Hafta başındaki yazımızda da değinmiştik; 17 Aralık 2013’ten bu yana yaşadıklarımız; bizi daha bir temkinli davranmaya, laflarımızı kuyumcu terazisinde tartıp iyice ölçüp biçtikten sonra kağıda dökmeye mecbur bıraktı.  Devir eski devir değil; memlekette her ne kadar “ileri demokrasi var”  deniliyorsa da, kelimeleri seçerken de cümleler inşa ederken de daha bir dikkatli olmak zorundayız.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair ne düşündüğümüz, Sayın Bahçeli’nin ‘çatı aday formülü’ne nasıl baktığımız ya da ‘Tayyip Bey seçilir mi?” diye sorularına muhattap olunca susamıyoruz.  Susmuyoruz da. “Ağzı ballı Ma’med”den menkul bir fıkra anlatarak kurtarıyoruz günü.
Ma’med’i tanırsınız mutlaka. Kiminizin dükkan, kiminizin ev komşusudur. Kiminiz onu hoşkin masasından tanırken, kiminiz nargilesinin kokusundan ya da fokurtusundan bilebilirsiniz.
Ma’med’in anlattığına gore:
Barak’ın bilmem hangi köyünde, ben diyeyim Uruş’ta siz deyin İkizce’de, köyün biricik, tatlı ve kıymetli çobanı Abdullah’ın Ayşe adında yarı deli bir kızı ve Ma’med diye haylaz mı haylaz bir oğlu varmış. Abdullah hastalandığında sürüyü toplayıp meraya götürmek Ayşe’nin; kuşluk vaktine doğru annesinin hazırladığı kahvaltı çıkınını ablasına götürmek de Ma’med’in asli göreviymiş.
Günlerden bir gün; Ma’med elinde kahvaltı çıkınıyla meraya doğru yayan yapıldak yola koyuluvermiş.
Ne var ki köyün çıkışındaki duldalıkta  arkadaşlarıyla ‘bir elle bişe olmaz’ diyerek çelik-çubuk oynamaya başlayınca vaktin nasıl geçtiğini farketmemiş ve  bir kaç saat kadar oyalanmış çocuklarla.  Oyun bitince koşarak meranın yolunu tutmuş tutmasına ama, ablası Ayşe’nin açlıktan gözünün dönmüş olabileceğini düşünerek yol boyu bir mazeret bulmaya çalışmış. Tabi, bulmuş da, hem de en gönül alıcı cinsten bir mazeret.
Bir ağacının gölgesinde kendisini bekleyen ablasını görünce;
Aba!.. Kız aba, müjdemi isterim” diye bağırmaya başlamış bizim Ağzı Ballı Ma’med.
Genç kız, biraz deli olsa da, “müjde” sözcüğünü duyunca gevşemiş sıcak suya konulmuş Antep peyniri gibi. Ma’med’e niye geç kaldın diye sormamış bile.
Ne müjdesi la Ma’med’im” demiş, “de hele ne müjdesi?
Ma’med sopa yemekten ve azarlanmaktan kurtulmuş olmanın rahatlığgıyla başlamış aklında kurguladığı senaryoyu kelimelere dökmeye.
Niye geciktim bilin mi” diyerek girmiş söze.
Sabah gün ışıyınca komşu köyün sahabı, Osman Ağa bize geldi. Merak ettim, babamla konuşmalarını bi güzel kulak kabarttım. Osman Ağa, Seni oğlu Hasan’a istemeye gelecekmiş bu akşam
Bu müjdeli haber bir anda, iki tahtası zaten noksan olan Ayşe’in aklını başından almaya yetmiş de artmış bile  
Gözleri ne çıkını görmüş ne de Ma’med’i.  
Demek beni istemeye geleceklermiş la Ma’med” diye mırıldanmaya başlamış.
Ma’med de fırsat bu fırsattır diyerek elindeki çıkını bıraktığı gibi uzaklaşmış tabana kuvvet…
Genç kız neden sonra sakinleşmiş biraz.
Üstünü başını bir güzel kontrol etmiş, düzeltmiş.
Bacaklarındaki ve kollarındaki kılların hayli uzamış olduğunu görünce de vakit geçirmeden altında gölgelendiği çam ağacının dallarında biriken sakızları toplayıp, ağda yapmaya koyulmuş kollarına ve bacaklarına.
Sakızı tenine her yapıştırıp çektiğinde, can acısıyla “ah!.. of!.. yandım anam!..” diye öyle bir cayırtıyı koparmış ki uzak köylerden duyulur olmuş. Her cayırtının ardından da kıllarını temizlenen narin yerine peşpeşe şaplaklar indiri vermiş büyük bir keyifle.
Sus bakim!..” demiş, “şımarma, densizlik etme.. ağzı ballı Ma’med’in dediği essah çıkarsa, sana bu cayırtı azdır bile” diyerek yeniden vücudundaki tüm istenmeyen kılları temizlemeye devam etmiş akşamın karanlığı çökünceye kadar.
***   
Demem odur ki:
Ha bugün, ha yarın, ya da derken, beklenen ‘çatı adayı’nın ismi ve cismi çıkar ortaya. Kim olduğunu bilemediğimiz ‘çatı aday’ın akibeti ne olur, şimdiden kestirmek mümkün değil.
Ne var ki neticenin ne olacağını kimseler bilmese de; necip halkımın gıkı çıkmadığına göre, muhalefet cephesindeki görüşmelerden memnun sanki.
Muhatabı olduğumuz bir diğer soru ise şöyle.
Bunca olan-bitene, sosyal medyaya düşen ses kayıtlarına, 700 bin Euroluk kol saatlerine, içi milyon dolarlar dolu ayakkabı kutularına ragmen bu halk hala neden AKP diyor? Neden hala Tayyip Beyin arkasından gidiyor, şeklinde.
Bir fıkra anlatsak yeter sanırım.
Fıkra bu ya... meyhaneci Apostol satın alacağı 2 fıçı şarabı işin erbabına tattırıp öyle karar vermek ister. Bektaşi dedesini yanına alır limana gider.
“Şunların tadına bak baba erenler” der. “Hangisi hoşuna giderse, onu alayım” diyerek kaseyi uzatır Bektaşi dedeye. Dede kaseyi aldığı gibi en yakınındaki fıçıya daldırır. Bir yudum içer, yüzünü buruşturur, ağzında gargara yaptığı şarabı müsait bir yere boşalttıktan sonra Apostol’a döner.
Şunu alıver barba” diyerek elini dahi sürmediği fıçıyı gösterir.
Şaşırır Apostol. Bektaşi dedenin uzattığı kaseyi alırken;
Nasil olir be kuzim.. Onun tadina bakmadın ki.. Nasil onu al dersin “ diye sorar.
Bektaşi kendinden emin bir eda ile.
İçtiğimden daha kötü olmayacağına göre, sen onu al barba” der.
Dememiz odur ki; Beyden daha iyisini bulup getirdiniz de vatandaş seçmedi mi yani?

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.