ŞAP İLE ŞEKER DAHA BİR KARIŞTI

 

Allah nasip etti, 70’imize merdiven dayayacak günleri gördük sağlıkla.

Geride bıraktığımız 60 küsur senede, her insan gibi, yanlışlarımız da oldu doğrularımız da. Ne kadar sakınmış olsak da, bilerek ya da bilmeyerek, günah işlemişliğimiz de vardır mutlaka,. Bu arada Rabbimizden sevap hanemize yazmasını niyaz ettiğimiz hayıra yönelik işlerimiz de olmuştur inşaallah!..

Hulasa-I kelam; kısacık ömrümüzde çok şey yaşadık ve çok şey gördük.

Kucağına doğduğumuz ortam, çok küçük yaşlarda siyaset ile tanışmaya; bazen dizlerimize bazan boğazımıza kadar politika batağının içinde bulunmaya zorladı bizi.

Henüz ilk okul yaşlarındayken. sağ elimizin parmaklarını birleştirerek havaya kaldırmayı; “Milli Şef” yönetimine “Yeter Artık” dedik bilinçsizce.

Gün oldu:

“Kargalar kağır kağır!../ İsmet kulağın sağır!../ Demirkırat kazanmış; / Çık dama haho çağır!.” diye anlamını dahi tam olarak bilmediğimiz sloganlar atarak dolaştık Urfa’yı bir baştan öbür başa.

Zamanı geldi:

Türkçe bilmeyen Kürt kökenli hemşehrilerimize, “Heyya İsmet paşa sağe / Nane genim yasağe-İsmet Paşa sağ olduğu sürece/ Buğday ekmeği yasaktır” tekerlemesiyle kime ve neden oy vermemeleri gerektiğini anlatmaya çalıştık.

Bir sabah:

Marşlar eşliğinde merhum Alparslan Türkeş’in; “Sevgili vatandaşlar, Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini ele almıştır” uyarısıyla uyandık şirin uykumuzdan.

Demokrat Partililerin evlerinden alınıp toplama merkezlerine götürülüşlerine tanık olduk.

Bediüzzaman Said Nursi’nin mezarının açılarak çürümeye yüz tutmuş bedenin meçhul bir yere taşındığını öğrendik boş mezarının başında.

Bu ülkede 10 yıl Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Bakanlık yapmış devlet adamlarının “35 kurşluk bir cımbızı örtülü ödenekten aldıkları” gerekçesiyle nasıl da insafsızca yargılandıklarını dinledik radyolardan.

Yolsuzluk suçlamasıyla “köpek” ve “bebek” davaları ile uyutulduk aylarca. Adnan Menderes’in, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın idamını seyrettik kuzu kuzu, sesimizi çıkarmadan.

Darbecilerin hazırlattıığı ileri anayasa’ya “evet” dedik tek maddesini dahi okumadan. Ve ne garip tecellidir ki, 10 yıl sonra -12 Mart 1971- aynı anayasanın “mektupçu” derbeciler eliyle değiştirilmesine alkış tuttuk; 1961 Anayasası’na “evet” diyenler biz değilmişiz gibi.

Sonra; “sağcı-solcu-şucu veya bucu” diye böyüldük toplum olarak.    12 Eylül 1980’e kadar birbirimizi boğazladık, karanlık sokaklarda ve aydınlık meydanlarda.

Onlarca genç idam sehpalarına çıkarıldı sonrasında.

Bizden olanların arkasından içimize akıttık göz yaşlarımızı.

Ötekilerin sadece çetelesini tuttuk; bizimle aynı sayıya ulaşıp ulaşmadıklarını takip etmek için.

Öldük öldük dirildik, ama aklımızı başımıza toplamadık, toplayamadık.

Darbeden 3 yıl sonra ve yine yine kuzu kuzu sandıklara koştuk, sürü şuuruyla. Kendimizce “ehven-i şer”e oy verdik, günahımız hafifler avuntusuyla.

Doğrusunu söylemek gerekirse, 3-4 yıl işler tıkırında gitti. Hantal bürokrasi canlandı biraz. Halk yararına bazı reformlar yapıldı az da olsa. Soluklandık biraz.

Ta ki Merhum Özal, “benim memurum işini bilir” deyinceye kadar.

Arkasından yolsuzluk iddiaları ile sarsıldık. Bir Bakan bu iddiayla azledildi ve bazı bürokratlar kızağa alındı. Ama ne çareki virüs bütün vücuda hakim olmuştu kısa sürede. İktidar partisi içindeki en yakın arkadaşlarımıza dahi “rüşvetçi-hırsız” gözüyle bakmaya başladık.

Gazeteci ve yazarlar olarak manşetler attık, uzun uzun makaleler kaleme aldık; “Halk rahatsız” diye.

Sandık ortaya konuldu yeniden ve Devr-i Süleyman başladı yeni baştan. Yolsuzluklar artarak devam etti. Bankalar yağmalandı adeta. Paket üzerine paket açıldı. Değişen sadece yolsuzluğun, vurgunun ve talanın adı oldu. Bir bilen, kameraların karşısına geçti ve “verdimse ben verdim, öğretmenleri ev sahibi yapmak kötü mü” diyerek örtbas etti; siyaset tarihine “İlk Sen Yolsuzluğu” olarak geçen pisliği.

Sonrası hepinizin malumu…

28 Şubat 1997’de “bin yıl devam edecek” bir operasyon düzenlendi. Tanklara balans ayarı verildi. Rüşvet, iltimas, adam kayırma; tepeden tırnağa toplumun şiair haline geldi. Bu sefer Ülkem “işini bilenler” ve “işini bilmeyenler” diye kamplara ayrıldı.

Azınlık hükümetleri ve derme-çatma koalisyonlar dönemi.
İçi boşaltılan bankalar, anayasa kitapçığı fırlatmalar, devalüasyonlar, yurt dışına döviz kaçırmalar vesaire vesaire..

“Halk rahatsız” manşetleri süslemeye başladı yeniden gazeteleri. Ki halk gerçekten rahatsızdı.

3 Kasım 2002’de yeni bir dönem başladı.

Aradan geçen 12 yıl içinde, çok şey değişti güzel yurdumda.

Ülkem ve milletim adına çok güzel, iyi, yararlı ve hayırlı yatırımlar ve hizmetler gerçekleştirildi.  işlere imza atıldı. Görmezden gelmek, yok saymak hatta küçümsemek; insafsızlık olur.

Devletimizin malı denizdi, büyüdü, derinleşti ve koca bir okyanus oldu. Yollarımız duble olurken; yolsuzluklar otoban oldu.

Bu arada her ne olduysa ve her ne kadar “montajdı, paraleldi” denildiyse de; şapla şeker daha bir karıştı ülkemizde.

 

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.