Bediüzzaman’ı Anmak: 3
MEZARDAN KORKAN DEVLET

Konu yiğitlik olunca; cesur, savaşçı, yürekli, korkusuz ve gözü kara millet olduğumuzu anlata anlata bitiremeyiz, övündükçe övünürüz.
Dışarıya doğru belki, ama kendi insanlarımıza karşı asla böyle olmadığımızı da inkar edilemez bir gerçek olarak kabul ve itiraf etmek zorundayız.
Uzak ve yakın tarihimiz bunun ibret verici örnekleriyle dolu.
Feth-i Mübin”in muzaffer hakanı Mehmed Bin Murad Han’ın; “kendilerine saltanat nasip olanların nizam-ı alem için karındaşlarını katl”ine cevaz veren Kanunname’sine dayanarak şehzadeleri kellelerinin uçurulması veya yağlı kemendlerle boğdurulması; gerçekte bu korkunun eseri değil midir?
İttihat ve Terakki iktidarıyla başlayıp günümüze kadar gelen siyasi, faili meçhul veya malum cinayetler de öyle. Olağandışı mahkemelerin kararlarıyla kurulan dar ağaçları da hep bu yüzdendir. Osmanlı Hanedanı’nın mezarlarının Türkiye’ye naklinin yasaklanması da...
Korkularımız sadece güçlü-kuvvetli dirilerden de değil.
En beyinsiz insanın bile, kimseye ve hiçbir şekilde zarar veremiyeceğini bildiği ölülerden de korkmuşuz ve hala da korkuyoruz. Tıpkı 12 Temmuz 1960 Salı gününü 13 Temmuz 1960 Çarşamba’ya bağlayan gecenin geç saatlerinde Urfa’da açığa vurduğumuz gibi.
Çok kimse bilmez, hatırlamaz veya hatırlamak istemez.
Mürşidim, rehberim, Şems’im, üstadım Bediüzzaman Said Nursi’nin vefatının 82’inci; ebedi istiratgahına tevdi edilişinin 81’inci gecesi ve 27 Mayıs 1960 askeri darbesinin de 57’nci sabahıydı...
Kolumda büyükçe bir aşlık sepeti; cebimde annemin yazdırdığı sipariş listesi ve kulaklarımda “sağa-sola takılma, geç kalma, alacaklarını kendi ellerinle seç, bakkalın insafına bırakma” tembihleriyle evden çıkmıştım.
Yeni Cami Çıkmazı’ndan Fırfırlı Sokak’a sapar sapmaz, ve her zaman olduğu gibi, kibar komşumuz Akif Amca ile göz göze gelmiştim.
-Hayrola Yaşar, nereye” diye sormadan; “dün geceki tayyare sesini duydun mu.. ha duydun mu?..söylesene duydun mu” diye sorularla önüme çıkmış ve yolumu kesmişti..
-Yoo” demiştim meraklı bakışlarımı Akif Amca’nın deniz mavisi gözlerinden ayırmadan.
-Şu şeyhin kabrini açmışlar..Allah Allah neydi rahmetlinin adı ya.. Bilirsin sen.. Unuttum valla.. Hani Ramazan’da Dergah’a defnedilmişti.. büyük alim diyordun ya, işte onun.. Cesedini o tayyareye koyup götürmüşler!..”
Beyninden vurulmak böyle bir hal olsa gerek.
Akif Amca’nın sözlerini tamamlamasını beklemeden Yeni Yol’a doğru koşmaya başlamış; köşe başında “ne yapsam” diye bir süre durmuştum. Yapabileceğim hiç bir şey yoktu.. Başı kesilmiş tavuk gibi çırpınmaktan başka ne yapabilirdimki..
Bir solukta yolun karşı tarafına geçmiş, Aşağı Çarşı’ya inen sokağa doğru kararsız adımlarla yürümüştüm. Çaresizlik ne kötüymüş meğer.. Yapabileceğim birşey olsa keşke.. Bu işkenceyi yapanlara içimden ağız dolusu küfürler savurup beddua etmekten başka birşey yapabilsem keşke. Yeniden yüzümü kıbleye vermiş; Halilürrahman yönüne koşmaya başlamış; koşmuş, koşmuş, koşmuştum.. Ben koştukça ve hızlandıkça; her gün bir kaç kere bir nefeste gidip geldiğim yol uzadıkça uzamıştı önümde.
Dergah’a girdiğimde her şey normaldi.
Hiç bir şey olmamıştı sanki. Sanki Peygamber makamının avlusunda öksüz duran bu boş mezar açılmamış ve sanki mezardaki naaş çıkarılmamıştı.
Her şey normaldi orada bulunanlar için.
Bediüzzaman Said Nursi Üstadımın mezarının açılması olağandı sanki.
Bozulmaya yüz tutmuş naaşının çıkarılıp meçhul bir yere götürülmesi vak’ayi adiyedendi sanki.
Bir Allah’ın kulu başını çevirip boş mezara bakmıyordu.
Mezardan kalan bir mermer parçasını alıp ısotçu Pazarı’nın yolunu tutmuştum çaresiz.
Bu gün takvimler, 15 Ağustos 2012’yi gösterdiğine göre; aradan 52 yıl 28 gün geçmiş.
Ve ben hala o gün yapabileceğim bir şeylerin olmayışına, bir şeyler yapamayışıma yanıyorum.
Şehrime ve hemşehrilerime emanet edilen bir ölüye sahip çıkamamış olmanın acısını, ızdırabını ve utancını yaşıyorum hala.
Yapabileceğim birşeyler olmamış olsa da, bir şey yapsaydım keşke diyorum hala.
En azından, 70’lerde yaptığım gibi meydanlara çıkabilseydim.. sloganlar atsaydım.. coplansaydım.. göz altına alınsaydım.. tutuklansaydım..
Sonu nereye varırsa varsın; yeter ki bir eylem koyabilseydim.
Dedim ya, korkularımız sadece güçlü-kuvvetli canlardan ve canlılardan değil; ölülerden de korkmuşuz ve hala korkuyoruz.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.