İnanın, sadece bugün değil, her yazımıza; “Haak dostum Haak!.. Sühansaz-ı gülistan-ı nezaket… Nihal-ı gonca-I bağ-ı zarafet… Söyledikçe sergüzeşti, verir bezme litafet. Dinle imdi bende-I acizden bir hoş hikayet.. İdeyim meclise bir kıssa beyan.. Kıssadan hisse ala arif olan” diye kafiyeli bir giriş yapıp gül yüzlerinizde gülücükler dolduracak güzel haberler vermek isterdik.

Ama olmuyor, yapamıyoruz, yazamıyoruz. İmkansız çünkü.

Suriyeli Sığınmacıların trajedisini ve ‘istenmeyen misafirlerimiz’ konumuna düşmelerini görmezden gelemeyiz, gelemiyoruz da.  Mümkün değil çünkü.

Çünkü; özellikle yerel medyada yer bulan haberleri okuyup fotoğrafları gördükten sonra; insan olan hiç kimse hiçbir şey olmamış gibi susmaz, susamaz, susamıyoruz da. Çünkü; mümkün değil. Ülkemize sığınan komşularımızın yaşadıkları acıları sizlerle paylaşmamak imkansız çünkü.

Yakın geçmişten bir haberle başlayalım izninizle.

Lütfen dikkat buyurun. Aşağıdaki satırlara göz atmakla kalmayın, aynı anda beş duyunuzla okuyun. Anlayın, anlamaya çalışın.

“115 Suriyeli aile Nizip’te bulunan Ganime Hatun Camiinin yanındaki parkta, 25 aile de Müftülük Binasının yanındaki parkta hayata tutunmaya çalışıyorlar. Nizip halkının desteğiyle yaşamlarını sürdüren bu ailelerin hali yürek parçalıyor. Hiç bir imkana sahip olmayan; bebekler, çocuklar, kadınlar, yaşlılar ve diğerleri şaşkın bakışlarla gelip gidenlerden destek bekliyorlar. Suriye’nin Halep, İdlip ve Humus şehrinden gelen sığınmacılar herhangi bir işte çalışma izinleri olmadığından uzun süre çalışmaları mümkün olmuyor. İş bulanlar çok düşük ücretle çalışmak zorunda kalıyorlar. Sığınmacılar, resmi kurumlardan herhangi bir yardım almadıklarını da iddia ediyorlar” (Mehmet Alkış, MazlumDer GYK Üyesi)                         

“Buradaki Suriyeli aileler cami çevresinde ağaçlara astıkları ipler üzerine astıkları bezlerle korunak sağlamaya çalışıyorlar. Yere attıkları kilimler üzerinde yatıyorlar. İlkel ocaklarla yemek yapıyorlar. Caminin tuvalet ve lavabolarını kullanıyorlar. Sağlık alanında da büyük sıkıntılar yaşıyorlar, her hangi bir hizmet alamıyorlar. Kış mevsiminin gelmeye yüz tuttuğu bugünlerde endişeye kapılmış, umutlarını kaybetmek üzereler”. (Abdürrahim Çelik, MazlumDer GYK Üyesi)

Günümüze gelerek; Gaziantep’ten bir örnekle devam edelim.

Suyabatmaz Mahallesi Muhtarı Metin Ağalın’ın Pusula’ya yaptığı açıklamalara da dikkatle göz atın lütfen.

“Suriyeliler ilk geldiğinde çok ciddi sıkıntılar vardı. Bombalanmış, elleri parçalanmış Suriyeliler vardı. Ama şimdi onlar toparlandı, ekmek buldular. Şu an ailelerini doyurma peşindeler.”  Diye söze giren deneyimli muhtar Ağalın, konuşmasının devamında bugünkü tüyler ürpertici manzarayı şöyle özetliyor:

“Mahallemizde barınan madde bağımlılarına ‘Suriyelilerin katli vacip, bunların malı helal’ denilerek beyinleri dolduruluyor. Çok ciddi bir tahrik var, Parkımızın hiçbir emniyeti yoktur. Özel güvenliğin hiçbir anlamı yok ve yetersiz. Madde bağımlıları Suriyelilere saldırıyor, parkta paralarını bölüşüyorlar.”

