Akıl ve inancın var olduğu bir dünyada
Cismin ölümü, canın doğumudur.
Seyyid Burhaneddin Muhakkık Tirmizi

Kayseri caddeleri tarih kokuyor, her adım bir menkıbe mekânı... Seyyid Burhaneddin Muhakkık Tirmizi'nin Türbesi'ne doğru yol alıyoruz. Otobüsün penceresinden bakınırken, bir anlık, "Hunat" yazısını okur gibi oluyorum ve devamını hafıza kırıntılarımla tamamlıyorum kafamda, "Hunat Hatun Külliyesi". "Neden Müslüman olduktan sonraki, Mahperi Hatun adı kullanılmamış" diye hayıflanıyorum. "Hunat(Huand) Hatun" (*1) ve "Darül'l-feth"(*2) adı dilime dolanıyor.
Dilimdeki pelesenk iki sözcük beynimi zapt ediyor, sürüklüyor, zamanı kaydırıyor, yıllar yıllar yüzyıllar öncesini yaşamaya başlıyorum içimde. Elimi uzatıp toprakları avuçlamak istiyorum, avuçlayıp da, "Ey o anların yaşayan tek şahidi kara toprak! Söyle bana! Mahperi Hatun'un, oğlu II. Gyaseddin Keyhüsrev'i tahta geçirmek için, Baş Mimar Saadeddin Köpek'le birlik olup kocası Alâeddin Keykubat'ı av etiyle zehirleyerek öldürdüğü doğru mudur?" diye sormak istiyorum. Doğru olabileceğini düşünüyorum, kızıyorum Hunad'a, "Sen Mahperi (*3) olamazsın. Sen bir Hunad'sın" demek geliyor içimden. Akabinde iftira olabileceği ihtimali de aklıma gelmiyor değil hani! Masum olabilme ihtimali içimde anlık bir sıcaklık hissettiriyor Hunad'a karşı. Adı yeniden Mahperileşiyor duygularımda. Sonra Kılıçaslan'ın yerine Gyaseddin'i geçirerek Selçuklu'nun sonunu hazırlaması Koskoca Selçuklu Hükümdarlı'ğında taşları yerinden oynatan, hükümdarlığın sonunu hazırlayan, ayyaş, acımasız, zalim, katil Gıyaseddin'in, Kösedağ savaşındaki affedilmez başarısızlığı, Moğolların Anadolu'ya, Konya'ya gelişi, kuşatma, vergiye bağlama... aklıma geliyor yeniden. Yeniden kızıyorum Hunad'a, Mahperi adını tekrar geri alıyorum sinirle.

Bu tarihi olaylar, mitolojik Hindu Destanı Ramayana'daki (*4) Kral Dasharatha'nın büyük oğlu Rama'yı tahta geçirme kutlamalarında diğer karısının nedimesinin kışkırtması sonucu çevirdiği dalavereler çağrışım yaptırıyor zihnimde. Bharata'nın annesini, Mahperi Hatun'la; nedimesini de Sadeddin Köpek'le özdeşleştiriyorum anında. Mitolojik Ayodhya Kralı Rama ile II. Gıyaseddin Keyhüsrev'i de kıyaslamadan edemiyorum. "Keşke" diyorum "Keşke Gıyaseddin de Rama kadar dürüst bir insan olabilseydi de, annesi ile Sadeddin Köpek'e karşı gelip saltanatı Kılıçarslan'a baştan bıraksaydı, tarihin akışı farklı seyredecek, belki de Selçuklu saltanatı eski güç ve itibarını sürdürüyor olacaktı." diye iç geçiriyorum.

Osmanlı'nın kuruluşuyla, Selçuklunun yıkılışı ilintisini düşünüyorum. Bir tükenişin ardından daha güçlü bir doğuş... "Hayır bildiğinizde şer; şer bildiğinizde, hayır vardır" kutlu sözü galipleşiyor, mağlupluklar içinde... Mahperi Hatun yeniden masumlaşıyor bir annelik içgüdüsü yazgısında...

