettire hezmettire alıştırdılar bizi.
Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün “Tarihi fırsat” nitelemesiyle başlayıp  “kürt açılımı”, “demokratik açılım”, “Oslo Süreci” vesaire derken “görüşen şerefsizdir” restleşmesiyle “biz görüşmedik devlet görüştü” tartışmaları arasında kotarılan ve İmralı’da sağ kulağına ezan okunup sol kulağının dibinde çan çalınarak konulan ismiyle “barış süreci”nde yeni bir noktaya geldik.
Diyarbakır Süreci” diye de adlandırabileceğimiz bu süreçte; tam olmasa da tünelin sonunda kapsamlı bir “genel af” görülüyor .

 

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.