Şimdi izniniz olursa kıssamızı anlatmaya geçelim..

Efendim!..  Raviyanahbar ve nakılan-ı asar ve muhaddisan-ı rüzigar o güna rivayet ve bu tarz üzre hikayet ederler ki… vakti zamanında memleketin birinde gözden ırak bir yerde Kuytu diye  bir köy varmış. Köy dediğimiz küçük bir mesçidin etrafına sıralanmış beş-on haneden ibaret küçücük bir yermiş. Uzun lafın kısası eşiktekinden beşiktekine varıncaya kadar herkes birbirini  tanır; kim Köroğlu’dur ve kime körün oğlu denilmesi gerektiğini bilirmiş.

Köyde pek namazı niyazı olmayan köylülerin ismini pek yad etmek istemedikleri Mahmut Ağa diye bir köylü yaşarmış. Daha doğrusu; Mahmut’un dinle-diyanetle pek ilgisi olmadığı gibi içkiden-kumara, zinadan-fitneye kadar akla gelebilecek kötü amel varsa bu adamda bulunurmuş.

Köyün imamı da, cemaat de bu durumdan pek hoşnut değillermiş.

Gel zaman git zaman Mahmut Ağa’nın vadesi yetmiş ve bir gün Hakk’ın rahmetine kavuşmuş. Köyün  imamı:

“Ben bu adamı yıkamam ve cenaze namazını kıldırmam” diye diretmiş.
Köy halkı da: “Allah’a inanmıyordu biz bu herifi gömmeyiz” diye tutturmuşlar.
Durumu gören köyün yaşlılarından bir kadın, köyün dışındaki tepelerden birinde, tek başına yaşayan, köylülerin ‘deli’ diye andıkları köylüye haber vermiş. İsmail’in de pek namazla-niyazla ilgisi yokmuş ama haberi alır almaz köye gitmiş cenazeyi almış, yıkamış, kefenlemiş ve kendi evinin yakınlarında bir yere gömmüş.

O gece, yani “Münkir ile Nekir”in Mahmut Ağa’yı sorguya çektikleri saatlerde köyün imamı, muezzin ve tüm cemaat aynı rüyayı görmüşler. Dediklerine gore; Mahmut Ağa cennette çok iyi bir yer de keyif yapıyormuş.

Sabah herkes birbirine gördüğü bu rüyayı anlatmış. İmam, müezzin yanlarına cemaatten birkaç kişi daha sabah karanlığında yola çıkarak öğleye doğru “Deli” diye adlandırdıkları adamın yanına gelmişler.

İmam telaşla, dinlenip biraz nefes almadan hemen konuya girmiş ve sormuş:


“-Kardeşim sen nasıl bir dua ettin ki bu imansız Allah katında bu kadar iyi bir yere gitti?”

Deli şaşkın gözlerle gelenlere bakmış;

“Vallahi ben bir şey yapmadım, rahmetliyi yıkadım, yudum, kefenleyip gömdüm” deyip susmuş.

Gelenler merak içinde bir ağızdan nasıl bir dua ettiğini sormuşlar.  Bizim Deli;

“-Allah’ım soğuk kış gecelerinde, sıcak yaz günlerinde insanlar kapıyı çaldı ve biz “Tanrı misafiriyiz” dediler. Ben de senin misafirlerini en iyi şekilde ağırladım. Misafirleri güvenip bana gönderdiğin için onlara da neyim varsa yoksa yedirdim, içirdim. Ben sana ilk defa bir misafir yolluyorum sen de benim güvenimi boşa çıkarma olur mu? Dedim”.

Başta da dediğimiz gibi; Kıssadan hisse Alana, arif olanadır sözlerimiz. Tanrı misafirlerini yok saymayalım ki Tanrı da bizleri yok saymasın hesap gününde.

 

 

 

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.