Ağustosun ortalarında başlar hazan mevsimi.
Eylül, Ekim ve Kasım’da de hüzün kokar her taraf.
Mevsimin hüznü bir yana, yollarımız ayrılan dostların veda edişlerinin acısı yine bu aylarda çöreklenir yüreğimize.
Sizi bilmem ama, son birkaç yılın hazanında kaç tanıdık çehre silindi gözlerimden, bir bilseniz… Bir bilseniz  son bir kaç yılın hazanında, kaç sevgili dost eyvallah diyemeden gidiverdi dünyamdan?
23 Ağustos 2009’da Yücel Çakmaklı Ağabeyimin kara haberi gelmişti.
Hasta olduğunu, İstanbul Üniversitesi Tp Fakültesi Hastanesi’nde yattığını vefatından on gün kadar önce haber almış; sesini duymak ve halini hatırını sormak için rehberimdeki cep numarasından ulaşmaya çalışmış; ama başaramamıştım. Sonra bir sabah, Kanal 7’den arkadaşlar aramış; “Başımız sağolsun, Yücel Abi sözlere ömür” demişlerdi. Yaklaşık dört yıl kadar Kanal 7’de birlikte çalıştığım, oda komşum, hocam ve ustam Yücel Çakmaklı’nın cenazesine gidememiş; ailesine taziyetlerimi iletememiştim o günlerde.  Arkasından bir yasin okdumuş ve bir yazı yazabilmiştim.
***
Sonra Osmanlı Sarayı’nda doğan Son Saraylı Şehzade’nin öldüğünü duymuştum.
Dünya gözüyle gördüğüm, elini tuttuğum, konuştuğum, dinlediğim ilk ve son hanedan mensubu Ertuğrul Osman Osmanoğlu ile tanışmak nasip olmamıştı. Ama; çilesi çilem, sürgünü sürgünüm, gurbeti, gurbetim olmuştu; Osmanlı hanedanının sürgün yıllarına dair yazılanları okudukça. Bir de 1968’de Suriye’nin başkentine yaptığım bir ziyaret sırasında Son Sultan Mehmed Vahdetti’nin mezarının Şam’da olduğunu öğrenince, daha bir bağrıma basmıştım Osmanlı’nın torunlarını. Ömrümde belki de ilk kez, taşları yosun bağlamış bir mezar taşına yaslayıp başımı ağlamıştım gurbetteki  Son Sultana...
    ***
26 Eylül 2009’da Gaziantep’te, torunumun doğum yıldönümünü aile arasında kutlamaya hazırlandığımız bir sırada, oğlum Ertuğrul Aziz haber vermişti sevgili dostum Nihat Nikerel’in evinde ölü bulunduğunu. Vedasında sadece iki gün önce mesajlaştığım, konuştuğum ve dertleştiğim Nihat Nikerel kardeşim kuç gibi uçup gitmişti aramızdan. O gün birinci yaşını dolduran torunum Mehmet Yaşar Duru’nun doğum gününü sevgili dostum Nihat Nihat Nikerel’in arkasından güneş doğmayan büyük kapıdan geçerek ötelerin ötesine göç ettiğini haberinin hüznüyle kutlamaya çalışmıştık.  
***
Tarih iki hafta kadar sonra tekerrür etmişti sanki..
11 Ekim 2009 günü; Ulusalcı sinema akımının öncülerinden; yönetmenliği kadar fikir adamlığıyla da geniş kitleleri etkileyen Halit Refik ustanın ölüm haberi düştmüşü ajanslara. Merhumla sinemada çalıştığım yıllarda sık sık karşılaşmış; yanılmıyorsam bir sinema filminde beraber çalışmıştık. Halit Refik benim gözümde önce analiz yeteneği yüksek bir fikir adamı, bir tarih yorumcusu ve bir sanat tarihçisiydi. Gurbet Kuşları, Haremde 4 Kadın aklımdan çıkmayan iki filmi. Onu asıl ünlü yapan Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı isimli romanından televizyona uyguladığı dizinin Kenan Evren’in emriyle yakılarak imha edilmesi olmuştu. Bu özelliğiyle dünyada ilk değilse bile, ilkler arasında yer almıştı.
Gözümü bir salı sabahına açtığım 12 Ekim 2009’un ilk saatlerde innernet gazetelerinden birinde okumuştum Ergun Göze’nin vefatını. Her kayıp önemli olmuştur benim için. Hele kaybettiğim kısa fasılalarla birlikte çalıştığımız, aynı gazetede farklı köşeleri paylaştığımız, ağabeyimiz, dostumuz, üstadımız Ergun Göze olunca daha da önem kazanmıştı. Çünkü:
Ergun Ağabeyimle dostluğumuz çok farklı gelişmişti.
Tercüman’da yazmaya başladığı ilk günden 1971’in Kasım ayına kadar benim için yazılarının tiryakisi olduğum ve gıpta ettiğim bir yazardı sadece.
İstanbul’a tayinim çıktıktan birkaç ay sonra, Kasım-1971 başlarında, Nuruosmani’ye Caddesindeki Avukatlık Bürosunda tanışmıştım.. Ergun Göze, bu tarihten itibaren ağabeyim olmuştu. 1978’in başlarına kadar abi-kardeş sıfatıyla defalarce görüşmüş, konuşmuş, tartışmış ve hatta kısa süreli  dargınlıkları dahi yaşamıştık.
12 Eylül 1980 darbesine çeyrek kala Tercüman Haber Merkezi’nde işe başlayınca daha sık karşılaşır ve görüşür olmuştuk Ergun Ağabeyle. Darbeden sonra bazan kendi adımla bazan müstear isimlerle yazılar yazmamın yolunu Ergun Ağabey açmış; daha doğru bir tabirle Bab-ı Ali’de ayağıma yer etmeme destek vermişti.    
Sağduyu sahibi, sözünü esirgemiyen, cesur yürek bir yazardı.
Sözü dinlenir, samimi ve doğru bir dost, müşfik bir ağabeyimizdi.
Mekanı cennet olsun!.
***
Sitenin bahçesinde ayaklarımızın önüne serilen sarırmış yapraklara bastıkça; 2009’un hazan mevsiminde sağımdan, solumdan çekilen bu beş aşina sima geldi gözlerimin önüne.
Sırası gelen gidiyor ve gidecek elbet. Bu dünya kimseye baki değil. Her nefis ölümü tadacaktır hükmü son insan ruhunu teslim edinceye dek uygulanacaktır mutlaka.
Hazan mevsimindeyiz tabi..
Tabiki sağımızdan solumuzdan, bazan bizden önce filizlenen kimi bizden sonra büyüyen yapraklar birer ikişer kopacaklar dallarından.

 

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.