Otobüsten iniyoruz. Türbe'ye doğru yürüyoruz. Bulunduğu yer o kadar güzel ki Seyyid Burhaneddin'in... "Kendine ne de güzel bir yer seçmişsin, yâ Sırları Bilen Velî!" diye mırıldanıyorum. Türbe'nin kapısından içeriye adım atar atmaz güzel bir koku ruhumu esir alıyor; belki buhur kokusu, bir rayiha, belki de başka bir şey... Sanduka ihtişamlı... Sandukada yatan büyük bir velî...
Sanki huzurunda genç Mevlâna Celâleddin el bağlamış duruyor, dinliyor. Seyyid-i Sırdan dile gelmiş, inciler döküyor. Sanki beden kafesine geri dönmüş, gördüğü rüyayı, mürşidi Bahâeddîn'in büyüklüğünü beden diliyle anlatıyor Mevlâna'ya; "Peygamberleri ve evliyâyı mühürlü bir levha içinde gördüm; onlardan her birini tanıyordum. Önde Hz. Muhammed(sav) olmak üzere birçok evliya bulunmaktaydı. O velilerin hiçbiri efendimiz Bahâeddîn'in makâmına sahip değildi; bu bir mübalağa değildir" (*5) diyor ve devam ediyor; "Yüce Allah seni babanın mertebesine yükseltsin. Zira hiç kimsenin derecesi ondan üstün değildir. Babanın derecesi bu kadar yüce olmasaydı, 'Allah seni onun derecesinden de üstün kılsın' diye dua ederdim. Fakat en son derece onun ulaştığı derecedir. Ondan yüksek derece de yoktur" diyor. Yıl 1232. Seyyid-i Sırdan Anadolu'da. Mürşidi Bahâeddin Veled Hakk'a yürümüş. Seyyid ertelenmiş ayrılık ölümünü yaşıyor.

Omuzuma bir el dokunuyor, "Gidiyoruz" diyor. Zamanın asırlar gerisinden 22 Eylül 2012 Cumartesi'ne avdet ediyorum.
Türbeden ayrılırken dönüp arkama bakıyorum. 1200'ler, 1300'ler çook gerilerde kalmış, ertelenmiş ayrılıklar ise vuslat olmuş. Seyyid-i Sırdan, Mürşidi, Bahâeddîn Veled;  Müridi, Mevlâna Celâleddin; rakibi Din Aslanı, Şems-i Tebrizî hep bir aradalar, Hakk'ın nurunda hemhaldeler...

* 1- Hunad(Huand) Hatun; Kalonoros(Alanya) Kalesi'nin önemli, kale komutanı Kyr Vard, direnmekten vazgeçip, kaleyi teslim eder. Alâeddin Keykubat'ın adil ve dürüstlüğüne hayran kalarak, Müslüman olur, sonra, kızı Hunad (Huand)'ı Alâeddin Keykubat'a verir. Hunat, Mahperi Hatun adını alır

* 2- Darü'l-feth: Kayseri

* 3- Mahperi: Ay gibi, peri kadar güzel

* 4- Ramayana Destanı'nın II.bl.de Kral Dasharahta 'nın kararıyla, Şiva'nın yayını çekebilen ve Kral Canaka'nın kızı Sita ile evlenme hakkını kazanan savaşçı oğlu Rama'yı tahta geçirme kutlamaları yaptırırken, bir tarafta bu tahta çıkma  kutlamalarını bir anne sevinciyle seyreden  kralın diğer karısının yanına gelen nedimesinin sokularak "Senin en üzüntülü olman gerekirken, neden bu kadar mutlusun? Rama, senin oğlun Bharata'nın erdem ve yiğitliğinden ürktüğü için üzerine bir kurt gibi atlayacak ve onu parçalayacak. Ve Rama'nın annesi ve karısı, sana ve Bharata'nın karısına köleymiş gibi davranacaklar" diyerek kadını yılan gibi zehirler, etkilenen kadın çeşitli oyunlara başvurur. Rama'yı ve karısını vahşi ormanlara bir münzevi olarak yaşaması için sürgün ettirerek kendi oğlu Bharata'yı tahta çıkarttırır.

* 5- Seyyid Burhaneddin, Maârif, s. 21.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.